Zor olan; zoru zorla yıkma mücadelesinin en önünde tereddütsüz canlarını ortaya koyanlar hakkında yazmaktır. Zor olan; onları eksiksiz, tüm yönleriyle anlatabilmektir. Zor olan; onların hatıralarına zarar vermeden, onların büyük mücadele deneyimlerini, kararlılıklarını ve ısrarlarını anlatabilmektir. Zor olan; yaygaracılıkla “en büyük mücadeleciler” gibi görünüp, mücadele edenlere ihanet edercesine soluksuz bir şekilde parti ve savaş kaçkınlığı kulvarında cirit atanların tavırlarına karşı, bu kaçkınlara savaşmaları umudu ile ellerindeki silahların bir kısmını vererek yönünü savaşın sıcaklığına dönüp de düşenlere, savaştan çark edenlerin akıl almaz pragmatizmini, manipülasyonunu ve yalanlarını anlatabilmektir. Tüm bu “zorluklar”a rağmen, sol yanımızı, savaşanlarımızı, yiğit yoldaşlarımızı ve onların pratiklerini ısrarla, inatla anlatmaya devam edeceğiz.
Her düşenimiz yüreklerimizde derin yaralar bırakarak yıldızlaşıyor. Sınıf mücadelesinin amansız, sarsıcı sonuçlarından biridir bu. Ama her düşenimizin yeri, daha bir kararlılıkla, daha bir öfke ve kinle doldurulmaktadır. Bunu çok iyi bilen faşizm, cenazelerimize bile tahammül etmemekte, sahiplenilmesini engellemeye çalışmaktadır. Ancak bütün çabaları nafiledir. Yetişlerin yerine yeni Yetişler, Sametlerin yerine yeni Sametler, Yusufların yerine yeni Yusuflar, Haydarların yerine yeni Haydarlar, Mahirlerin yerine yeni Mahirler, Taylanların yerine yeni Taylanlar kavganın kızıl bayrağını omuzlamak üzere, savaşın kızgın ırmağına akın etmektedir.
SABIRLI, İNANÇLI, KAVGA İNSANI: İHTİYAR
İstanbul’un emekçi semtlerinden Altınşehir’de mahallenin sorunları, gençliğin durumu ve çözüm önerileri üzerine örgütlenen bir panel vesilesiyle tanımıştım ilk olarak İhtiyar’ı (İlker Tezer). O kadar heyecanlıydı ki, panelin amacını anlatırken sesi titriyor, kelimeler boğazına düğümleniyordu adeta. Ama mutluydu, gururluydu. Ne de olsa kolektifin aldığı darbeler sonucunda yeniden toparlanmaya çalıştığı bir süreçte, kendi alanında faaliyet yürütüyor ve bunun sonucunda yapılan bir etkinliğe de, azımsanmayacak derecede bir gençlik kitlesi katılıyordu. Panel sonunda: “Kirvem bu çok iyi oldu, bundan sonra burada herkes bizi tanıyacak, Partizancılar yeniden toparlanacak“ diyordu. Bu ilk tanışmada, İlker’in o masum ve samimi heyecanı mıydı, emek veren çaba harcayan duruşu muydu bilemiyorum ama onu kendime oldukça yakın hissetmiş ve sevmiştim.
Daha sonra birkaç kez eylem ve etkinliklerde karşılaşmıştık. Her defasında bitmeyen heyecanıyla, mahallesinde yaptığı çalışmaları anlatıyor, ne kadar yol aldıklarından, ya da karşılaştıkları sıkıntılardan bahsediyordu. Yine o dönemin kolektifi darbeleyemeye çalışan bozgunculara karşı net bir tutumla tavır takınıyor, feodal yanları bir tarafa atarak, partiyi savunuyordu. Belki politik olarak geriydi o zamanlar, ama sahiplenmesi, gözbebeği gibi koruması, ayrı bir güzellik ve anlam katıyordu duruşuna…
HER GÖREVİN MİLİTANI: İHTİYAR
2005 yılında gençliğin kitlesini üretim içinde “sınayarak” daha iyi tanıması, çevreden merkeze doğru bir toparlamanın adımlarından biri olması vb. sıralanabilecek birçok nedenle yaptığı ilk köy çalışması ekibinde İlker de yerini alıyordu. Çalışma alanında çıkan aksilikler nedeniyle iki grup halinde çalışmak zorunda kalınmıştı. İlker benim de içinde olduğum gruptaydı. Bu grup bileşenleri ülkenin değişik bölgelerinden geldikleri için, birbirlerine direkt isimle değil de, takma isimlerle hitap ediyorlardı. Hafızam beni yanıltmıyorsa ilk kez orada İlker’e ağır hareketlerinden, ağır başlılığından kaynaklı İhtiyar ismini takmıştık. Çoğu öğrenci kökenli olan grubumuzun neredeyse yarısı çalışmanın sonuna kadar kalamamış erken havlu atmışlardı. Ancak İhtiyar o zor çalışma koşullarına aldırış etmeden, sürekli gülen, espri yapan ve her görevi yapan özelliğiyle adeta grubun moral deposu olmuştu. Oldukça meraklı olması ve kayısı tarlaları arasında sürekli bir şeyler araması, zaman zaman esprilere konu olan kaybolmalarına da neden oluyordu. Heyecanı ve kitleler önünde konuşamamasını o çalışmada yavaş yavaş üzerinden atan İhtiyar, eğitim çalışmalarının da en renkli simalarından biri olmayı başarıyordu. Yine köylüler ve çocuklarla kurduğu iletişim ise ona bambaşka bir güzellik ve özellik katıyordu.
İhtiyar daha sonra ihtiyaç duyulan birçok alanda görev almıştır. Gittiği her alanda yoldaşlarının ve kitlelerin sevgisini ve saygısını kazanmıştır. Bu, her giden yoldaşın ardından söylenen övgü sözlerinden çok, bir gerçekliği ifade etmektedir. Zira devrimcilerde olması gereken özelliklerden birçoğu İhtiyar yoldaşta mevcuttu. Mütevaziydi, çalışkandı, anlayışlıydı, paylaşımcıydı ve inançlıydı. İnanç ve mütevazilik birleştiğinde, yoldaşlarına ve dostlarına umut olacak bir kişilik özelliği açığa çıkar. Kitlelerin devrimcilere güvenmesi de, faaliyet yürüten devrimcilerin pratiklerinde, duruşlarında somutlanmaktadır çoğu zaman. Tam da bundandır İhtiyar’ın sevilmesi ve saygı görmesi. Bu aynı zamanda partinin sevilmesi saygı görmesi anlamına da gelmektedir.
Kimi insanlar duruşlarıyla, bakışlarıyla, gülüşleriyle birçok şeyi anlatırlar saatler süren konuşmalar yerine. İhtiyar yoldaş da o kendine özgü duruşuyla, haklı ve meşru bir mücadelenin, asil bir savaşçısı olarak, düşmana korku salmış, bizlere, ezilen milyonlarca emekçi halk kitlelerine de, umut olmuş, direnç olmuş, ışık olmuş, güç ve cesaret olmuştur. Bir kavga insanı, Halk Ordusu’nun bir komutanı, Proletarya Partisi’nin yılmaz bir emekçisi, savunucusu ve koruyucusu olasını bilmiştir. Bundandır ki; düşman onun başına ödüller koymuş, şehit düştüğünde ise zafer naraları atarak, günlerce manşetlerden düşürmemiştir.
Öncünün uzun bir süre kendi içinde mücadele ettiği, sağ tasfiyeci hizbe karşı da, 2006 sürecine kadar gençlik içinde örgütlenmiş tüm yoldaşları ve gerilla alanındaki diğer yoldaşları gibi, İhtiyar da net tavır almış, savaşın en ön saflarında savaşanların kafasını karıştırarak mücadeleden koparmaya çalışan bu tasfiyeciliğe karşı, mücadeleyi geliştirmeye yönelik attığı kararlı adımlarla cevap olmuştur.
Düşmanın zafer naralarıyla servis ettiği son fotoğrafında bile, gözlerindeki ışığı, dudaklarındaki tebessümü görüyoruz. “Yoldaşlar sınıf mücadelesi sürüyor sürecek, taa ki, proletaryanın kızıl bayrağı göklerde dalgalanana kadar. Yılgınlık, geri durmak, korkmak, pes etmek yok, şimdi zafer sloganlarımızı daha gür ve coşkulu haykırmanın, size bıraktığımız kızıl bayrağı daha yukarı taşımanın zamanıdır“ diyen sesini duyar gibiyiz. Bu çağrın, ezilen milyonlarca emekçinin kurtuluş umudunun çağrısıdır. Bu çağrı, faşizme inat, durmadan, yorulmadan savaşmanın çağrısıdır. Bu çağrı her türlü tasfiyeciliğe, bozgunculuğa karşı bıkmadan, usanmadan mücadelenin çağrısıdır. Bu çağrınızı duyuyoruz yiğit yoldaşlarımız. Başlar dik, yumruklar sıkılı, parmaklar tetikte mücadeleyi sürdüren yoldaşlarınız var ve var olmaya devam edecektir…
(Bir Partizan okuru)