Ülkemiz sınıf mücadelesi ve bu mücadelede devrimci-demokratik safta yer alan güçler zorlu bir dönemden geçiyor. Dünyada, bölgede ve özelde ülkede yaşanan gelişmeler ve bunun devlet yönetimlerine yansıması ilerici güçlere ve halka kapsamlı bir saldırı dalgasını beraberinde getirdi. Sözkonusu gelişmelerin merkezinde emperyalist-kapitalist sistemin krizi ve buna paralel burjuvazi ve proletarya arasında artan çelişkiler bulunuyor. Bugün emperyalist ülkeler özgülünde “sağ muhafazakarlaşma”, “ırkçılık” olarak tartışılan bu tablo; yarı sömürge ülkelere doğru kaydıkça açık bölgesel savaşlar, işgal ve katliamlar biçimini alıyor. Halihazırda faşist ve baskıcı iktidarlara sahip yarı sömürge devletler temsili demokrasiyi, biçimsel kuralları ve hatta parlamentolarını dahi hiçe sayarak faşist politikalarını azgın bir saldırı dalgasıyla halka, ilerici ve muhalif her güce yöneltiyorlar.
Ülkemizde bu süreç AKP hükümetiyle ve daha özelde ise hükümetin Gezi/Haziran İsyanı sonrası adım adım geliştirdiği açık baskı politikalarıyla özdeşleşmiştir. Faşist-şovenist saldırganlık çeşitli aşamalardan geçerek sınır ötesinde Efrin’in işgaline, ülke içerisinde ise yeni bir saldırı dalgasına yükseltilmiş durumda. 12 Eylül AFC’si ve ‘90’lı yılların baskı politikalarını aratmayacak şekilde gözaltı, tutuklama, işkence, infaz, kitle katliamı, ifade ve eylem yasakları, kültürel dayatmalar ve daha yığınla fiziki ve ideolojik saldırı gerçekleşmektedir. Bu saldırılarla ülkemiz devrimci-demokratik güçleri ciddi oranda zayıflatılmış durumda. Bu zayıflığın politik yapıların birçoğunda örgütsel kriz durumu yarattığı açıktır. Kürt ulusuna karşı imha, inkar ve asimilasyon politikalarını esas alan devlet en büyük ve en yoğun saldırısını Kürt Ulusal Hareketi’ne yöneltmiş, orada da ciddi bir zayıflamaya yol açmıştır.
Biçimi değişse de düzen içi siyasi güçler, sol reformist güçler, sendikalar, dernekler, odalar ve toplumun örgütlü her kesimi bu saldırılara bir biçimde maruz kalmış durumda. CHP nezdinde hükümetin politikalarına direnmeme ve hatta teslimiyet, reformist güçler nezdinde ise esasta CHP’ye ve Kemalist tabana yedeklenme şeklinde savunma politikası öne çıkmaktadır. Hükümet karşıtı neredeyse tüm örgütlü güçlerin içine çekildiği bu kendini savunma durumu saldırıları azaltmadığı gibi hükümeti daha da cesaretlendirmektedir.
Olumsuz koşullar içerisinde, kapsamlı bir saldırıyla karşılaşıldığında geri çekilmeler ve savunmaya dayalı politikalar uygulanabilir. Bu sınıf mücadelesinin nesnel yasalarından biridir. Fakat ülkemiz özgülünde devrimci-demokratik ve ilerici güçlerin izlediği politikanın doğru bir savunma veya geri çekilme politikası olmadığı açıktır. Reformist güçlerin büyük bölümünün sığındığı CHP, Cumhuriyetçilik ve Kemalizm limanı, onları saldırılardan korumak yerine düzenle bütünleşmelerine yol açacak ya da CHP’nin akıbetini paylaşmaya mecbur bırakacaktır.
Devrimci-demokratik güçler fiziki saldırılar altında eylem ve harekete geçirebilme kabiliyetlerini ciddi oranda yitirmiş durumdadırlar. Adı konmamış bir geri çekilme ve savunma durumu orada da yaşanmaktadır. Fakat ülkemiz devrimci-demokratik güçleri kendi özgüllüklerine göre tutuklama ve şehitlerle ciddi kayıplar vermiş durumdadır. Burada tartışılması gereken ise hangi koşullarda ve hangi politikaların sonucu olarak bu kayıpların verildiğidir. Komünistler de dahil olmak üzere devrimci-demokratik güçlerin hem dünyada, bölgede hem de ülkede yaşanan politik gelişmeleri doğru değerlendirerek buna uygun bir politika geliştirebildiğini söylemek mümkün değildir. Arap ülkeleri ve Kuzey Afrika ülkeleri nezdinde ciddi ayaklanma ve çatışmalarla yol alan süreç, gelişmekte olan şeyin devletlerin politik yapılarında daha faşist ve tek merkezli yönetimler olduğunu göstermekteydi. Ancak “Arap Baharı” isimlendirmesinde de görüleceği gibi genel eğilim gerici baskı rejimlerini yıkan ayaklanmalar ve ardından demokratikleşmeye evrilecek bir süreç şeklindeydi. Oysa ne emperyalist-kapitalist sistemin ne de yarı sömürge ülkelerin ekonomik, sınıfsal çelişkileri buna uygun bir nesnellik taşıyordu. Nitekim sonuç birçok ülke nezdinden daha faşist, kukla yönetimlerin iktidara taşınması, gerici iç savaşlar ve bölgelesel çatışmalarla halkın bastırılması, halk hareketinin yönünden saptırılması ve devrimci-demokratik güçlerin tasfiyesi şeklinde cereyan etmiştir.
Halk hareketlerinin devrimci-demokratik sonuçlar üretememesinin kuşkusuz tek nedeni sistemin dayattığı nesnellikler değildir. Hatta bu nesnellikler ve çelişkilerin düzeyi tam da devrimlerin önkoşullarıdır. Ancak doğru ideoloik-politik hatta sahip, kitlelerde kök salmış komünist partilerin özne olamadığı ya da doğru stratejiler hayata geçiremediği koşullarda emperyalist güçlerin yönlendirmesinde her ülke nezdinde yeniden gerici yöntemler tesis edilmiş ya da halk hareketi mezhepçi, gerici bir iç savaş içinde boğulmuştur. Kuşkusuz bu ülkeler nezdinde süreç tamamlanmış ve her şey bitmiş değildir. Dönem dönem baş gösteren ayaklanmalar ve bu sefer başka ülkelerden patlak veren halk hareketleri yarı sömürge ülkeler nezdinde ayaklanma ve iç savaş diyalektiğinin işlemeye devam ettiğini gösterir niteliktedir.
Ülkemiz özgülünde ise Gezi/Haziran İsyanı ve devamındaki gelişmelerin işaret ettiği politik koşullar yeterince görülememiş, buna dönük hazırlık yapılamamıştır. Kürt ulusal mücadelesinin ülke politik koşullarına özel etkisi altında devletin geliştirdiği kapsamlı saldırı politikası görece uzun bir zaman bilince çıkarılamamıştır. Etkisi ve kalıcılığı boyutuyla taktik politikaları aşan bir biçimde devrimci-demokrat güçlerin legal demokratik alana hapsoldukları ve bu mücadele biçimlerini esas aldıkları bir gerçektir. Süreçte parlamento ve seçimler özel bir yer tutsa da asıl kırılmanın devrim iddiasında, politik iktidar bilincinde ve buna bağlı olarak özel bir önem kazanan örgüt ve örgütlenme biçimlerinde yaşandığını söylemek gerekir. Hangi biçimiyle olursa olsun iç savaşı gündemine almayan, avantajlı koşullarda buna hazırlanmayan, buna uygun olarak örgütlenmeyen her yapı kaçınılmaz olarak ideolojik savrulmalara ya da fiziki tasfiyeye maruz kalmış durumdadır.
Gezi/Haziran İsyanı öncesinde de devrimci güçler nezdinde illegalite ve sıkı disipline dayalı örgütsel yapıların hakim olduğunu söylemek abartı olur. Fakat sonraki süreçte, kitle mücadelelerine bağlı olarak taktiksel olarak yoğunlaşılması gereken legal biçimler bünyeyi sararak varolan düzeyi daha da geri düşürmüş ve şekilsizleştirmiştir. İllegal sokak pratikleri, aylarca süren parçalı direnişler dahi kendi içinde gevşek ve deşifre bir biçim alarak disiplinsizliği ve legalizmi beslemiş, aynı zamanda kendini açık hedef haline getirmiştir. Devrimci güçler nezdinde Suriye Kürdistanı’nda yürütülen savaşta belli oranda da T. Kürdistanı’ndaki savaşta var olarak gerilla savaşına ve buna uygun bir örgüt yapısına eğilim kendini göstermiş ancak bunun etkisi sınırlı kalmıştır. Savaş ve savaşçı parti gerçeğine aykırı bir biçimde lokal düzeyde savaşın bir ucundan tutarken diğer ucunda ve esasta legalizm ve barışçıl mücadeleler hakim hale gelmiştir. İllegal devrimci mücadele ve illegal devrimci örgüt sorunu çap değiştirerek sadece karar almakla düzeltilebilecek bir sapma olmanın ötesine geçmiş, yeni koşullar içerisinde en baştan inşa edilmesi gereken bir noktaya ulaşmıştır.
Şu anki sorun savaşa göre şekillenmiş illegal devrimci partinin nasıl inşa edileceğidir. Zira öznel koşullar düne göre gerilemiş, fiziki yetersizliklerden daha önemlisi bu bilinç, kültür ve gelenek aşınmıştır. Bilinç, kültür ve gelenekten kastın söylem ve soyut istek olmadığı açıktır. İllegalite ve sıkı disipline dayalı devrimci örgütsel yapı, her bir kaybını telafi edecek, yenilerini yaratacak bir süreklilik ve etki geliştiremediği koşullarda örgütün etki ettiği tabanda, söylemde aynı doğruları savunsa da somutta ve pratikte bundan bütünüyle uzak bir gerçeklik şekillenmektedir. Bu ve benzeri şekilsiz devrimcilikler sürecin ihtiyacını karşılayacak nitelikten yoksundur. Mücadelenin belli alan ve biçimleri bakımından halen bir güç ve potansiyel taşısa da aşılması gereken tablo tam da bu legalize olmuş, deforme ve gevşek “devrimcilik”tir.
ORTAK DİRENİŞ HATTI, EYLEM BİRLİKTELİKLERİ…
Devrimci-demokratik güçlerin ideolojik-politik bir yönsüzlük ve örgütsel yetersizlikle baş başa olduğu bugünkü koşullarda devletin saldırıları artmakta ve farklılışmaktadır. Devlet pratikte eylemsizliği düşüncede ise düzen içiliği daha doğrudan dayatmaktadır. Legalizm, reformizm, menşevizm, sınıf dışılık, kitle kuyrukçuluğu, Kemalizm, eklemlenme vb. ideolojik ve örgütsel hastalıklar devrimci-demokratik güçlerin değişik bölüklerinde değişik oranlarda etkilere sahiptir ve bu hastalıklar son dönemde daha da artmıştır. Bütün bu hastalıkları devletin ideolojik ve fiziki saldırılarından ayrı düşünemeyiz. Ancak devlet iktidarını elinde bulunduran AKP bununla da yetinmemekte daha ileri düzeyde kendi politikalarına angaje olmuş ya da ona zararsız bir düzen içiliği ve teslimiyeti dayatmaktadır.
Saldırıların kapsamlı niteliği, her bir güç çözümü farklı noktalarda görse de, ortak bir direniş hattı, eylem birliği ve dayanışmayı zorunlu kılmaktadır. Bu ortaklıkta reformizmin CHP’ye ve Cumhuriyetçi/Kemalist tabana yaslanan politik çizgisi onu sürekli olarak seçimlere ve ütopik hedeflere odaklamaktadır. O nedenle kurulabilecek ortak bir direniş hattının, eylem birlikteliğinin politik muhtevasında daha baştan bir ayrışmaya denk düşmektedir. Kürt ulusal sorunundaki kayıtsız veya sosyal şoven konumlanışı, reformizmin, bugünkü gerçeklikte direnişin ana gövdesi olan Kürt ulusal hareketiyle ve aslında devrimci demokratik düzlemdeki direnişlerle arasına da mesafe koymasına neden olmaktadır. Reformizmin söylem ve politikalarını baktığımızda onların asıl ortaklık ve birlikteliği CHP’de ve onun hitap ettiği kitlede aradıkları anlaşılmaktadır. CHP’ye getirdikleri yığınla eleştiri, CHP’nin ne yapması ya da yapmaması gerektiğine dair yığınla makale, reformizmin politik özne rolünü CHP’den beklediklerinin de itirafı niteliğindedir. Ne ‘şans’ki CHP her defasında hayal kırıklığına uğratmakla kalmamış hükümetin politikalarına üstü açık veya kapalı destek olarak reformizmi çaresizliğe sürüklemiştir.
Ülkemizde demokratik muhalefetin bu ve benzeri zaafları nedeniyle tüm bileşenlerin “asgari müştereklerde” ortaklaşması sadece AKP-Erdoğan-hükümet karşıtlığıyla gerçekleşebilir gözükmekte ve öyle algılanmaktadır. Bu yaklaşım komünistlerin reddettiği bir yaklaşımdır ve bugünkü koşullara gelinmesinde de olumsuz bir rol oynamıştır. Devleti, egemen sınıfları, her bir kliğiyle Türk şovenizmini hedefe koymayan bir politika ve birlikteliğin hiçbir anlamı ve değiştirme şansı yoktur. Ülkemizde demokrat olmanın dahi temel ölçütlerini sağlamayan, egemen klik ve yapılardan birine yaslanarak inşa edilecek şey iktidarı sarsmayacağı gibi hiçbir biçimde alternatif de teşkil etmeyecektir. Bugün iktidarın dahi tüm yönleriyle “kuraldışı” hareket ettiği koşullarda düzen içi ve gerici kliklere dayalı bir politika, dolaylı olarak iktidarı güçlendiren bir rol oynamaktadır. Doğal olarak ortak direniş hattı, eylem birlikteliği gibi tartışmalar biz komünistler açsından en başta düzen içine ve CHP gibi faşist partilere yedeklenmeyecek devrimci-demokratik güçlerle anlam kazanmaktadır. Kemalizm’in etkisindeki reformist güçlerle her iki cepheden (Kemalizm-devlet ve devrim) ideolojik mücadeleye dayalı, kitleler üzerindeki gerici etkilerini kırmaya, aynı zamanda onları ileriye çekmeye dönük bir politika izlenmeli ve faşizme karşı en geniş birlikteliğin koşulları zorlanmalıdır. Ancak esas olan devrimci güçlerle ortak bir direniş hattı ve eylem birlikteliğinin aranmasıdır…
FAŞİZMİN BOYUTLANDIĞI KOŞULLARDA ÖRGÜTLENME…
Devrimci güçler dünden bugüne sergiledikleri öngörüsüzlükler ve hataların ceremesiyle bugünkü olumsuz koşullar içerisinde yüzleşmektedir. Öngörüsüzlük ve hatalar kendini, iç savaşa hazırlanmama ve bununla paralel olarak görece olumlu koşullara sahipken illegal devrimci örgüt inşasına yoğunlaşmama da göstermiştir. Aynı hatalar birtakım iç sorunların etkisine maruz kalmış olsa da komünistler için de geçerlidir. Legal-demokratik olanakların arttığı, kitle mücadelesinin geliştiği koşullarda bu olanakları kullanma noktasındaki geç kalma durumu tersi şartlar geliştiğinde ise hızlı bir biçimde iç savaşa ve illegal devrimci biçimlere yönelememe olarak da kendini göstermektedir. Açık ki bu noktada gelişmeleri öngöremeyen ve buna uygun olarak örgütü şekillendiremeyen bir önderlik sorunu, tutukluk ve beklemecilik kendini göstermektedir.
Devrimci-demokratik güçlerin Gezi/Haziran İsyanı’ndan bugüne ‘alıştıkları’ ve tek yanlılaştıkları legal kitle mücadelesi uzun bir süre açık baskı koşullarında da zorlanmış ve bu hatalı tutum başarı elde edemeyerek kitlede umutsuzluğu ve politik yapılar nezdinde ise fiziki daralmayı beraberinde getirmiştir. Bugün açık ki devrimci politik hattı ve disiplinli örgüt yapısıyla iktidara karşı savaşın öznesi olamayan hiçbir politik aktörün kitlelere umut taşıması ve onların güvenini kazanabilmesi mümkün değildir. Öyleyse ilk elde görevimiz devrimci özneliği sağlayacak olan devrimci örgütün sağlamlaştırılması ve yeni koşullarda inşasıdır.
Devrimci örgütün sağlamlaştırılması ve yeni koşullarda inşası, fiziki yetersizlikleri içinde barındırsa da esas olarak ideolojik bir duruş ve politik yönelim sorunudur. Reformist cenah tarafından küçümsenen devrimci hücre örgütlenmeleri sürecin ana ihtiyaçlarından biridir. İdeolojik olarak donanımlı, diri ve disiplinli bir devrimci örgüt yapısının yetersiz olduğu koşullarda politik süreçlere müdahale edilemediği gibi tersine hakim çizgilere eklemlenme kaçınılmaz olmaktadır. Diğer yanıyla ise mücadelenin her alanda yasaklandığı ve saldırılara maruz kaldığı koşullarda yeraltının geliştirilmemesi devrimci çalışmayı saldırılara ve fiziki tasfiyeye de açık hale getirmektedir. Komünistlerin acil olarak ihtiyaç duyduğu şey, bugünkü siyasi koşullarda var olmasını ve gelişmesini sağlayabilecek olan devrimci örgütlenme biçimleridir. Bu örgütlenmenin; özü gizliliğe dayanan, legal ve illegal biçimleri barındıracağı tartışmasızdır. Bu temelde legal alandaki, sendikal mücadele ve demokratik kitle örgütlerindeki mücadelelerin asıl örgütlenme yönelimiyle bağı kurulmalı, devrimci örgütün kitlelerle kuracağı ilişki doğru araç ve yöntemlere oturtulmalıdır. Zira devrimci hücre örgütlenmesi kitlelerden uzaklaşmak ya da kendi içine kapanmak değildir. Gizlilik esas olarak devrimci faaliyetin ve devrimci örgüt yapısının gizliliğidir. Bölgemizde ve ülkemizde yaşanan ayaklanma ve halk hareketleri bize, kitlelerle köklü bağlara dayanan, pratiğiyle kitleye güven taşıyan, iç savaşa göre şekillenmiş devrimci yapıların tayin edici rolünü göstermektedir. Bu devrimci örgütsel nitelik sağlanamadığında kendiliğinden kitle hareketleri de sönümlenmekte ve daha geri koşullar kendini göstermektedir. İdeolojik ve fiziki tasfiye boyutu kazanan devletin saldırıları karşısında inşa edeceğimiz devrimci politik hattın yolu illegal, disiplinli devrimci örgüt ve örgütlenmeden geçmektedir. Saldırılara göğüs gerebilmenin, kitlelerin umudun büyütebilmenin ve büyük mücadelelere hazırlanmanın yolu da buradadır.