Kapitalist sistemin dünya çapındaki krizleri ekonomik ve politik alanlarda, yine ülkelere özgün gelişmelerle büyümeye devam ediyor. Sağlık alanından çevre sorununa, köylülerin sorunlarından emeklilerin hak gasplarına kadar koca bir yelpazeyi içeren bu krizler sistem cephesinden emekçilere dönük yeni saldırılarla “bertaraf” edilmeye çalışılırken; işçi, köylü ve emekçilerin dipten gelen dalgasını büyüten, düzenden rahatsız olan çok daha geniş bir kesimi tetikleyen hatta sokağa döken bir ivmeye evrilmektedir.
Özellikle emperyalist birlik olan AB’ye üye ülkelerde gelişen kitle hareketleri, tarihi olarak da her süreçte dikkate değer bir özelliğe sahip olmuş ve gözleri üzerine çevirmeyi başarmıştır. Bu ülkelerden biri de Fransa’dır. Fransa, sınıf savaşımında özellikle sendikal mücadele konusunda ciddi bir geçmişe sahip bir tarihe sahiptir. Bu “deneyimin”, günümüzde her ne kadar sınıfsal karakteriyle geri plana düşen, “sarı sendika”ların öncülüğünde ilerleyen bir süreci olsa da özellikle hak kazanımları anlamında bir bilinç yarattığı söylenebilir. Grevlerin, sokak eylemlerinin irili-ufaklı da olsa yoğun olduğu Fransa’da işçi-emekçilere yönelik hak gaspları ve saldırılara karşı bir “sesin yankılandığını” söylemek mümkündür. Bu ses her ne kadar sistem içi taleplerle “sistemi düzeltme” hedefi gütse de durum böyledir. Fakat buradan yola çıkarak kitle hareketlerini böylesi bir kalıba sokmak, onun “en fazla bunu yapabileceğini” söylemek yanlış olmakla kalmayacak, aynı zamanda kitleleri ve onların yakıcı gücünü önemsemeyen bir ahmaklık olacaktır. Keza bahsini ettiğimiz Fransa’da çok yakın geçmişi dahi ele aldığımızda birçok radikal kitle hareketi karşımıza çıkacaktır: emeklilik reformuna karşı eylemler, banliyö isyanları, öğrenci eylemleri, iş yasasına karşı hayatı durduran eylemler, çatışmalar vb.
Geçtiğimiz yıl başlayan Sarı Yelekliler (Gilets Jaunes) hareketi, özellikle birkaç aylık bir sürece damgasını vurmuş; kitlelerin polis-asker güçlerine karşı şiddet yoluyla “geri adım attırma” ya da bir cephe savaşı misali “mevzi kazanma” deneyimleri yaşanmıştır. Bu süreçte polis şiddeti, devrimci şiddet, eylem biçimleri vb. konularda yoğun tartışmaların yaşanması dahi başlı başına bir olumluluk olarak ele alınmalıdır. Hala sürmekte olan Sarı Yelekliler hareketi ilk zamanlarına göre daha sönük ilerlese de ısrarlı ve istikrarlı bir şekilde sürdüğü söylenebilir. Yine AB Ortak Tarım Politikası’yla bağlantılı olan Macron’un tarımcı ve çiftçilere yönelik yeni yasaları, traktörlerle yollar kapatılarak protesto edilmişti. Son olarak emeklilik yasasına karşı bir buçuk milyondan fazla kişinin katıldığı genel grevde hayat tam anlamıyla “durmuş”, yer yer çatışmaların yaşandığı eylemlerde emeklilik yasasına karşı sloganlar haykırılmıştı. Sendikalar grevi uzatma kararı almış ve eylemlerin yasa geri çekilene kadar süreceğini belirtmiş durumdadır şu an itibariyle.
EMPERYALİST SİSTEMİN KRİZİNE KARŞI KİTLELERİN ARAYIŞI!
Kitle hareketleri ve yaşanan her gelişme elbette kendi iç dinamikleri ve sonuçları eksenli değerlendirilmelidir. Burada genel olarak değinebileceğimiz şey ise Fransa özgülünde bir bütün yerkürede sistemin krizlerine paralel gelişen kitle hareketlerinin büyümeye devam edeceği yönünde olacaktır. Macron ve hükümetinin başa gelmesinden bu yana Fransa’da kitle hareketlerinde de gözle görülür bir artış olduğu söylenebilir. Seçim sürecinden itibaren kendisinin “para” ve ekonomiyle içli dışlı olduğu üzerinden şekillenen Macron’un başkan olması tartışmaları, Macron’un ilk icraatlarıyla birlikte yerini sokak eylemlerine bıraktı. Düzenin yaşadığı krizleri aşma yolunda hazırlanan “reçete”lerin, torba yasaların bir bir geçirilmeye başlamasıyla, zaten eylemlere ve grevlere alışık olan kitle bir anda kendini sokaklarda buldu. Son olarak 2010 yılında yine emeklilik reformuna karşı çok ciddi eylemliklerin olduğu Fransa’da, Macron hükümetiyle birlikte daha radikal eylemlikler tekrar gündeme geldi. Burada “radikal” vurgusuna bir parantez açmak gerekiyor. Yazının başında dediğimiz gibi güçlü bir sendikal mücadele geçmişine sahip olan Fransa’da sendikalarda örgütlü işçi-emekçilerin sayısı da azımsanmayacak düzeydedir. Genel grev dahil sendikaların birçok eylemindeki “radikallik” esas olarak sistemi hedef tahtasına oturtmamaktadır. Yaratıcı sloganlarla hedef sistem gözükse dahi aslında hem söylem hem de pratikte durumun bu olmadığı aşikardır. Kitle hareketlerini “radikalleştiren” anti-faşist, anti-kapitalist örgütler, bunların içinde de esas olarak gençlik olmaktadır. Sendikaların homojen olmayan yapısı bu gelişmelere karşı tavırları da etkilemekte, hatta yer yer Fransa’nın en büyük sendikası olan CGT-Genel İş Konfederasyonu (ve diğer sendikalar), eylem güvenliğini alan kendi sendikalı işçilerini, bu örgüt ve bireylere yönlendirerek polisin yerine ikame edilerek saldırı girişimlerinde bulunmaktadır.
Fransa’da önümüzdeki süreçlerde grevler özgülünde kitle hareketleri dalgasının büyüyeceği bir sır değildir. Geçtiğimiz genel greve Sarı Yelekliler’in katılmasıyla yaşanan “bütünleşme” ve dayanışma, önümüzdeki süreçte başta işçi-emekçiler olmak üzere hak arama mücadelelerinin gelişeceğini göstermektedir. Yine göçmenler hem bu sorunlar hem de kendi göçmenlik kimliği sorunları ekseninde kıskaca alınmaya devam edecektir. Bu noktada anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadelenin önemi bir kez daha kendini göstermektedir. Sınıf mücadelesinde kitlelerin kendiliğinden gelişen hareketleri, iktidar perspektifli bir rota izlemediği müddetçe esasta yenilgiye uğramaya mahkumdur. Fakat sınıflar mücadelesi tarihi olan toplumlar tarihi, yengi ve yenilgileriyle tarihe notlar düşmüş; yarını kurma mücadelesi verenlere ışık olmaya devam etmektedir. Emperyalist-kapitalist sistemin sömürü çarklarında ezilmeye mahkum edilmeye çalışılan proletarya çoktan kendisi için sınıf olmuştur ve burjuvaziyi al aşağı etmek için çoktan silahı eline almıştır. Bu silah, bugün genel grevlerde ateşlenirken, bunun yankısını büyütmek, bu yankıyı tüm yer küreye yaymak görevdir!
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 12 Aralık 2019 tarihli 50. sayısından alınmıştır.