Eğitim sistemlerinin güçlendirilmesi ve bilimsel temellere dayandırılması hem bireylerin hem de toplumun gelişimi açısından büyük önem taşır. Ancak öte yandan eğitim sistemi, egemen sınıfların toplumsal yapıyı ve kendi iktidarlarını korumak için kullandıkları güçlü bir araçtır. Ülkemizde de yazboz tahtasına dönen bu araca uydurulan yeni kılıfın adı da Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli oldu. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlığını taşıyan bu yeni eğitim müfredatı 26 farklı öğretim programı ve bir ortak metnin yer aldığı toplamda 3 binin üzerinde sayfayı kapsayan çocuk hakları ihlalini içermektedir. MEB’e göre “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” 81 ilden öğrenci ve öğretmenler dahil farklı tarafların katıldığı “10 yıllık uzun soluklu bir ihtiyaç analizi” ile hazırlandı; fakat özünde bilimden uzak, idealist, dinci bir model hedeflendi.
2024-2025 öğretim yılında uygulanması beklenen bu programın neredeyse tamamını değerler yani ahlaki bilinç temelinde kâmil insana ulaşmak için fıtri, yaradılıştan gelen özellikleri koruma ve geliştirmeyi amaçladıklarını söyleyerek fıtrat, kader ve ahlak üçgeni oluşturmaktadır. Özü itibariyle ise “huzurlu aile ile toplum/huzurlu insana” ulaşmak diyerek bilimsel eğitimin tamamen kaldırılmasının ideolojik zeminini oluşturulmaktadır.
Örneğin programda değerler kavramına toplamda 723 kez atıf yapıldığı görülmektedir. 723 atfın yüzde 48’i evrensel değerlerle, yüzde 26’sı milli değerlerle, yüzde 25’i de manevi değerlerle ilgilidir. Yani Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli diyerek hazırlanan müfredatla iktidarın istediği profile uygun, İslami referanslar üzerinden öğrenci yetiştirmek amaçlanmaktadır. Bu müfredatla değerler eğitiminin tüm derslere yaygınlaştırıldığı, değerleri “fıtrat, edep, mahremiyet, sabır, ahilik, fazilet, hadis, cedel, hikmet, iffet, medevet….” diye sıralayarak tüm derslerin İslami bir içerikle şekillendirildiği bir müfredat hedeflenmektedir.
2012 4+4+4 yasası, 2017 Strateji Belgesi, 2017 müfredat değişikliği, 2023 Vizyon Belgesi, 12. Kalkınma Planı’nda yer alan maddelerle 2002’den bugüne iktidarın eğitimi dincileştirdiği doğrudur ancak bunun bu dönemle sınırlı bir amaç olmadığını özellikle bilmek gerekir. Her alanda gericilik siyaseti baştan sona tüm TC tarihinin bir özelliğidir. Öyle ki yüzyılın gerekleriyle buluşulduğu her alanda ve her anda devlet bunlara sonuç olarak müdahale etmiştir. Yüzyılın gereklerini Kemalizm’in faşizmini perdelemek üzere ilericilik olarak sunan anlatılar emperyalizm gerçekliğini, devletçiliği, iktidar kavgasında somutlaşan klik mücadelelerini ıskalayan ya da inkâr eden anlatılardır. Gerici eğitim sisteminin karşısına “Kemalist, cumhuriyetçi eğitim sistemi” ile çıkılması bu anlatıların yanlışını içermektedir.
Bilindiği üzere M. Kemal Nutuk’ta “Kesin olarak bilmeliyiz ki iki parça halinde yaşayan uluslar zayıftır, hastadır. Çocuklarımıza ve gençlerimize uyguladığımız öğretimin sırrı ne olursa olsun, onları: 1) Ulusuna, 2) Türkiye Devletine, 3) Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla savaşabilecek bilgiler ve araçlarla silahlandıracağız” şeklinde şovenist ve militarist eğitim sisteminin hedeflendiğini vurgular ve bugün de hedef ondan farklı değildir. Diğer inançları egemen olan inancın baskılarıyla sınırlayan, topluma devlet dinine göre inanç veya ibadet sınırları çizen, bunu eğitim ile aynı çatı altında yürüten hem dini hem de dine muhalefeti kullanan bu anlayış süregelmektedir.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli için bugün Erdoğan’ın “dindar nesiller” hedefinin arkasında “Osmanlıcı” anlayışının gizlendiği “cumhuriyet’in kazanılmış değerlerinin al aşağı etmenin hedeflendiği” belirtilse de o özünde hâkim ideolojinin temellerini sağlamlaştırmaktadır. Mustafa Kemal’in okullarda “milli tarih”, “milli coğrafya” ve “ordulaşmış millet” ruhunu diriltmek için okuttuğu “milli güvenlik” dersleri dünden bugüne süregelen ırkçı şovenist eğitim politikasının basit yansımalarıdır, Erdoğan sadece bu bayrağı konjonktürel çıkarlarına uygun şekilde dalgalandıran bir temsilcidir.
Örneğin TC’nin kuruluş yıllarında ittihatçı kadrolardan olan Dr. Reşit Galip Ermeni Soykırımı’nda adı geçen isimlerindendir ve Türk Tarih Tetkik Cemiyetinin de kurucusu olup Cumhuriyet’in ilk Milli Eğitim Bakanlığı görevlerinden birini üstlenir. Bugün de gerek bakanlıklara olsun gerekse de eğitim projelerinin yürütülmesine dahil edilen isimler Erdoğan’ın, dolaysız olarak da hâkim ideolojinin çevre ve çeperini oluşturmaktadır.
Bu çeper ile eğitim sistemine yerleştirilen ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım Değerlere Saygılıyım) projesi kapsamında okullarda imamlar, vaizler ders vermiş, öğrenciler camilere ve mezarlıklara götürülmüş, derse maket mezar getirip kız öğrenciden annesi ölmüş gibi ağıt yakması istenmiş; yine bir derste küçük çocukların ellerine maket bıçaklar verilerek törensel kurban kesimi yapılmıştır. Değerler Eğitimi adı altında küçük çocuklara ölüm, cennet, cehennem teması gibi soyut kavramların öğretilmesinin çocukların ruh sağlığını olumsuz etkilediği pedagoglar tarafından söylenmekte, bilimse olarak açıklanmaktadır. Açıktır ki asıl hedefleri ne bireylerin ve toplumun eğitim düzeyi ne de öğrenme becerisidir.
Bakan Yusuf Tekin’in “Bilimin yol göstericiliğinin yanında, eğitim sistemimizi ve öğretim programlarımızı millileştirmek, kültürümüzden izler taşımasını sağlamak ve manevi değerlerimizle bütünleştirmek çocuklarımıza borcumuzdur” şeklindeki ve benzer açıklamaları, örneğin biyoloji dersinde yaratılış teorisinin benimsenmesi için uğraşılması, evrimin bu dersin temeli olduğunun reddedilmesi bilimden ne kadar uzak olunduğunu göstermektedir. Dün de bugün de ezberci, yeterli deney ve gözlem imkânından uzak, eleştirel düşünme ve yorumlama becerisinin asıl hedef haline gelmediği yalnızca milliyetçi duyguların kabartıldığı görülmektedir.
Öğrenciler üzerinden, düşünülen toplumsal normlarda erozyon olup olmadığı, hangi değerlerde çözülmelerin yaşandığı, hangi normlarla gençler arasındaki bağların zayıfladığı gibi kaygılar iktidarın kendi hâkim ideolojisinin toplumsal niteliğinin, bu değerlere toplumsal bağımlılığın pekiştirilmesini hedeflemektedir. Ne “cumhuriyetçi” eğitim modeli ne de “Osmanlıcı ve dindar” eğitim modeli bilimsel, eşit ve adil bir eğitimi temsil etmemektedir. Ezilen ulus ve inançlara düşmanlığı körükleyen, sınıf karşıtlıklarını ve ezen-ezilen çelişkisini nötr hale getirerek biat kültürünü pekiştiren, toplumsal cinsiyet normlarını ve buna bağlı eşitsizlikleri destekleyen bu model ve öncesine ait eğitim politikaları, müfredatlar ve öğretim yöntemleri egemen sınıfların değerlerini ve dünya görüşlerini yansıtarak yine egemen sınıfların sosyal ve kültürel sermayesini pekiştirmektedir. Buna karşı bilimin ışığında aydınlanan gelecek nesiller için mücadele elzemdir.
Unutmamak gerekir ki bilimi rehber almak da sınıfsal bir sorundur. Toplumu bilim doğrultusunda kavramak, incelemek ve donatmak onun kurtuluşu bakımından belirleyici bir öğedir. Kuşkusuz toplumun güçlü ve devrimci inşası toplumsal mücadelenin bütün katmanlarıyla birlikte mümkündür. Salt bilim öğretilerine dayanan ve toplumun sınıfsal mücadelesinin özelliklerini inkâr ede tutumlar “kitle çizgisi” öğretisiyle çelişir. MLM’nin kitle çizgisi bize devrimlerin sonuç olarak halkın eylemin olduğunu öğretir. Onun dışında gelişen bilim öğretilerini ona taşımak kesinlikle doğru bir çizginin, politikanın başarısı olacaktır. Belirleyici olanın kitleler olduğu gerçeğinden sapmayan bir yaklaşımla günümüzdeki tüm gericilikle mücadele edilmelidir. Kitleleri kazanan geleceği kazanır mottosundan vazgeçilemez. Bilimin halkın çıkarlarıyla uyumlu özünü doğru kitle çizgisiyle açığa çıkarmak ve yaymak bu mücadeledeki temel düsturumuzdur.