Ülkemiz egemen sınıfları biri ekonomi diğeri Suriye’deki gelişmeler olmak üzere iki cephede dolaylı etkilere açık krizlerle karşı karşıyadır. Ülke bazında ve uluslararası alanda, derinleşen ekonomik ve siyasi çelişkilerin birbirine etkisi daha dolaysız biçimler alıyor.
Suriye politikasında her geçen gün yeni tavizler vermek zorunda kalan TC devleti, emperyalist güçler karşısında belli bir ‘direniş’ göstererek oluşan yeni dengelerin içinde kalabilmeyi hedefliyor. TC devletinin ortaya attığı birçok söyleme karşın Suriye’de temel sorununun gelecekte oluşacak yapı ve bu yapıda Kürtler’in konumu olduğu biliniyor. Suriye politikasında her geçen gün artan sıkışmayı ve karşılaşabileceği riskleri gözlerden kaçırmaya çabalasa da Suriye’deki gelişmelerin TC devletinin ayağına dolanacağı söylenebilir. Şimdilik Suriye politikasında, İdlib örneğinde de olduğu gibi emperyalistler arası çelişkilerden faydalanma ve zaman kazanmaya dönük taktik hamleler öne çıkıyor. Fakat yakın gelecekte TC açısından asıl gerçeklerle yüzleşmek kaçınılmaz olacaktır.
EKONOMİDE GÖSTERGELER DAHA BÜYÜK KRİZLERİN HABERCİSİ
Henüz durgunluk, enflasyon ve küçülme gibi kavramlarla tartışılan ekonomik kriz ve krizin boyutlanmasına dönük kaygılar ülkemiz egemen sınıfları ve siyasi iktidarın temel gündemini oluşturuyor. ABD’nin ilk yaptırımları karşısında komplo teorilerinin arkasına sığınan siyasi iktidar bir yandan da Avrupa ve Rusya’yla temaslarını artırarak destek arayışını sürdürüyor. Özellikle Avrupa merkezli kredi arayışları öne çıkarken ekonomiye dair genel kanı atılacak hiçbir adımın krizin derinleşmesinin önüne geçemeyeceği yönündedir. Dövizdeki artışla TL’ye dönük güven kalmazken yüksek enflasyonla baş edilememesi üretimde, tüketimde ve yatırımlarda ciddi daralmaları beraberinde getiriyor. Birçok işletmenin kaynakları eriyor, piyasada kredi ve borçlarda geri dönüş zayıflıyor, bankalara güven ortadan kalkıyor. Üretimde ciddi kapasite düşüşleri ve kapanan işletmeler artık çok daha yaygın bir biçimde ekonomideki sarsıntıyı derinleştiriyor.
Bugün üretim alanları ve işletmeler nezdinde herkesin herkese borçlu ya da alacaklı olduğu ancak bunların büyük oranda tahsil edilemediği bir süreç yaşanıyor. Özellikle hammadde, malzeme ve makineler bakımından ithalata bağımlı sektörlerde, euro ve dolara endeksli fiyatlar nedeniyle daha büyük bir üretim ve para krizi baş göstermiş durumda. Diğer yandan ülkedeki belli başlı üretim kolları nezdinde ithalata ve dövize bağımlı olmayan bir sektör bulmak artık neredeyse mümkün değil. AKP hükümetleri döneminde daha da yoğunlaşan neo-liberal politikalar, bugün dışa bağımlılığı hem sermaye-para-kredi anlamında hem de üretim anlamında zirvesine ulaştırmış durumda. Dolayısıyla emperyalist-kapitalist sistemdeki ekonomik durgunluk ve krizlerin ufak yansımaları dahi Türkiye ekonomisinde büyük sarsıntılara neden olmakta, şimdilerde moda olan söylemle, “bir tweetle” (ABD Başkanı Trump) ülkenin kaderi değişebilmektedir. Dış borç kriziyle de yüz yüze kalan Türkiye ekonomisinin elinde çözüm gibi gözüken ve şimdilik en çok tartışılan konulardan birini faiz artırımı oluşturuyor. Bir yandan da emperyalist kuruluşlar tarafından sürekli olarak Merkez Bankası’na müdahale edilmemesi gerektiği vurgulanıyor. İktidar faiz politikasını belli bir dengeyle yürütmeye çalışsa da artan enflasyon ve döviz kuru dengeleri sarsmaya devam ediyor. Üretimdeki daralma ve işletmelerdeki kapanışlarla ekonomide bugünkü dengeleri korumanın dahi mümkün olmadığı herkes tarafından görülüyor. Bu durumda geriye sözkonusu koşulları, sömürüyü, artan zamları, işsizliği, yoksulluğu vb. geniş kitlelere kabullendirmekten, yükü onların omzuna yıkmaktan ve olası tepkilerin önünü kesmekten başka bir ‘çare’ kalmıyor.
EKONOMİK KRİZ TARTIŞMASINDA İŞÇİ SINIFI NEREDE?
Ülkede yaşanan ekonomik kriz tartışmalarında zamlar, hayat pahalılaşması, eriyen asgari ücret gibi başlıklarla çeşitli tartışmalar gündem olsa da bir bütün olarak işçi sınıfı ve sınıf hareketinin gelişim dinamiklerinin tartışılmadığı görülüyor. Siyasi ve ekonomik krizleri sınıf mücadelesinden ve bu mücadeleye dönük olasılıklardan bağımsız, akademik bir tartışmaya tabi tutmak son dönemdeki “yenilgi” psikolojisinin ve kendiliğindenciliğin genel karakteristiği oldu. Sınıf hareketinin gelişim dinamiklerine dair yeterli bir tartışma yürütülmemesinde bunu somutlayacak güç ve ilişkilerden yoksunluk da önemli bir etmendir. Ülkemiz sosyalist, devrimci hareketinin işçi sınıfından kopukluğu, AKP’nin sendikal alanda kurduğu hakimiyet işçi sınıfı hareketine dair asgari tartışmaların dahi yapılamamasını beraberinde getirmektedir. Ancak bu gerçekte bir sebep değil özeleştirel bir sonuçtur. Yine de sınıf hareketinin dinamiklerini sadece devrimci hareketin ve sendikal alanın gerçekliğine bakarak tartışmak doğru olmayacaktır. Başka bir kendiliğindenciliğe düşmeden ağırlaşan çalışma koşulları, artan sömürü, daha da değersizleşen ücretler, yaygınlaşan işten çıkarmalar ve işsizliğin potansiyel etkilerini görmek ve buna hazır olmak önemlidir.
Ekonomideki durgunluk ve üretimdeki daralmanın kitlesel sonuçlarıyla henüz tam anlamıyla karşılaşıldığı söylenemez. İşletmeler nezdinde halen bekleme ve durumu idare etme çabası hakim durumdadır. Bu umutsuz bekleyişin daha büyük sonuçları biriktirdiği açıktır. Dolayısıyla işçi sınıfı nezdinde sessiz sedasız, alttan alta büyük bir yıkımın başladığını söylemek abartı olmayacaktır. İktidarın ekonomideki sorunlara dair inisiyatifi ve algıyı elinde tutmaya dönük gerektiğinde zor yöntemlerini de içeren baskı politikası olası tepkileri belli oranda bastırabilmektedir. Ancak bunun çok uzun süre aynı etkiyi sürdürebilmesi mümkün değildir. Bu noktada ise iktidar komplo teorilerine, şovenizme ve yarattığı siyasi gündemlerin etkisine güvenmektedir.
DEVRİMCİ MÜCADELENİN ÖNÜNDEKİ SOMUT GÖREVLER
Ülkemiz sınıf mücadelesindeki bugünkü koşullar devrimci ve komünistlere belli başlı görevleri yüklemektedir. Bu görevlerden ilki devrimci çizgi ve iradeye dönüktür. İdeolojik ve fiziki bir tasfiye saldırısının hedefindeki devrimci ve komünistlerin ideolojik duruşu, örgütsel dayanıklılığı ve politik yaratıcılığı bu dönemde özel bir önem kazanmaktadır. Bu olmadan sürecin göğüslenebilmesi mümkün değildir. Diğer bir görev, faşist saldırılara ve şovenizme karşı aktif bir propaganda faaliyeti ve karşı duruşun örgütlenebilmesidir. Bu noktada devrimci-demokratik güçlerin ortaklık zeminlerinin güçlendirilmesi önem kazanmaktadır. Son olarak ekonomik krizle bağlantılı olarak fakat işçi sınıfını merkeze alan görevler bulunmaktadır. İşçi sınıfının devrimimizin öncü ve önder gücü olması, güncelde ekonomik saldırının hedefinde bulunması sınıf hareketine yoğunlaşmayı zorunlu kılmaktadır. Devrimci çizgi ve iradenin korunması, faşist saldırılara ve şovenizme karşı mücadelede de sınıf hareketine dair görevler merkezi bir rol üstlenmektedir. Çünkü devrimci mücadelenin güncelde üretilebilmesi noktasında olduğu kadar faşizme ve şovenizme karşı, en geniş cephede kitlelere dayalı bir direnişin örülebilmesi işçi sınıfının mücadelesiyle doğrudan bağlantılıdır. Doğal olarak hakim sınıfların krizini derinleştirmek sınıf mücadelesini yükseltmekten, bunun için seferber olmaktan geçmektedir.