En sık dile getirdiğimiz eleştirilerden biri “çalışma tarzımız yanlış” olmaktadır. Ama bunu ne kadar tekrarlarsak tekrarlayalım salt bunu söylemekle çalışma tarzımızın düzelmeyeceği, düzelmediği ortada. Bu nedenle bizim “çalışma tarzı nedir, çalışma tarzını doğru ya da yanlış kılan nedir, mevcut çalışma tarzımızın temel özellikleri ve kökenleri nelerdir, çalışma tarzımız nasıl olmalı ve doğru bir çalışma tarzını uygulamanın temelleri ve başlıca bileşenleri nelerdir” sorularına doğru yanıtlar bulmamız gerekmektedir ki çalışma tarzımızı düzeltebilelim.
Çalışma tarzı; çalışmalarımızda yani pratiğimizde izlediğimiz yöntemdir. Amaç ve hedeflerimizi pratiğe uygulama yöntemimizdir. Bu nedenledir ki çalışma tarzı amaç ve hedeflerimizle birebir bağlıdır. Her çalışma tarzı bir amaç ve hedefe denk düşer ya da tersten ifade edersek her amaç ve hedefin kendine özgü, kendine uygun, kendine hizmet eden, kendini yansıtan bir çalışma tarzı vardır.
Çalışma tarzı amaç ve hedeflere bağlı olduğu, amaç ve hedeflere hizmet etmek zorunda olduğu içindir ki bir çalışma tarzının doğru ya da yanlış olduğunu belirleyen o çalışma tarzının amaç ve hedeflere hizmet edip etmediği, uygun olup olmadığıdır. Eğer ortada amaç ve hedeflere hizmet etmeyen, uygun olmayan bir çalışma tarzı varsa, bunun nedeni ya amaç ve hedeflerde samimi olmama ya da amaç ve hedefleri yanlış ve/veya yetersiz kavramadır. Pratiğe uygulama yöntemi amaç ve hedeflerin nasıl kavrandığının bir sonucu olduğu içindir ki, çalışma tarzı amaç ve hedeflerin nasıl kavrandığının göstergesi, denek taşıdır. Bu nedenledir ki çalışma tarzının doğru hale yani amaç ve hedeflere hizmet eder hale getirilmesi, en başta amaç ve hedeflerin doğru ve yeterli kavranmasıyla mümkündür. Yani çalışma tarzımızı düzeltelim demek, en başta amaç ve hedeflerimizi doğru ve yeterince kavrayalım demektir.
Çalışma tarzının yanlışlığının temel kökenlerini amaç ve hedeflerin (bizim temel amaç ve hedefimiz Yeni Demokratik Devrim olduğuna göre) devrimin yanlış ve/veya yetersiz kavranışı olduğu gerçeğinden başka yerde aramak, çalışma tarzının yanlışlığını basit bir yöntem, uygulama sorunu olarak görmek, çalışma tarzını amaç ve hedeflerinden ve bunların nasıl, ne denli kavrandığından kopartarak ele almak, tüm bunlar ve bunların benzeri yaklaşımlar çalışma tarzımızı doğru hale getirmez, aksine olumsuzlukları pekiştirir.
Çalışma tarzımızı gerçekten düzeltmek mi istiyoruz, öyleyse amaç ve hedeflerimizi, devrimi doğru ve yeterince kavramalıyız. Biz kimiz, ne yapmaya çalışıyoruz, hangi koşulların içindeyiz? Bunlar doğru ve yeterince kavranmadan doğru bir çalışma tarzını uygulamak asla mümkün olamaz. Çalışma tarzımızdaki yanlışlıklar nedensiz, köksüz ya da basit olgular değildir. Tamamen ve yalnızca kim olduğumuzu, ne yapmaya çalıştığımızı ve içinde bulunduğumuz koşulları yanlış ya da yetersiz kavramamızın sonucudur.
Bizim çalışma tarzımızın en yakındığımız yönleri günübirlik, dar pratikçilik, kendiliğindenciliktir. Günübirlikçilik; salt günle sınırlı, günün dayattığı acil sorunları çözmeye çalışan, yarına bir şey bırakma hedefi gütmeyen, yarına bir şey bırakmayan, bugünle yarın arasındaki ilişkiyi sorgulamayan, kurmayan, salt acil günlük sorunların asgari gereklerini yerine getirmekle sınırlı bir çalışma tarzıdır.
Dar pratikçilik; teorinin, stratejinin ışığında üretilmiş politika ve taktiklerden kopuk, amaç ve hedefleri belirsiz ya da teori ve stratejiyle bağları aydınlatılmamış, verimsiz, kalıcı ürünler üretmeyen, sonuçta koşuşturmadan ibaret kalan bir çalışma tarzıdır.
Kendiliğindencilik; ayrıntılı tahlil ve sorgulamalardan beslenmeyen, hedefleri belirsiz, plan ve programdan yoksun bir çalışma tarzıdır.
Görülüyor ki günübirlikçilik, dar pratikçilik ve kendiliğindenciliğin her üçü de ortak bir karaktere sahiptir. Kavranılmış, bilince çıkarılmış bir hedeften, bugünle yarın arası ilişkiden ve bunlara uygun bir plan ve programdan yoksunluk. Bunların temeli de hedeften yoksunluktur. Çünkü hedefin olmadığı, belirsiz olduğu, yeterince kavranmadığı koşullarda ne bugünle yarın arasında ilişki kurulabilir ne de buna uygun bir plan ve program yapılabilir. Buradan da daha önce vurguladığımız gerçeğe, çalışma tarzımızı düzeltmenin anahtarının amaç ve hedefleri doğru ve yeterince kavramak olduğuna geliriz. Eğer herhangi bir faaliyette amaç ve hedefler belirsizse, doğru ve yeterli bir biçimde kavranmamışsa ya da kavratılmamışsa orada çalışmanın doğru bir tarzda yürütülmesi mümkün olabilir mi? Bugün yapılanın yarınla bağı, ilişkisi doğru ve yeterli bir tarzda aydınlatılmamış, kavranmamış, kavratılmamışsa orada günübirlikçiliğin olmaması mümkün mü? Doğru ve yeterli bir tarzda kavranan teori ve stratejinin ışığında üretilmiş politika ve taktiklerin yön vermediği bir pratiğin dar-pratik olmaktan kurtulması mümkün mü? Hedefin belirsiz olduğu, doğru ve yeterli bir tarzda kavranmadığı ya da kavratılmadığı bir faaliyetin kendiliğindenci olmaması mümkün mü?
Amaç ve hedefleri kavramak ve kavratmak, teori ve strateji yani MLM’yi ve yaşadığımız topraklara uyarlanmış Halk Savaşı’nı kavramaktan ve kavratmaktan geçmektedir. Ancak teori ve stratejinin kavrandığı, kavratıldığı, bunların aydınlattığı politika ve taktiklerin üretildiği koşullarda çalışma tarzımız düzelebilir ve düzelecektir. Böylelikle günübirlikçi, dar pratikçi, kendiliğindenci çalışma tarzı aşılacak, yerine yarını bugünden kuran, yarının temellerini atan, önünü açan, planlı programlı, hedefli, sorgulayıcı, üretken, yaratıcı, verimli, kolektif, inisiyatifli, disiplinli, militan, atak bir çalışma tarzının hakim olmasının zemini yaratılmış olacaktır.
KENDİLİĞİNDENCİLİĞİ GÜNLÜK YAŞAMIMIZDA DA AŞALIM!
Proletarya partisinin tüm örgütlü militanları ve faaliyetçilerinin yaşam tarzının köklü bir değişime uğraması, disiplinli ve üretken bir içeriğe kavuşması ancak, sınıf bilincinin kuşanılması ve kavranması ile mümkündür. Bu bilinç edinilmediğinde bir yanımızla örgütlü yaşayıp öte taraftan örgütlü bir yaşamın gereklerini yerine getirmeyiz. Ve yine bu bilinç kavranıp benimsenmediğinde küçük burjuva yaşam tarzımızla da köklü bir kopuşu sergileyemeyiz. Bir açıdan bakıldığında pratik birçok görevi yapıyoruz, büyük küçük demeden birçok “iş” hallediyoruz, ama farklı bir açıdan görev ve sorumluluklarımızın bütününü kavramıyoruz. Sorumluluklarımızı pratik olarak yerine getirdiğimiz pratik görevlerle sınırlayarak, tüm günümüzü, anımızı devrimci üretim ve gelişim merkezli kavrayıp, buna uygun konumlanmıyoruz.
Komünist ideolojinin gereği olarak devrimciliğin gündelik yaşamda yeniden ve yeniden üretilmesi meselesi üzerinde önemli bir şekilde durmamız gerekiyor. Üzerinde durmamızı gerektiren temel yaklaşım ise günlük yaşam olarak formüle ettiğimiz pratiğin kendisi ideolojik olarak kavgada netliğimizi yansıtmasıdır. Görev ve sorumlulukların kavranış düzeyi, ideolojik netliğimizin ve devrim ufkumuzun düzeyini ele vermektedir. Aksini düşünmek de mümkün değildir.
Yaşamımızı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeden ya da yeterli düzeyde yerine getirmeden ideolojik netlikten bahsedilemeyeceğini biliyoruz. Bu anlamda bugün ki mevcut gerçekliğimize baktığımızda misyonunu, sınıf mücadelesini ve bu mücadelenin gereklerini yeterince kavramamanın yaşamımızda bir yansıması mutlaka vardır. Misyonunu kavrayamayan bir militanın yaşam tarzı da daha küçük burjuva özellikler taşıyacağını biliyor ve görüyoruz. Ama burada tartışmamızın sadece misyonumuzu kavramamakla sınırlandırmadan tartışılması gerekir. Çünkü misyonumuzu kavramak olarak belirttiğimiz noktanın da sınıf mücadelesinin kavranmasından bağımsız olmadığı anlaşılmalıdır.
Diğer yandan misyonunu kavramak dediğimiz şey yaşamda karşımıza çıkan sorunların çözümü, proletarya partisinin verdiği görev ve sorumlulukların yaşam bulması olduğunun altını çizelim. Öyleyse misyonunu kavramak dediğimizde sabit bir şeyden değil, zamana ve sürece göre değişen bir şeyden bahsediyoruz. Aynı şekilde ideolojik netliği de böyle ifade edebiliriz.
Öyleyse ideolojik netliği ve misyonunu kavramayı teorik düzlemden çıkararak yaşam pratiğimize indirgediğimizde somut durumda daha da netleşmiş olur. Bu netlik bize yaşadığımız sorunların bir tesadüfler sonucu olmadığını, bunların yaşamımızda kendini gösteren ideolojik zaaflarımızın sonucu olduğunu gösterecektir.
Bugün militanlarımızın yaşamını incelediğimizde neyi görüyoruz. Sadece pratik işlerin kotarılmaya çalışıldığı bir devrimcilik görüyoruz. Böylesi bir devrimciliğin geri düzeyde bir bilinç yaratması elbette şaşırtıcı değildir. Dahası kendine güvensizliği beslemesi ve devrimci coşkuyu öldürmesi anlamında bir sonuç vermesi de tamamen anlaşılırdır. Ufkumuz ve sınırımız, görevlerimiz günlük yaşamın pratiği ile sınırlı olduğunda, günlük yaşamımızı dolduracak pratik faaliyet olmadığında, boşluklarla doldurduğumuz bir yaşam akmaktadır. Bu yaşama, açığa çıkan boşluklara müdahale etmek, sınırlı düzeydeki bilincimizle ancak yeni pratik faaliyet örgütlendiğinde mümkün olmaktadır. Plansız, günü birlik bir yaşam, görev ve sorumlulukların öncelik sıralaması yapılmadan koşturulan bir devrimcilik ciddi yetmezlikler de taşımaktadır.
ANI VE GÜNÜ KURTARANLAR DEĞİL, DEVRİM DAVASINA ADANANLAR OLALIM!
Faaliyetimizin ve ona bağlı olarak bir bütün yaşamımızın kendiliğinden ve günü birlik bir karakterden kurtarmak ancak sınıf mücadelesi ile bağlarımızın güçlendirilmesi ile mümkün olacaktır. Bu bağ güçlendirilmediğinde mücadeleye dair yürütülen bir dizi tartışmanın ayakları havada, belirsiz ve hedefini bulmayan tartışmalar olarak kalması kaçınılmaz olacaktır. Mücadelenin önünde engel olan zaaf ve hastalıklarımızı aşmamız, bu yönlü bir yönelim ve irade geliştirmemiz için güçlü nedenlerimizin olması gerekir. Zaaflarımızı aşma yönelimi yine mevcut anı kurtaran bir zemine sahip olduğunda istenilen sonucu almak da mümkün olmayacaktır.
Bugün ufkumuzu ve yönelimimizi belirleyen, bir bütün olarak sınıf mücadelesi değil daralan ve darlaşan faaliyetimizdir. Sahip olduğumuz ufuk faaliyetimizin sınırları kadardır. Bu kavrayış ve algı beraberinde davaya adanan militan ve kadrolar yerine, ana-güne ve dar pratiğe adanan militanlar olmamızı getirmektedir. Okumayan, araştırmayan, üretmeyen ve kendini yenilemeyen yapımız ve bu konudaki “kararlı” duruşumuz, sorunlarımızı kavrayış ve ele alışımızı da belirlemektedir. Faaliyetimizin ve çalışmalarımızın nerelerde nasıl tıkandığı, nerede nasıl tekrara düştüğü, nerede nasıl gerilemeye başladığı gibi esaslı muhasebeleri sınıf mücadelesinin gelişiminden, proletarya partisinin içinden geçtiği koşullardan bağımsız bireylere indirgeyen bir yaklaşım söz konusudur. Bu yaklaşım ve ele alışın yaşanan sorunlara çözüm iradesi geliştirmesi ise mümkün olmamaktadır.
Proleter devrimciliği kavramanın, kendimizi bu yönelime göre kalıba sokmanın, şekillenişimizi bu çizgiye uygun hale getirmenin anahtarı sınıf mücadelesini tüm yönleriyle kavramaktan ve kendimizi buna uygun konumlandırmaktan geçmektedir. Bu başarı ve yönelimdir bizi daha büyük hedefler belirleyerek daha ileri adımlar atmaya itecek olan. Bugünden yarına yürüyüşümüzü engelleyen prangalarımızın kırılması ancak böyle mümkün olacaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 9 Temmuz 2020 tarihli 65. sayısından alınmıştır.