Ölümsüzlüğünün üzerinden 8 yıl geçti. ‘Muharrem yoldaş o pusuyu nasıl fark edemedi?’ sorusu hem gerilla yoldaşlarından, hem de Dersim köylüleri tarafından sıkça sorulan sorulardan oldu. Elbette öylesine sorulan bir soru değildi. Bir nedeni vardı bu sorunun…
13 yıllık gerilla yaşamının tecrübesiyle boşa çıkardığın birçok pusu, bu soruyu haklı olarak sorduruyordu. Defalarca hem öncü, hem de komutan olarak sayısız pratikte düşmanın ölüm tuzağını işlevsiz kılmıştın.
Şimdi ben de 2009 yılına gidiyorum bu yazıyı yazarken. Küçük bir grupla Pertek faaliyetindeydik seninle. Grubun öncüsüydün. Bense henüz yeni bir gerillaydım. Pertek faaliyeti, Dersim’in diğer yerlerine göre arazi yapısı nedeniyle hem kolay denebilecek, ama düşmana da bazı avantajlar sağlayan yapısı nedeniyle riskli bir faaliyet alanıydı. Ancak düşmanın bir türlü anlayamayacağı ve tedbirlerini almakta zorlanacağı nedenlerden dolayı bu avantajı kullanmakta zorlandığı da bir yerdi.
2009 faaliyetinde düşman bilgimizi almış, peşimize düşmüştü. Geçiş hatlarımıza, köy çevrelerine pusulamalar yapıyor, hatta görüntümüzü aldığı bazı yerlerde somut konumlanmalara giriyor ancak bir türlü sonuç alamıyordu.
Pertek faaliyetine dahil olduğumda yoldaşlar, “Arazi yapısı nedeniyle rahat bir faaliyet alanı” diyordu. Alana ilk gittiğimiz birkaç gün öyle bir havası vardı ancak, öncülük yaptığın yürüyüş kolunda, arkadan seni takip etmenin yorgunluğu, söylenen ve anlatılanların tam tersiydi. Hatta bir kaç sefer, peşinden sürüklediğin yolculuğun yorgunluğuyla sana çıkışmış ve bazı tartışmalar yaşamıştık. Sense yeni bir gerillaya anlatabileceğin bir tarzda “anlarsın yoldaş, neden bu kadar yorulduğumuzu” demiştin.
Bu hafif arazideki yaklaşık iki aylık, zorlu faaliyet sonunda düşmanın köylülere “üç sefer görüntülerini aldık ama düşüremedik. Bir dahaki sefere bu kadar şanslı olamazlar” söylemini duyunca bu yorgunluğun nedenini anlamak pek de zor olmamıştı aslında.
O zayıf araziyi, düşmanı yorumlama kabiliyetinle öyle bir kullanmıştık ki, yorgunluğa değmişti aslında. Her yolculuğumuz, adeta kan ter içinde, terden ıslanmamış bir yerimiz kalmamacasına ama her seferinde düşmanı boşa çıkararak faaliyeti sonlandırmıştık.
Bir sene sonra yine aynı araziye bu sefer daha kalabalık gitmiştik. Düşman yine pusulamalarla faaliyetimizi engellemeye çalışıyor, bizi imha etmenin planlarını yapıyordu. Henüz yola koyulmamıştık. Brik diye tabir ettiğimiz, insan boyunu aşmayan meşe ağaçları arasından son gözetlememizi yapıp yürüyüş kolunu oluşturacaktık. Bu sefer öncü bendim hemen arkamda ise sen. Birden öksürük krizi gelince dürbünü elimden alıp ilk baktığın tepede düşmanı fark etmen bir olmuştu. Düşman bir kez daha boşa çıkmıştı. Zira fark etmeseydin, az sonra yürüyeceğimiz patika hemen önlerine çıkıyordu.
Düşmanı yorumlaman, nerede arayacağını bilmen, nasıl hareket edebileceğini öngörmen 13 yıllık gerilla faaliyetinin sana kattığı muazzam deneyimlerdendi. Gerilla yaşamımda senden öğrendiğim çok şey oldu yoldaş. Şimdi o yorgunluk bahaneleriyle yürüttüğümüz tartışmaları hatırladıkça gülüyorum kendi kendime. Demek ki deneyim böyle bir şeymiş. “Anlayacaksın” söyleminin altında pratik olarak ne çok şey varmış. Tek bir kelimenin anlattığı aslında biriken savaş deneyimiymiş…
Şehit düştüğün tarih geliyor aklıma. Seninle yürüttüğümüz keşif faaliyetinin ardından Merkez alanında bir yıl sonra faaliyete başlamıştık. Köye ilk girdiğimiz gündü. Tarif ettiğin köye ulaşmış ve kendimizi tanıtma zorunluluğu yaşamıştık. Köyden çıkıp uygun bir yerde konumlanacaktık. Gökyüzünde dolunay, saat ise gecenin biri olmuştu. Daha noktalama yapacağımız yere ulaşalı 5 dakika olmamıştı ki, kobra helikopterlerin sesi gelmişti. Helikopterler Aliboğazı’na doğru gidiyordu. O saatte çalışan helikopter ya bir eyleme, ya da bir pusuya işaretti. Ertesi gün öğrenebildik Hevaller ve yoldaşlar Çemişgezek ilçe merkezine ortak eylem yapmışlardı. Haberi veren yerel radyo kanalı da hemen ardından İsyan Ateşi parçasını çalmıştı. Ne kadar heyecanlanmıştık…
Aradan birkaç gün geçti. Yine aynı saat ve aynı şekilde helikopterler. Yine yorumlar yapmaya başladık. Ertesi gün haberleri dinledik. Daha ertesi gün de. Hiçbir haber yoktu. Sonra alan değiştirdik. Bir hafta geçmişti aradan. Gündüz sıcağında mayışmış biraz uykuya dalmıştım. Bir yoldaşın seslenmesiyle uyandım. Uykulu gözlerle yoldaşın radyoyu işaret ettiğini gördüm. Kulak kabarttım. Denge Mezopotamya radyosu haberleri vardı. Yoldaş adeta donmuş, bir şey söyleyemiyordu. Az sonra radyoda senin ve Heval Yılmaz (Mazlum Erenci)’ın adı geçti. Bozan Yaylalarında bir hafta önce (29 Haziran 2011’de) şehit düştüğünüzün tarihini veriyordu haberler. Daha önce seninle birlikte yaptığımız bir noktada haberi dinlerken, kelimelerin yerine sadece duygular konuşuyordu. Hiçbirimizden çıt çıkmıyordu. Tarih ise bir hafta önce netleştiremediğimiz helikopterlerin çalıştığı tarihti.
Akşam köye gidecektik. Senin çok sevdiğin, seni çok seven bir eve… Köylüler de haberini almışlardı. Hızlıca bir anma örgütledik. Yaşamına dair kısa bir sunumun ardından saygı duruşuna davet ettik evdekileri. Saygı duruşu sırasında ev halkıyla göz göze gelmemeye çaba sarf etmiştim. Herkesin gözleri doluydu. Kimse duygusunu gizlemiyordu ancak, yine de gözyaşlarımızı saklama ihtiyacı hissetmiştik.
Sadece o evde değil daha sonra nereye gidersek gidelim seni tanımış olsunlar, ya da sadece adını duymuş olsunlar herkesin sorduğu ilk soru “Muharrem o pusuyu nasıl fark etmedi?” Biliyoruz o sorunun bir cevabı yok. Ama bilinen bir şey var ki, o pusunun öyle sırdan bir pusu olmadığıdır. Bir ihanet vardı. Daha az önce sana/size bir bardak çay ya da bir lokma ekmek uzatanlardan birinin ihaneti. Bunu biliyoruz. Ancak şu da bilisin ki, o ihanet yapanın yanına kalmayacak. Ve hesabınız sorulacak. Emin ol, onurlu ve namuslu Dersim halkı da bunu bizler kadar çok istiyor. Ve er ya da geç kanınızı yerde bırakmayacak, hesabınızı soracağız.
Dersim’den bir yoldaşın