Siyonist İsrail 1948 yılından bu yana kesin ve tam anlamıyla tanınan sınırlarına sahip olmayıp sınırlarını savaşlar, işgal ve ilhaklarla şekillendirmiştir. Suriye’de BAAS rejiminin zayıflaması ve çatışmaların yoğunlaşması, İsrail için stratejik sınırlar yeniden gündeme gelmiştir. Siyonist İsrail bölgedeki amacına yönelik hareket olanağına kavuşmuştur. Suriye’ye yönelik geniş çaplı saldırıları da ülkedeki istikrarsızlığı derinleştirmiştir. İsrail’in bu saldırıları sadece Suriye’nin askerî altyapısını değil, aynı zamanda bölgedeki siyasî dengeleri de ciddi şekilde etkilemiştir.
GOLAN TEPELERİ’NDE YERLEŞİMCİ
İsrail “sınır güvenliği” gerekçesiyle harekete geçti. 50 yıldır askerden arındırılmış tampon bölgenin ötesine geçerek Suriye’nin iç bölgelerine doğru ilerledi. Netanyahu, bu adımı “savunma amaçlı ve geçici” olarak nitelendirse de açıklamalar İsrail’in bu bölgede işgalci bir strateji geliştirdiğini gösteriyor. Hermon Dağı’nın zirvesinde yaptığı bir konuşmada Netanyahu “İsrail’in güvenliğini sağlayacak başka bir düzenleme bulunana kadar burada kalacağını” ifade etti. Ayrıca Golan Tepeleri’ndeki yerleşimci nüfusunu artırma planlarını da duyurarak bu bölgedeki varlığını pekiştirme niyetini açıkça ortaya koydu.
Suriye’nin güneybatısındaki bir alan olan Golan Tepeleri yüzölçümünü çokça aşan bir öneme sahip. İsrail Suriye’ye ait Golan Tepeleri’ni 1967’deki 6 Gün Savaşı olarak da bilinen Arap-İsrail Savaşı’nda işgal etti. Bölgede yaşayan Suriyeli Arap nüfusun çoğu çatışma sırasında kaçmak zorunda kaldı. Savaşın sonunda bir ateşkes hattı oluşturuldu ve bölge işgal gücü olan İsrail ordusunun denetimine geçti. İsrail çok kısa süre içinde Golan Tepeleri’nde Yahudi yerleşimleri inşasına başladı. Suriye 1973’teki Yom Kippur Savaşı sırasında Golan Tepeleri’ni geri almaya çalıştı ve Siyonist İsrail güçlerine büyük kayıplar verdirdi; ama sonunda çekilmek zorunda kaldı. İki ülke 1974’te bir ateşkes anlaşması imzaladı. Birleşmiş Milletler’e (BM) bağlı bir gözlem gücü de 1974’ten itibaren bölgedeki ateşkes hattına yerleştirildi. Sonrasında İsrail 1981’de bölgeyi ilhak etti. İsrail’in bu ilhakı tanınmadı. Bugün uluslararası platformda İsrail işgali altındaki Suriye toprağı sayılan Golan Tepeleri’nde inşa edilen Yahudi yerleşim birimlerinde on binlerce yerleşimci yaşıyor. Bölgede ayrıca 20 bin civarında, çoğu Dürzi Suriyeli de yaşıyor.
Golan Tepeleri coğrafik ve stratejik özellikleriyle bölgedeki en önemli noktalar arasında. Bu yüksek bölgeden Suriye’nin güney kesimleri ve yaklaşık 60 kilometre uzaklıktaki başkent Şam net bir şekilde gözlemlenebiliyor. Tarihsel olarak bu tepelere hâkim olan Suriye buradan İsrail’in kuzey bölgelerine kolaylıkla topçu ateşi açabiliyordu. Ancak 1967’deki Altı Gün Savaşı sırasında İsrail’in Golan Tepeleri’ni ele geçirmesi bölgedeki güç dengesini köklü bir şekilde değiştirdi. Bu stratejik kazanım İsrail’e Suriye’nin askerî hareketlerini gözlemlemek ve kontrol etmek için üstün bir konum sağladı. Aynı zamanda, Suriye ile olası bir savaş durumunda Golan doğal bir tampon bölge işlevi görüyor. Bu da Siyonist İsrail’in bölgesel güvenliği ve komşu ülkeleri açısından kritik bir öneme sahip.
Golan Tepeleri su kaynakları açısından da hayatî bir rol oynuyor. Bu bölgede toplanan yağmur suları Ürdün Nehri’ni besleyerek İsrail’in su ihtiyacının üçte birini karşılıyor ve su sıkıntısının kronik bir sorun olduğu Orta Doğu’da Golan’ın bu özelliği onu vazgeçilmez kılıyor.
Ayrıca Golan Tepeleri verimli tarım arazilerine sahip; bölgenin volkanik toprakları, üzüm bağları, meyve bahçeleri ve büyükbaş hayvancılık için ideal koşullar sunuyor. Bu durum bölgenin ekonomik değerini artırıyor. Golan aynı zamanda İsrail’in tek kayak tatil merkezi olan Hermon Dağı Kayak Merkezi’ne ev sahipliği yapıyor ve bu yönüyle turistik bir cazibe merkezi. Geçtiğimiz günlerde Suriye’deki Beşar Esad yönetimini deviren cihatçı çete HTŞ’nin lideri Colani, İstanbul merkezli Suriye TV’ye yaptığı açıklamada örgütün İsrail ile savaşa girme gibi bir niyetinin olmadığını açıkça ifade ederek İngiltere ve diğer emperyalist ülkelerle diplomatik ilişkileri geliştirmek istediklerini açıkça belirtti. BAAS döneminde ise Suriye Golan Tepeleri’nin uluslararası hukuka göre kendi toprakları olduğunu savunarak bölgenin bir barış anlaşması çerçevesinde kendisine iade edilmesini savunuyordu. Ve bu talep İsrail’in Celile Denizi’nin doğu kıyısındaki kontrolünden vazgeçmesini de içeriyordu. Celile Denizi İsrail’in ana içme suyu kaynağı. Şimdiki Suriye yönetiminin İsrail’e karşı politikası henüz şekillenmiş değil. Çünkü kendisini uluslararası arenada kabul edilir kılmaya çalışıyor.
Filistin’e Karşı İsrail Piyonluğu
Emperyalizmin bölgedeki yedek gücü olmaya can atan HTŞ ülkede faaliyet gösteren Filistinli direniş örgütlerini de görevi gereği hedefine aldı. Colani Filistinli direniş gruplarının temsilcileriyle yaptığı toplantıda ülkede artık silah bulundurmalarına, eğitim kampları kurmalarına veya askerî karargâhlar işletmelerine izin verilmeyeceğini açıkça belirtti. HTŞ’nin bu talimatıyla Filistinli grupların yalnızca siyasî faaliyetler ve hayır işleriyle sınırlı kalacağı ifade edildi. Toplantıya katılan gruplar arasında Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC), Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık (FHKC-GK), Es-Saike ve Filistin İslami Cihad’a (FİC) bağlı Şehit Ali Esved Tugayı gibi örgütler bulunuyor. Özellikle, IŞİD’e karşı mücadelede bu gruplar ön saflarda savaşmıştır. Filistinli direniş örgütlerinin Suriye içindeki askerî varlığının sona ermesi İsrail ve diğer bölgesel aktörler açısından önemli bir gelişme olarak değerlendirilebilir ve bununla birlikte HTŞ’nin Filistinli direniş örgütlerini silahsızlandırma kararı örgütün uluslararası alanda meşruiyet arayışı ve emperyalist ülkelerle ilişkilerini geliştirme çabasının bir parçası olarak da yorumlanabilir. Dikkat çekici bir nokta olarak bu gruplar arasında Hamas ve El Fetih’in olmadığını belirtelim. Hamas cihatçı grupların Esad’ı devirmesinin ardından yayımladığı mesajda Suriye halkını “özgürlük ve adalet isteklerine ulaştıkları için” kutlamıştı. HTŞ’nin bu kararı ise Suriye’deki Filistinli grupların geleceğini belirsizliğe iterken bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirme potansiyeli taşıyor. Ancak bu adımın uzun vadeli etkileri hem Filistinli grupların tepkilerine hem de HTŞ’nin Suriye’deki diğer aktörlerle olan ilişkilerine bağlı olarak şekillenecektir. Gündemin bu kadar sıcak aktığı Orta Doğu’da dost-düşman ayrımı yapılmadığı sürece emperyalizmin güdümünden çıkılması mümkün görünmüyor. Anti emperyalist, anti Siyonist çizgi silikleşirken ulusal kurtuluş mücadelelerinin bu unsurlarla kurduğu denge de değişiyor.
HTŞ ve İsrail emperyalistlerin bölgedeki unsurlarıdır. Aynı kaynaktan beslenen bu iki gücün birbiriyle ters düştüğü ve çatıştığı dönemler de olacak; ancak nihayetinde artık her zerresi barut kokan bölge halkı etkilenecektir. Yani mesele sadece Suriye değildir. Bu tablo Suriye meselesinin yerel bir sorun olmaktan öte bölgesel ve küresel dinamiklerle sıkı bir ilişki içinde olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Suriye’de gelecekte oluşacak dengeler yalnızca ülkenin iç yapısıyla sınırlı kalmayıp geniş bir yelpazeye yayılan uluslararası ekonomik ve siyasî krizlerle doğrudan bağlantılıdır. Bu krizler arasında İsrail’in Filistin ve özellikle Gazze’ye yönelik saldırıları Rusya-Ukrayna savaşı ve Türkiye’nin sözde milli güvenlik kaygıları ve ABD’nin İsrail’i koruma ve Orta Doğu’daki etkisini sürdürme stratejisi bulunmaktadır. Dolayısıyla Suriye pek çok uluslararası aktörün çıkarlarının kesiştiği bir mücadele sahası haline gelmiştir ve buna yenileri eklenecektir. Suriye’deki savaş hem sahada hem de diplomasi masasında devam edecektir. Bu nedenle ülkenin ve bölge halklarının geleceği belirsizliğini korumaktadır ve maalesef ki egemenlerin çıkarları doğrultusunda şekillenmeye açıktır.