Son günlerdeki yoğun ülke gündeminin içinde çok fazla gündemde öne çıkarılmayan hükümet ile kamu emekçi-emeklilerinin 6. dönem TİS görüşmelerinde nihayetinde mutabakat imzalandı. Temmuz sonu ve ağustos başlarındaki yüksek perdeden listelenen Memur-Sen–Türkiye Kamu-Sen’in talepleri yerini; geçmiş dönemleri aratmayan adeta orta oyunla oldubittiye getirilen, hükümetin ekmeğine yağ süren ve aileleriyle birlikte yaklaşık 20 milyon insanı yoksulluğun pençesine mahkûm eden bir anlaşmaya bıraktı. Hükümet yanlısı sarı sendikalar TİS öncesi beraber hareket edeceklerini belirtirken daha AKP-MHP ortaklığının sendikalar nezdinde tüm emekçileri nasıl sattığını ve ittifakları kurduklarını gözler önüne serdi. 23 Ağustos’ta imzalanan mutabakata göre kumu emekçilerine ve emeklilerine 2022 yılı için yüzde 5+7, 2023 için ise yüzde 8+6 oranında zam verilecek. Reel enflasyonun yüzde 35-40 bandında seyrettiği, iğneden ipliğe tüm tüketim mallarına son bir yılda özellikle yüzde ellileri aşan zam yağmuru yaşandığı, kira, barınma ve enerji fiyat artışlarının zirve yaptığı koşullarda bu zam oranı açık ki emekçilerle dalga geçmek anlamına geliyor.
Geçmiş yıllara göre birkaç rakam fazla zam oranını, 3600 ek gösterge ve sözleşmelilerin kadroya alınma çalışmalarının 2022’de yapılacağının sözünün alınması ve en nihayetinde sendika aidatlarının 400 liraya çıkmasını olası bir seçim atmosferinde kullanılacak bir argüman haline olarak değerlendirmeye daha şimdiden başladılar. Fakat emekçilerin bu yalanlara daha fazla sabrı kalmadığını söylemek hata olmaz.
TİS süreçlerinde emekçilerin sürece katılımları ve gündemlerindeki yer hiç de iç açıcı değil. Birçok neden olmasına karşın en önemli ve altı çizilmesi gereken nokta emekçilerin artık sendikal yapılara olan güvenlerinin ciddi anlamda yıpranmış olmasıdır. Sarı-yandaş sendikalara üye olan çalışanlar bile destekledikleri hükümetin ve uzantısı sendika yönetimlerinin anlayışlarını, tüm emekçilere nasıl yalan söylediklerini, onları nasıl bölmeye çalıştıklarını ve dahası nasıl sattıklarını daha çıplak görüyor. Gelecekte oluşabilecek toplumsal hareketlilikleri engelleme ve yönetme noktasında süreç özgülünde düzen partileri tarafından daha özel anlam biçilen ve üzerinde çalışılan sendikaların açıktır ki tarihsel rollerini oynamalarını kısa vadede beklemek zordur. Diğer yandan özelikle KESK’in içinde barındırdığı dinamik ve tecrübeler, olası toplumsal hareketliliklerde daha aktif ve nitelikli yer almasını sağlayabilecek yegâne etken durumundadır. Fakat sonu baştan belli olan TİS sürecini emekçilerin gündemine sokma, tabana söz ve talep hakkı vererek süreci sahiplenme reflekslerinden uzak, sembolik birkaç şehirden Ankara’ya yapılan yürüyüşlerle bu TİS sürecindeki zammı tanımadıklarını cılız da olsa dillendiren KESK, tabanıyla birlikte nitelikli eylemliliklere geçmedikçe emekçilerin yaşam koşullarının günden güne daha da ağırlaşacağı aşikârdır.
Ülkenin hâkim sınıfları ve AKP-MHP ittifakı halka dönük baskıyı, kutuplaştırmayı derinleştirerek yeni saldırı zeminleri yaratır ve daha kalıcı ve derin sömürü ilişkileri organize ederken emek hareketindeki durağanlığın çok fazla uzun sürmeyeceğini söylemek de mümkün. Kamu emekçilerinin yani nihayetinde kendileri de işçi olan memurların ısrarla yıllardır işçi sınıfının mücadelesinden kopartılmaya çalışıldığı ülkemizde ne zaman işçi ve memur mücadelesi birleşse o zaman hak kazanımları olmuş ve bu durum sınıf düşmanlarının en çok korktuğu denklemlerden birisi haline gelmiştir. Mevcut toplumsal görüntüde topyekûn saldırı ancak topyekûn direniş ve mücadeleyle püskürtülebilir; emekçilerin alınteri, yaşama ve geleceği ancak bu yolla savunulabilir. Bu nedenle ve gelecek sürecin hem siyasal hem ekonomik olarak çok daha zor geçeceği öngörüsünden hareketle mümkün olduğu kadar mücadeleleri birleştirici bir perspektif izlemek sınıf sendikacıları için yaşamsaldır.
Mevcut AKP-MHP hükümeti, devletin tüm ideolojik aygıtlarını kullanarak açlığın, yoksulluğun ülkemizde olmadığı yalanını propaganda ederken bunu dile getirenleri ise en basit haliyle soruşturmaya tabii tutuyor. Şu günlerde açlığa-yoksulluğa mahkûm edilmiş insanların öfkesi gitgide keskinlik kazanıyor, mızrak çuvala sığmıyor. Halkın kaybettiklerinden beslenen bir avuç patron, tefeci ve yandaşları saraylarda keyif çatar ve ballı ihaleleri alırken halkı baskı altında tutarak kontrolü elinden kaçırmamaya çalışıyor. Zorlandıkça saldırganlığı da artıyor. Çünkü seslerin çoğalması ve dahası birleşmesinden, çünkü yaptıklarının hesabının sorulmasından o kadar korkuyorlar ki topyekûn ellerinden geleni yapıyorlar. Yapmaya da sertleşerek devam edecekler. Öyleyse bu korkuyu daha da büyütmek için örgütlülüklerimizin niteliği yükseltilmeli ve mücadele kitlelerde ete kemiğe büründürülmelidir. Sadece tespit, teşhir yapmakla yetinen, genel söylemlerin ötesine çıkamayan bir mücadelenin, özelde sendikal mücadelenin işçi ve emekçilere gerçek bir güven vermesi mümkün değildir. Bu nedenle, sınıfımızın mücadele deneyimleri içerisinde ortaya çıkardığımız bir sloganın bugün daha yüksek bir biçimde altı doldurulmak zorundadır. Hak verilmiyorsa, sokakta kazanılmalıdır.