Günün Faaliyetçisi Değil Devrimin Örgütleyicisi Olalım!

Ülkede, sınıf mücadelesi tarihinde, örgütleyicinin örgütlenmesi ve kadro sorunu birçok zaman nesnel devrimci durumun aksine gelişmiş; devrimci durumun yükselişi halinde de sınıf mücadelesinin öncü müfrezesi olan, olma iddiası taşıyan parti-örgüt-hareketler öznel şartları yaratamamış; kendisini ve öncüsünü örgütlemekte, kitleleri devrim için seferber etmekte yetersiz kalmıştır.

Kolektifimiz de tarihi boyunca önderlerinin, ileri kadro ve militanlarının şehit düşmesi, örgütsel inşa süreçlerinde ortaya çıkan darbeler ve tasfiyecilikle karşılaşmış olması, Bolşevik-Maoist örgütlenme ilkelerini yerine tam anlamıyla getirememesi ve kimi zaman örgütlenme politikasında düşülen hatalar vb. nedenlerle kronikleşmiş bir kadro ya da faaliyetçilerinin devrimcileşmesi sorunu yaşamıştır.

Bu sorunun dünyada gelişen kapitalist-emperyalist sistemin etkilerinin, geldiği boyutun, siyasal gelişmelerin, ideolojik saldırı ve etkilenmelerin ortaya koyulmadan ele alınması; yükü bireylerin omzuna yüklemek olur. Ancak bu noktada bireylerin de, kolektifi meydana getiren örgütler toplamının da kolektifin ideolojik-siyasal-örgütsel hattını kendinde, alanında içselleştirme, pratiğe geçirme sorumluluğu hatırlanmalı, hatırlatılmalıdır. Bu sorun kavranmadığında sakatlanmış bir devrimci profili ile karşılaşıyoruz. Genellemelerden çıkıp, hemen göze çarpan birkaç şekliyle kendi yaşamımıza, resmimize bakalım:

PART-TİME DEVRİMCİLİK

Bir çalışma alanında, ideolojik etkilenme ile parti çevresine gelen bir birey, içinde yaşanılan sınıflı toplumun alışkanlıklarını, ruhsal ve kültürel şekillenişini, ilişki tarzını üzerinde taşımaktadır. Bu çalışma alanının bir semt-mahalle olduğunu düşünürsek, buradan gelen bireylerin de küçük burjuva sınıf karakterini, küçük burjuva ihtiyaçlarının özlemlerini; lümpen proletaryanın dağınıklığını, laçkalığını; bireyciliği ve burjuva yoz kültürden etkileşimleri barındırdığını görürüz. Çünkü bugün için semtlerde yaşayan kitlelerin bir kısmı üretim içinde olsa da, baskın bir nüfus üretimden ve sanayiden uzak ve daha çok yedek emek gücü olarak konumlandırılmıştır ve disiplinli bir proleter yaşamdan uzaktır. Dolayısıyla her ne kadar devrimci savaşımdan etkilense de bir ayağı hep düzene basmakta ve düzenden beklentilerine sırt çevirememektedir. Yine bu nedenle tutarsızdır. Ancak devrimci savaşım ivme kazandığında net olarak tarafını belirler. Kısaca doğası budur!

Bu doğayla, geldiği sınıf karakteriyle, şu ya da bu şekilde bir kez kolektifin çalışma alanıyla ilişkilendikten sonra, belli bir plan-program dahilinde kolektifin ve sınıf savaşımının ihtiyaçlarına göre şekillenmek, doğru önderlikle bireyi çelişkilerinden arındırıp, devrimcileşme yoluna sokar. Bireyler de bütünün bir parçası, bütünü oluşturan bir parça olduğunun, kendi misyonunun farkına varmalı ve bu ileri adımın örgüt içinde, sınıf mücadelesinin pratiği içinde gerçekleşebileceğini unutmamalıdır! Şöyle ki; “Zihnimizde büyük hedefler olmayınca, küçük bir çöp bile belimizi bükecek kadar ağırdır. Zihnimizde büyük hedeflerle, Tai Dağı bile belimizi bükemeyecektir”. (Başkan Mao’dan Seçme Sözler-Umut Yayımcılık)

Kolektifin örgütlü alanları-organları dışında, kendini, kitle yayın organının dağıtımı, demokratik kitle örgütü çalışması, legal eylem ve etkinliklere katılım, kafeterya, dernek açıp kapatma; bu tür deşifrasyona ve dejenerasyona açık olan alanlarda salt zaman öldürerek; apolitik ilişkilenmelerin, burjuva feodal toplumun aile yapısının ardından sürüklenerek sınırlamakla Mao yoldaşın dediği gibi küçük bir çöpün altında dahi belimiz bükülür ve mutlaka bir yerde sınıf mücadelesinden geri düşeriz.  Yaşamımız, bu haliyle kolektif çevresinde sürse dahi, bizi kırk yerimizden düzene bağlayan ilmeklerden kopamaz ve insanlığın en ileri dünyası olan sınıfsız toplum-komünizm davası adına, bir taşı dahi yoldan kaldırmak için hareket etmiş olmayız.

Böylesi bir dürtüyü bireye kazandırma sorumluluğu, büyük ölçüde kolektifin görevi olsa da devrimci-komünist iddiada olan kişinin; “kendinden harekete geçme yetisi; gerçekleştirilecek bir işi yapma sorumluluğu, boşa zaman harcamama sorumluluğu, toplumun gereksinimlerini karşılama sorumluluğu,  toplu yaşantı oluşturma sorumluluğu insan özellikleri arasında olmalıdır.” (A. Makarenko, Yaşam Yolu)

Öyleyse bu özelliğimizi açığa çıkararak, yaratıcı bir biçimde geliştirirken; kolektifin yani sınıf savaşımının hizmetine sunup; Proletarya Partisi’nin ideolojik-politik-örgütsel önderliğini pekiştirmeli ve kendi yaşamımızla partili olma, devrimci-komünist olma sıfatını yüceltmeliyiz. Bunun için sadece boş zamanlarımızı değil, bütün bir yaşamımızı, ruhumuzu devrimci mücadeleye katmalıyız.

Bir ayağımız güçlü bir şekilde düzene basarken, sınıflar mücadelesine basmaya çalışan diğer ayağımız sakatlanacaktır. Bu haliyle süregelen bir birey ya da çevre ilişkisi; çevre örgütü yaratır ve tarih göstermiştir ki çevre örgütü, çevrecilik, partinin iflah olmaz düşmanıdır.

“… İnsanın kendine bir şeyim demesi başka, öyle olması daha başkadır.” (Lenin, Bir Adım İleri İki Adım Geri) Bugün devrimciliklerine toz kondurmayan kimi bireyler, proleter ideolojiye yabancıdır. Kendi küçük burjuva şekillenişini alanında üretmekte kendi sağ/sol tarzını oluşturarak, kolektifin-ideolojik siyasal anlayışını, örgütsel biçimini, kültürünü hoyratça dejenere etmektedir. Bir grevden, kitle içinde çalışmadan heyecan duymamakta; kiminde bir grev, kiminde kitle hareketleri dikkat çekmemektedir. Kendi bireyci, alancı, grupçu dünyasının dar duvarlarına çarparak; umutsuzluk içinde dinamikliğini, ataklığını, an’da devrimci müdahale (kendine veya çevresine) yapma, inisiyatifli olma yetisini kullanamamakta; siyasal algılarını, duyarlılığını geliştirememektedir. Geliştirdiği bir yan varsa o da devrimcileşememe,  git gide çürümedir. Yarım ağızla devrime inanma, dolayısıyla yarı zamanlı “devrimcilik” yapmaktadır. Kolektifimiz buna Part-Time devrimcilik demiştir. Yani yarı zamanlı devrime katılmaktır. Esasen, örgütsüz devrimcilik denmesi de isabetli olacaktır. Örgütsüz devrimcilik olmaz. “Vücudun tek tek üyeleri ancak birlikleri sayesinde ne iseler odurlar. Vücuttan ayrılmış bir kol, sade adıyla koldur artık”. (Aristotales, Ansiklopedi, s.216)

Konuyu örneklendirirken, semt-mahalle benzeri alanlardaki kitle karakterinden ve faaliyetçi profilinden bahsedilmiş olunsa da; genelde böyle bir sorunun varolageldiğini yadsımamalıyız. Eğer bunu yadsır isek, üretim alanlarındaki çalışmamızın veya faaliyetçi profilimizin devrimcileşme sorunu olmadığını söylemiş oluruz. Bu da bizi salt işçiliğe götürür. Evet! İşçi sınıfı konumu itibariyle en ileri toplumu yaratma potansiyeline sahip tek sınıftır: Sınıf savaşımını nihayete erdirene kadar, kendini toplum içinde insani olarak bulamayacağı için sonuna kadar tek devrimci sınıftır. Ancak onun devrimciliği de proleter bilinçle buluşturulduğunda-buluştuğunda kazanılabilir; harekete katılarak, hareketin bilgisiyle donanarak kazanılabilir.

Sınıfın iki büyük ustası Marx ve Engels yoldaşlardan hatırlayalım: “… Komünist bilincin yığın ölçeğinde üretimi, gerek bizzat davanın gerçekleşmesi için insanların yığınlar halinde değiştirilmesi gereklidir ki, bu da ancak pratik bir hareket içinde, bir devrim içinde olabilir; öyleyse devrim, yalnızca egemen sınıfı başka yoldan devirmek olanaklı bulunmadığı için değil, aynı zamanda, onu devirmekte olan sınıf ancak bir devrimle geçmişin tüm kirinden kurtulmayı ve toplumun yeniden kurulmasına yetenekli duruma gelmeyi başarabileceği için gereklidir.(Felsefe İncelemeleri, s.99)

Buradan hareketle düşünürsek, işçi sınıfı içindeki çalışmamızın, faaliyetçi profilimizin de devrimcileşemediği; proleter bilinç ve örgütlü yaşam kazanamadığı zaman “geçmişin kirinden” kurtulamayacağı açıktır. Üretimde olduğumuz, işçi olduğumuz halde; üretim alanımıza, fabrikaya, atölyeye vs. bir faaliyet alanı olarak bakmadığımızda; buralarda siyasal çalışma, ajitasyon-propaganda çalışması yapmayı bırakalım; ekonomik talepler uğruna dahi çalışma yapmıyor(gerici de olsa) mevcut sendikal çalışmaya dahi katılmıyorsak yine devrimciliğimiz sakatlanır. Faaliyetimiz ya da devrimciliğimiz, üretim alanından yaşam alanımıza döndüğümüzde, yaşam alanlarımızla sınırlandığında, burada elbette bir sorun vardır. Konumuz part-time devrimcilik olduğundan, bu anlayışla sınıf mücadelesine katıldığımız zamanı hesap edersek, günün sadece bir-iki saatini kapsar.

Yine son yaşanılan parti içi tasfiyeciliğin, küçük burjuva sağ tasfiyeci anlayışın da bu tür bir “devrimci yaşam” tarzını benimsediğini görüyoruz. Geldikleri ve taşıdıkları küçük burjuva sınıf karakterinden, küçük burjuva ideolojisinden arınamayan, kitlelerle bağ kurmaktan imtina eden, kendi ihtiyaçlarının, alanının sorumluluğunun dışında kendini görmeyen, kitlelerle ve partiyle bağlarını güçlendirmekten çok, reformist eğilimlere, burjuva aydınlarına bağlı olan bir anlayışı bünyelerinde hakim kılmışlar ve devrimcileşmede-komünist olmada ısrardan çok, zamanlarını partiyi yıpratmaya sarf etmişlerdir.

Tüm bu örneklerle verilen devrimcileşme sorununa dair somut görüntüler, sorunun nedenine inmediğimizde, şuan yaşamımızın her anında tekrarlandığı gibi gelecekte de tekrarlanacak ve kendini üretmeye devam edecektir.  “Devrimcilik” tanımını ve bir devrimcinin yaşamını sakatlayan bu pratiklerin ideolojik bir temeli olduğu daha önce yazıda belirtilmişti. Devrimde temel aldığımız sınıf bizim ideolojimizi; siyasal ve örgütsel şekillenişimizi, ittifaklar sorununa yaklaşımımızı belirler.

Kolektifimiz, adında da ilan ettiği gibi, komünist topluma giden yolda omzuna tarihi değiştirme misyonunu yüklemiş olan proletarya ve onun ideolojisini ülkede temsil etme iddiasını taşır. Ancak, ülkenin “somut şartlarından” kaynaklı “köylülükle ilgili” görevler yüklenir. Kaypakkaya yoldaşın “TİİKP Program Taslağı Eleştirisi”nden aktarırsak; “… Biz işçi sınıfı hareketiyiz, onun öncü müfrezesiyiz. Köylü hareketi asla değil. Ülkemizin bugünkü somut şartları bize köylülükle ilgili görevler yüklüyor ama bu geçicidir, bizi asıl görevimize yaklaştıran geçici bir adımdır. Köylülük kitle olarak, bir bütün olarak, üretim araçlarının özel mülkiyeti alanında bulunmaktadır ve kapitalist toplumun temelinin muhafazasından yanadır. Köylülük, modern sanayi karşısında dağılan ve yok olmaya doğru giden bir sınıftır. Oysa proletarya, mülkiyetle bütün bağlarını koparmıştır. Modern sanayiin özel ürünü ve asıl ürünüdür. Modern sanayiinin gelişmesiyle birlikte gelişir ve güçlenir. Geçmişi değil geleceği temsil eder. Yok olanı değil büyüyüp gelişeni temsil eder. (…) Bu nitelikleri dolayısıyla da, toplumun bütün emekçi kesimlerinin, (…) kurtuluşunu, tarih, işçi sınıfının omuzlarına yüklemiştir. İşte biz, bu sınıfın öncü müfrezesiyiz.” (Seçme Yazılar, İbrahim Kaypakkaya, s.40- 41)

Marksizm’in de abecesi olan bu değerlendirmelerde, kolektifimizin, işçi sınıfının öncü müfrezesi olma iddiası ortaya konulurken; oldukça berrak bir şekilde işçi sınıfının en ileri devrimci sınıf olduğu vurgulanmaktadır. Bunun dışındaki burjuvaziyle proletarya arasında yer alan, köylülük, küçük burjuvazi gibi ara sınıf ve katmanların kapitalist gelişme karşısında çözülmek zorunda olduğunu belirtmektedir. Bu gün için, ülkenin somut şartlarından (üretim ilişkilerinin yarı feodal yarı sömürge olması) kaynaklı bu ara sınıf ve katmanlar ittifaklar sorunu kapsamında ele alınmaktadır.

İşte bizim part-time, örgütsüz devrimcilik anlayışımızda bu ara sınıf ve katmanların sınıf savaşımına katılmada yaşadığı tutarsızlıkların kolektif içinde hayat bulmasından ortaya çıkar. Bundan arınmanın yolu da ideolojik temellerimizi kavramak her an, her bireyde düşünsel dönüşümü hedeflemek ve yeniden üretimini sağlamak; kentlerde özellikle üretim alanlarına, sınıfa doğru daha yoğun bir yönelim gerçekleştirmektir. Geniş halk kitlelerine giderken de bir an olsun sınıf perspektifini elden bırakmamak olmalıdır.