Egemenler arası dalaşın boyutlandığı, kitlelerin sisteme olan güvenleri noktasında ciddi sıkıntıların yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Yaşanan açlık ve yoksulluk, sistemin krizini derinleştirirken, kitlelerin sisteme olan güveninde de ciddi kırılmalara neden olmaktadır. Kovid-19 salgını ile derinleşen krize eklenen deprem, işsizlik ve bunun yarattığı sonuçları bertaraf etmek için devlet tek çareyi saldırmakta buluyor. Halkın örgütlü öncü güçlerine dönük askeri saldırılarının yanı sıra sürek avına dönüştürdüğü gözaltı ve tutuklama saldırıları kesintisiz sürdürülmektedir. Bu saldırılarla halkı sindirme ve baskı altına almaya çalışan devletin bu çabaları da nafiledir çünkü bu saldırıların yarattığı korku eşiği de bir süre sonra aşılacaktır. Açlık ve yoksulluk bu eşiğin aşılmasındaki temel zemindir ve sanıldığının aksine oldukça güçlüdür.
Böylesine olgun koşulları devrimi ilerletmek noktasında kazanımlar halinde somut dönüşümlere dönüştürememekte, üzerinde ciddi düşünülmesi gereken bir durum ve sınıf mücadelesine karşı bir sorumluluktur. Devrim cephesi içerisinde ise bu noktada esasta kendisini sorumlu hissetmesi gerekenler ise Proletarya Partisi (PP)’nin militanlarıdır. Çünkü esasta ideolojik, politik, örgütsel konumlanışıyla bu olanakları değerlendirip doğru kanallara akıtacak olan PP’dir, onun militanlarıdır. PP’nin yüklendiği sorumluluğa uygun bir pratik seyir izleyebilmesi, bir kolektif mekanizma olan PP’yi oluşturan organ ve tek tek bireylerin ideolojik-politik-örgütsel dönüşümü de olanaklıdır. O halde PP’nin militanları olarak kendi duruşumuzu yeniden yeniden sorgulamak, eksikliklerimizi, olumsuzluklarımızı, bizi karşı-devrim cephesi karşısında güçlü kılan yanlarımızı görmek, bu yanlarımızı bir sıçrama tahtası olarak kullanıp olumsuzluklarımızı gidererek birey olarak kendimizi, dolayısıyla PP’yi daha nitelikli hale getirip sürece daha doğru bir biçimde müdahale edebilmek için bir zorunluluktur.
Yazımızın başlığı olan partili olmak kavramını ele alırken temel hareket noktamız bu ciddiyet üzerinden olmalı. Bu yüzden de oldukça kapsamlı ve ayrıntılı olan bu sorunun yazımızda yalnızca birkaç yanına değineceğiz.
PP, yaşamın kendisine müdahale, onun akışının zorlanması, yaşamı devrim cephesi lehine değiştirip dönüştürmenin kendisidir. Somutlanmış en üst kolektif iradedir. Ve kolektif bir aygıt olan PP, organların, kurumların ve tek tek bireylerin oluşturduğu bir bütündür. O halde genel olarak PP’ye yüklediğimiz misyon aynı zamanda PP’yi oluşturan organ, kurum ve tek tek bireylerde somutlanmaktadır diyebiliriz. PP’nin sınıf mücadelesine sağlıklı bir biçimde müdahale edebilmesi bireyin kolektifin bir parçası olduğunu kavraması, kolektivizmin partinin, her bireyine, her hücresine, her çalışma alanına sindirilmesiyle olacaktır. Yani partiyi oluşturan bireyler bunu kavradığı ölçüde olacaktır. Devrimin ancak kolektif bir mekanizma, kolektif bir çaba, kolektif emekle olacağı gerçeği bizi bu bilinçle hareket etme gerçeği ve zorunluluğuyla karşı karşıya bırakır. PP’nin hedefi kolektif emeğin, kolektif tüketimin, kolektif paylaşımın kısacası kolektif yaşamın olduğu bir toplumsal sistem yaratmak olduğuna göre bu hedefe ulaşabilmenin temel koşulu da bu günden kolektivizmi kavramamız, onu yaşam biçimi haline getirmemizle mümkündür.
Bireyin ihtiyaçları, yönelimi, sorumluluklarıyla partinin ihtiyaçları, yönelimi, sorumlulukları arasında bağ kurabilmek, kendine özgü zorunluluklar listesi değil de partiye göre bir zorunluluklar listesi ortaya çıkarmak gerekir. Ancak o zaman ihtiyaçlarımız ortaklaşır, aynı hedefe gitmek kolaylaşır. Ortak ideolojik-politik-örgütsel-ahlaki vb. şekilleniş de böyle kazanılır. Birbirinden uzakta, farklı çalışma alanlarında olsa dahi aynı düşünüş, aynı ruh hali, aynı coşkuyu gösteren bir davranış bütünlüğüne böyle ulaşabiliriz. PP’nin ideolojik, politik, pratik yönelimleri doğrultusunda harcadığımız çaba kolektifin bir parçası olup olmadığımızı, ya da kolektivizmi kendi bilincimizde içselleştirip içselleştiremediğimizin bir göstergesi olacaktır. Kısacası PP’de yer alan her organ, kurum ve birey yaşama karşı kendisini PP’nin sorumlu hissettiği gibi sorumlu hissetmelidir. Görev ve sorumluluklarımızın bilincine varabilmemizin ön koşuludur bu. Kendisini böylesine sorumlu, duyarlı hissetmeli, eski toplumla yeni toplumun bu büyük kavgasında tüm örgütlü bireylere muazzam görevler düştüğünü ve yaratılmak istenen bu muazzam dönüşümün de ancak bireyin kendisinin bu büyük kavga içerisinde neyi ifade ettiğini bilmesi, buna göre kendisini donatması olacağını bilmesi gerekir.
Proletarya Partisi’nde yer alan birey artık yalnızca kendisi değildir, kolektifin bir parçasıdır. Yaşamıyla, olumlu olumsuz yanlarıyla, alışkanlıklarıyla kendisinden kilometrelerce ötedeki yoldaşının bir parçası onun etkileyeni, ondan etkilenendir. Devrim bir ipek halının dokunuşunda olduğu gibi binlerce ilmeğin sistemli bir biçimde bir araya getirilmesine benzetilebilir. Nasıl ki ipek halının dokunuşunda ilmeklerin bir tanesinin dahi bozuk olması, ilmeklerden kimisinin küçük kimisinin büyük ya da gevşek dokunması halıyı bozacaksa ve dayanıksız kılacaksa devrim mücadelesinde de böyledir. Yapılmayan, eksik bırakılan, baştan savma yapılan her görev, kendisini partinin önüne koyduğu yönelime göre donatmayan her birey, devrim mücadelesini şu veya bu oranda bozduğunu, engellediğini görebilmelidir. Buradaki temel mantığı bir örnekle açabiliriz. İşkencede düşmana bilgi sunmak, düşman karşısında devrimi savunamamak gibi olumsuz bir duruma düştüğümüzde buradaki duruşumuzun boyutu oranında örgüte zarar vermiş ve o ölçüde düşmana yakınlaşmış, devrimden uzaklaşmış oluruz. Bu duruma düşen birey bu durumdan oldukça fazla rahatsızlık duyar, yoldaşlarının karşısında kendisini ezik hisseder. Bu bilinen bir gerçektir. Peki sınıf mücadelesinin bizlere yüklediği görevleri yerine getirmiyorsak, kendimizi, yoldaşlarımızı ilerletme çabası göstermiyorsak bunun nasıl bir açıklaması olabilir. Bu partiye, devrime karşı bir sorumsuzluk, bir yozlaşma, çürüme değil midir? Birbirinden uzak gibi görülse de ikisi de aslında benzer durumlardır. Bu yüzden de partide yer alan birey bu sorumluluğu hissetmeli, buna uygun kendisine misyon biçmelidir. Nedir bu misyon? Ben partide örgütlü bir birey olarak partinin hedefine ulaşması için kendimi, yoldaşlarımı, P’nin ideolojik, politik, pratik yönelimleri doğrultusunda geliştirmek için olağanüstü bir çaba harcayacağım. Bunun için kendime güvenmem, önüme hedef koyup ona ulaşmaya çalışmam, aldığım işi bitirmem, söylediklerimi yaşama uygulamam, yoktan var edebilme becerisini gösterebilmem, iddia sahibi olmam gerekir. Bu bizlerin partide örgütlü birey olarak kendimize biçeceğimiz misyondur. Yoksa iddiasız, hedefsiz, görev ve sorumluluklarının bilincinde olmayan dolayısıyla da bu çerçevede kendisini bir yere oturtmayan bir birey kendisini nasıl sınıf mücadelesine aktif bir biçimde katabilir? Böyle bir kişilik sürekli bekleyen, isteyen, yönlendirilmeden kendinden bir şey katmayan, yaratmayan, kolektif gelişime katkısı olamayan ve sıradan bir insandan esas farkı yalnızca bedenen PP’de yer almasıdır. Yani birey bedenen partide yer almıştır ama bilinç olarak partili olmanın bilincine ulaşamamıştır.
Yürüyüşümüzü günbegün nitelikli hale getirerek sürdürmek, ancak kendimizi günbegün zaaflarımızdan, bizi burjuvaziye bağlayan yanlarımızdan arındırarak, yenileyerek, düşmana olduğu kadar kendi içimizdeki burjuvaziye karşı da büyük bir sınıf kini duymakla olanaklıdır. Reformizmin, legal tasfiyeciliğin iyice hortlatıldığı bir süreçte illegal örgütlenmeyi, illegal KP’yi savunmak, ideolojik bilinç bulanıklığının ayyuka çıktığı bir süreçte MLM’yi kavramak ve ısrarlıca savunmak, silahlı mücadele yürüten örgütlere hem egemenler cephesinden hem de reformist-revizyonist cepheden yoğun bir saldırının olduğu bir süreçte silahlı mücadelede ısrarlı olmak, Partili olmanın bilincinde olmanın göstergelerindendir. Bu yüzden içerisinde yer aldığımız süreci ve bu sürecin bizlere yüklediği temel görevleri doğru tespit edebilmek, doğru sonuçlar çıkarabilmek için kendimizi sürekli ileriye taşıyacak biçimde ideolojik-politik olarak donatmamız gerekir.
Bunun olmazsa olmaz yanlarından bir tanesi ise teorik yanımızı geliştirmektir. Uluslararası ve ülkemiz sınıflar mücadelesi tarihinin bizlere önümüzü açmada, ufkumuzu genişletmede, yaşananları daha doğru bir tarzda değerlendirebilmede sayısız yarar sağlayacak olan bu zengin mirası okumak, öğrenmek ve bu noktalardaki yanlış bakış açılarını mahkum etmek gerekir. Geçmişten öğrenmek ne kimilerinin sandığı gibi dogmatizm, ne statükoculuk ne de bugünün sorunlarının çözümünü salt geçmişte aramak, geçmişe saplanıp kalmaktır. Ya da çok söylenen biçimiyle “klasikleri ezberlemek” değildir. “Hangi sorunda olursa olsun sorunu ele alış tarzımız, bize yön veren bakış açısı bizi yanlışa ya da doğruya götürür. Bu sorun özgülünde de durum aynıdır. Eğer geçmişi günümüzün sorunlarını aşmak için incelediğimizi kavrar ve buna uygun bir öğrenme yöntemi uygularsak göreceğiz ki bugünkü birçok sorunun çözümü, daha iyi görülmesi noktasında bizlere oldukça fazla yarar sağlayacaktır. Çünkü dünya devrim deneyimlerine baktığımızda bugün yaşadığımız birçok sorunun, birçok tıkanıklığın kimi farklı tonlarda görünse de öz olarak birçok noktada benzer anlayışlardan kaynaklandığını göreceğiz.
Marksist bilimin ulaştığı en üst seviye olan MLM de ancak bu temeller kavrandığı ölçüde doğru bir tarzda bilince çıkarılacaktır. Bu oldukça somut ve hiçbir yana çekilmeyecek kadar açık bir gerçektir. Bu somut gerçeklik ise kristalize edilmiş bir biçimde Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao ve birçok devrim önderi tarafından bizlere miras bırakılmıştır. Fakat gerek devrimci harekette gerekse de kimi bireylerde bu noktada ciddi sorunlar olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumun başlıca birkaç nedeni var. Birincisi; dünya devrimlerinde yaşanan geriye dönüşlerin yarattığı düş kırıklığı, İkincisi; ülkemiz devrimci hareketinin 12 Eylül AFC’si ile aldığı yenilginin yarattığı tahribat ve sorgulamanın ideolojik duruştaki çarpıklık nedeniyle sağlıklı bir tarzda yapılamaması, üçüncüsü; emperyalistlerin ve reformist-revizyonist-Troçkist çevrelerin başlıca yukarıdaki iki nedenden yola çıkarak yoğun bir ideolojik saldırıya girişmeleri ve buna karşı yeterli bir duruşun gösterilememesidir. Tüm bu nedenlerle bağlantılı olarak devrim cephesinin faaliyetinin önünü açmak bireylerin eğitimini sağlamak için kullandığı, başvurduğu birçok kaynağın revizyonist-Troçkist düşünce sistematiğine sahip aydınlar tarafından hazırlanıyor oluşu ve bu çevrelerin sistemli ve sinsi bir biçimde Stalin ve Mao’nun şahsında Marksizme yönelik saldırılarının boyutunun görülememesi ve bunların sonucunda gelişen çarpık bir bilinç oluşumu olduğunu söyleyebiliriz. PP’ de yer alan birey, proletaryanın bilimini temelleriyle kavradığı, sınıf mücadelesinin geçirdiği evreleri, karşılaşılan sorunları, tıkanıklıkları aşmada kullandıkları yöntemleri ve bu bakış açılarını bilince çıkardığı ölçüde hem anti-Marksist anlayışları daha iyi görecek, hem de MLM’yi gerçek anlamıyla kavrayacaktır. MLM bu temeller üzerinden yükselmiştir. Temel olmadan çatı kurulmaz, kurulsa dahi boş, havada kalan, rüzgar hangi yönden esiyorsa o tarafa doğru sürüklenen bir çatı olur. Sağlam bir çatının sahibi olmak aynı zamanda ve zorunlu olarak sağlam bir temele sahip olmakla mümkündür. O halde yukarıda ortaya koyduğumuz bilinç bulanıklığına neden olan duruma müdahale etmek, ideolojik-siyasal-örgütsel oturmuşluk için ve sistemli kendi iç bütünlüğüne sahip bir anlayış sahibi olabilmek için teorik olarak kendimizi geliştirmemiz gerekir. Bu noktadaki doğru duruş, bugün içerisinde bulunduğumuz tıkanıklıkları aşmada, ufkumuzu genişletmede önemli oranda yardımcı olacaktır. Bu aynı zamanda gerçek anlamıyla partili olabilmenin de önemli kriterlerindendir.
Devrimi teorik belirlemelerin ötesinde pratik bir kazanım haline getirmek ancak söylemle pratik arasındaki bütünlüğün yakalanmasıyla olacaktır. Bizler komünist kişiliğe yakınlaştıkça, çalışma tarzımızı da disiplin anlayışında yoldaşlarımızla olan ilişkilerimizde vb. sıralayabileceğimiz daha birçok özellikle PP’nin ilkelerini, anlayışını birey olarak kendimizde somutladıkça partili ama gerçek anlamıyla partili olacağız.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 12 Kasım 2020 tarihli 74. sayısından alınmıştır.