Tahıl üreticiliği, tarım ekonomisinin en önemli alanı ve genel olarak dünya çapında gıda sektörünün de bel kemiğidir. Tahıl üretiminde yaşanan kesintiler, mevsimsel olumsuzluklar, lojistik sorunlar gibi faktörler genel gıda krizlerine dahi yol açabilmektedir. Bunun en yakın örneğini, Rus emperyalizminin Ukrayna işgali ile birlikte görmüş olduk. Avrupa’nın tahıl ambarı olarak görülen Ukrayna’dan Rus ambargosu sebebi ile tahıl ticaretinin sınırlanması birçok ülkede market raflarına yansımış, Türkiye’de de tanık olduğumuz şekli ile birçok ülkede ayçiçek yağı gibi ürünlere günlerce ulaşılamamıştı. Tahıl üretimi, bu sebeple gıda sektörünün temel ve insanlık için vazgeçilmez unsurudur. Lokal denilebilecek bir bölgede yaşanan bir tedarik kesintisi dahi, küresel ölçekte ciddi sonuçlar doğurabilmektedir.
Bu derece önemli bir unsur olması, tahıl üretimi alanında da gerici egemen sistemin çok yönlü bir sömürü ve kâr ağı oluşturmasını beraberinde getirmiştir. Tahılın hasadı, taşınması, işlenmesi ve marketlere kadar uzanan zincirin her bir halkası sömürünün ağır biçimde gerçekleştiği ve emperyalist tekellere, onlara uşaklık eden yerli bağımlı diğer sınıflara kâr sağlayan birer talan alanıdır. Ancak talan, bu halkalar ile sınırlı değildir. Ekilen tohum dahi büyük bir pazar ve emperyalist çekişme alanıdır.
2023 yılı itibarıyla tohum pazarının büyüklüğü, dünya çapında 52,06 milyar dolar ölçeğindedir. Tohum pazarını birçok pazar alanından ayıran en önemli özellik, sürekli istikrarlı bir biçimde büyüyor oluşudur. İnsanlığın temel yaşamsal ihtiyaçlarından birine yönelik oluşmuş bir pazar alanı olması sebebi ile büyümede istikrar sağlanırken büyümeye temel olan bir diğer faktör ise tohumlara çok yönlü müdahalenin sağlanabiliyor oluşudur. Tohumlara yönelik bugün için yapılan en önemli müdahale, bu alanda faaliyet gösteren emperyalist tekellerin konumunu pekiştirecek şekilde ve bu tekellere olan ihtiyacı güçlendirecek biçimde tek sezonluk tohumlar ve genetiği değiştirilmiş tohumların kullanılmasıdır.
GENETİĞİN VE NESİLLER ARASI AKTARIMIN GİZEMİ
Genetik biliminin ortaya çıkışı, Mendel tarafından yapılan deneyler ve ortaya konulan biyolojik kalıplara dayanmaktaydı. Bu dönemde nesiller arası fiziksel özelliklerin aktarımına ebeveynlerin karışımı olarak bakılıyordu. Yani yavru, ebeveynlerin özelliklerinin bir karışımıydı. Mendel, bu fikre tam olarak katılmıyordu. Ona göre, bu aktarım rastgele bir karışım işlemi değildi, belirli kalıplara ve ilkelere dayanmalıydı. Bunun en önemli örneklerinden biri şudur: Elimizde iki adet gül ağacı olsun. Biri kırmızı, diğeri ise sarı renkte olsun. Bunlar arasındaki tozlaşmanın sonucu, ortaya yine nihayetinde sarı ve kırmızı güller çıkacaktır, ara renklerde bir gül çıkması beklenmeyecektir yani beyaz bir gül çıkması için hiçbir sebep yoktur. Ayrıca her zaman, eşit miktarda sarı ve siyah gül de ortaya çıkmayacaktır. Bu olgu, “karışım teorisinin” tam olarak doğru olmadığına işaret ediyordu. Yaptığı bezelye çaprazlama deneyleri ise kalıtımın temellerini oluşturacaktı.
Mendel bu merakının peşinden sürüklenirken elinde çalışmaları için oldukça uygun olan bahçe bezelyesi bitkisi vardı. Bu bitkinin en önemli özelliği kendi ebeveyninden üreyen bir bitki olmasıydı, bu bitkinin çiçekleri tozlaşma tamamlanana kadar büyük ölçüde kapalı kalır, böylece farklı bitkiler ile tozlaşma mümkün olmazdı. Mendel tarafından bu bitkiler baz alınarak çalışmaya başlandı. Odaklanılan noktalar tohum rengi, şekli, bitki boyu, çiçek rengi gibi özelliklerdi. Mendel tarafından kullanılan çapraz birleştirme yani melezleme tekniği, elle tozlaşma yani küçük bir fırça kullanılarak çalışmalar başlamıştı. İlk çaprazlamadan F1 melez bitkileri elde edilmişti. F1 bitkilerinde önemli sonuçlar ortaya çıkmıştı. Melezlemeye temel olan bitkiler, yeşil ve sarı tohumlara sahip iki ayrı homozigot yani safkan bitkilerdi. Ancak F1 bitkilerinin tümü sarı bezelye tanelerine sahipti. Daha sonra Mendel F1 bitkilerinde gözlenen ve odaklanılan özellikleri not alarak yeni melez nesiller oluşturmaya başlamıştı.
F1 neslinden bezelyelerin birbiri ile melezlenmesi ise oldukça şaşırtıcı bir sonuç vermişti. F1 neslinde tüm bezelyeler sarı olmasına rağmen, F2 neslinde yüzde 25 yeşil ve yüzde 75 sarı bezelye taneleri mevcuttu. Bununla birlikte Mendel, çiçeklerden bitki boylarına kadar birçok özelliği karşılaştırdı. Hepsinde sonuç aynıydı. Farklı özellikteki iki bireyin melezlenmesi ile yavrular bir baskın özelliği taşıyordu, ancak çekinik olan özellik kaybolmuyor, ileri nesillerde yeniden ortaya çıkabiliyordu.
Bu çalışmalar gen biliminin temelini atmıştı. Birçok özelliğimizin sırrı, gen adı verilen, DNA’larımızda dizili biçimde bulunan küçük bilgi taşıyıcılarında gizliydi. Her özellik alel adı verilen bir çift gen ile ortaya çıkıyordu. Mendel deneyleri, tohumlara müdahale edebilmenin, onların belirgin özellikler sergileyebilmesini sağlamanın mümkün olduğunu da ortaya koydu.
Bundan sonra gelişen çaprazlama veya bitki yapısını değiştirme çabaları, artık ya toplumsal ihtiyaçlara göre şekillenecek ya da egemen sınıfın tahakkümünü sağlamlaştırmaya hizmet edecekti. Her iki yöne de hizmet eden çalışmalar tarihsel olarak yapıldı.
TOPLUMUN İHTİYAÇLARINI ÖNCELEYEN TOHUM ÇALIŞMALARI
Bu çalışmaların en önemlilerinden birinin altında Lysenko’nun imzası vardı.
Ekim Devrimi sonrası Sovyet halkı, ciddi bir tahıl sıkıntısı ve kıtlıkla karşı karşıyaydı. Soğuk iklim ve tedarik sorunları, halkın günlük yaşam koşullarını oldukça ağırlaştırmaktaydı. Ekim Devriminin çocuğu ve aynı zamanda argo-teknikçi olan Lysenko, çalışmalarını bu soruna yoğunlaştırmaktaydı. Lysenko’nun yoğunlaştığı ilk mesele, eldeki mevcut teorilerin yeniden gözden geçirilmesi gerekliliğiydi. Mendel, “karışım teorisinin” açıklarına yoğunlaşmış ve nesiller arası değişimde kalıtım unsurlarının hangi kalıplar içerisinde gerçekleşebileceğine dair önemli buluşlar yapmıştı. Her ne kadar Mendel’in çalışmaları büyük bir çığır açmış olsa da, bu teori Sovyetlerin soğuk toprakları için umutsuzluktan başka bir şey vaat etmiyordu. Çünkü Mendel’in teorisinde nesiller arası geçişte tek faktör, kalıtım alelleriydi. Eğer atadan gelen soğuğa dayanıklı genler mevcut değilse, bu yönlü bir melezleme sonucu da ortaya çıkamazdı. Ancak Lysenko, çevresel faktörlerin nesiller arası aktarımda yabana atılamayacak derecede önemli olduğunu düşünmekteydi. Böylece tohumlara yönelik soğuklandırma yöntemini kullanarak onları Sovyet topraklarında yüksek verim verecek biçimde dayanıklı hale getirmeye çalışıyordu. Yani Lysenko’ya göre kalıtımsal farklar, yalnızca yalıtık ve izole mutant genler aracılığı ile sağlanmıyordu, bu genlerdeki değişimde çevresel faktörlerin de etkisi mevcuttu.
Lysenko’nun çalışmaları ve prensipleri karşılık vermeye başlamıştı. Ancak kendisinin “sıkı bir Bolşevik olması” onun çalışmalarının ve prensiplerinin sözde burjuva aydınlar tarafından lanetlenmesine yetmekteydi. Öyle ki Sovyetlerde karşı devrimci faaliyetlerde bulunması sebebi ile cezalandırılan Mendelci biyologların dahi Lysenko tarafından kurulan kumpaslar ile hedef haline geldiğinin propagandaları yapılmaktaydı. Lysenko’nun ve kendisini takip eden öğrencilerinin yaptığı çalışmalar ile ortaya çıkarılan birçok tahıl, bugün dünyada en çok üretilen tahıllar arasındadır. Lysenko’nun çalışmalarının temelinde yatan motivasyon, Sovyet halkının yaşam koşullarının iyileştirilmesiydi.
EMPERYALİST TEKELLER VE GENETİĞİ İLE OYNANMIŞ ORGANİZMALAR
Bugün dünya tohum pazarının yüzde 49’unu oluşturan GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) tohumlar, esasta tohum üretim maliyetini azaltarak verim ve raf ömrünü uzatmayı hedef alır.
Genetik müdahale yöntemleri ile tohumların genlerinde hastalığa, mevsim koşullarına, parazitlere duyarlı veya dezavantajlı olan unsurlara laboratuvar ortamında müdahale edilmesi ile genetiği değiştirilmiş (GD) tohumlar ortaya çıkar. Böylece klasik ürünlere göre daha dayanıklı, daha fazla raf ömrü olan ve sistem tarafından belirlenen simetrik estetik ölçütlere daha uygun ürünler elde edilir. GD ürünlerinin pazarlanmasında en önemli propaganda verimin artırılmasının ve tarım ilacı, gübre gibi zararlı araçların kullanımının azaltılmasının hedeflendiğidir. Ancak gerçeklik, farklı şekilde karşılık bulmaktadır.
Her ne kadar GDO çalışmaları tahıl ıslahı başlığı altında olsa da GDO çalışmaları birer hibritleme (melezleme) çalışması değildir. Hibrit tohumlar ve GD tohumlar aynı kulvarda değerlendirilse de GD tohumlarının genetik müdahalelerinde yapay yöntemler kullanılmaktadır. Transgenik bitkiler olarak da tanımlanan GD bitkilerde gen değişimi biyoteknolojik olarak iki yöntem ile yapılmaktadır. Bu yöntemlerden biri gen ekleme, diğeri ise gen çıkarma metodudur. Gen ekleme metodunda, bitkinin gen dizilimi içerisinde yer alabilecek bir protein aktarımı sağlanır. Bunun bir örneği, 1993 yılında yapılan δ-endotoxin içeren transgenik mısır üretimi olmuştur. δ-endotoxin; toprakta yaşayan bir bakteriden elde edilen iç toksin özelliğinde bir proteindir, yani zehirdir. δ-endotoxin proteini görünürde bitki için zararsızdır ancak bitki içerisindeki zararlı böceklerde tepkime gösterir. Bitki içindeki böceğin sindirim sistemine giren bu protein burada böceğin sindirim sistemi hücrelerini parçalar ve ölmesine sebep olur. Gen çıkarma veya gen susturma metodunda ise bitkinin istenmeyen geni baskılanmaya çalışılır. Klonlanmış Antisens RNA ters yönde konumlandırılır, böylece genin doğrudan sentezlenmesi engellenir.
Bu müdahalelerin uzun vadede ne gibi sonuçlar doğuracağı bilinmemektedir. Ayrıca bu yöntemlerin verimi artırdığına dair hiçbir kanıt da yoktur. Çünkü bağımsız kuruluşlarca denetiminin yapılması neredeyse imkansız hale gelmiştir. Bu tohumlardan edinen üreticilere kullanım sözleşmesi dayatılmakta, bu yol ile GD bitkilere dair ürün rekoltesi gibi veriler yalnızca tohum üreticisi şirketlerin verilerine göre şekillenmektedir. Market ömrünün uzatıldığı bir gerçektir ancak bunun ne pahasına gerçekleştiği henüz net değildir. İnsan sağlığını, habitatı, toprak yapısını değiştirecek sonuçlar üretmesi ise neredeyse kaçınılmazdır. Bu ürünlerin alerjik ve toksik etkiler oluşturduğuna dair de birçok çalışma açıklanmıştır.
Örneğin, soya üzerinde GDO faaliyetlerinin arttığı 1990’ların sonu itibarıyla İngiltere’de soya alerjisinin yüzde 50 oranında artış gösterdiği belirtilmektedir. Zarar yalnızca insan ile sınırlı olmamakta. Bu bitkilerin kullanımının artışı ile arı nüfusunun azaldığı belirtiliyor. Ayrıca insan sindirim sistemindeki yararlı bakterilerin, özellikle gen ekleme yolu ile üretilen GD ürünlerinden olumsuz biçimde etkilenebileceği de yapılan uyarılar arasında yer alıyor.
Ancak tohum üreticisi konumundaki tekeller, bu zararları görmezden gelerek maliyetin kırılması halinde tüm riskleri alabileceklerini ispatlamaya devam ediyor.
Bu tekellerin insanlığa ve tabiata verdikleri zararlar, elbette saymakla bitmeyecektir. Kendilerini tekel pozisyonunda tutmalarının bir diğer yolu da tek kullanımlık tohumlar üretmektir. Yalnızca GD tohumlar değil, hibrit tohumlar da bu sınıfa girmektedir. Çiftçi açısından, daha az gübre, daha fazla mevsimsel dayanıklılık fırsatı sunan bu ürünler oldukça fazla tercih edilmektedir, ayrıca kendi tohumlarını üretmelerinin önüne de geçilmeye çalışılmaktadır. Çiftçi devlet tarafından bu tohumları kullanmaya mecbur bırakılmaktadır. Türkiye de dahil birçok ülkede gerici devletler, çiftçileri emperyalist tohum tekellerine mecbur bırakacak biçimde yasal düzenlemeler hayata geçirmektedir.
Bu düzenlemelere göre çiftçinin kendi tohumunu üretmesine “prensipte” karşı çıkılmıyor gibi görünse de üretilecek tohumun sertifikalandırılması zorunlu kılınıyor. Bu sürecin ise zaman isteyen, oldukça karmaşık ve maliyetli oluşu, çiftçileri tek kullanımlık tahılları kullanmaya mecbur bırakıyor.
Sonuç olarak; tohumlara yönelik yapılan yapay müdahaleler, ne çiftçinin üretim kapasitesini artırmayı ne de kıtlığa karşı önlem almayı hedeflemektedir. Hedef, tohum tekellerinin maliyetini azaltmak ve pazar yaratılmasının önünü açmaktır. Ayrıca bu alanda birden fazla tekelin faaliyet gösteriyor oluşu, rekabeti kızıştırmaktadır. Artan rekabet ise insan sağlığını hiçe saymak uğruna, tohum genleri ile daha fazla oynamayı da beraberinde getirmektedir. Kıtlık tehdidinin ve gıda erişiminin sınırlı olmasının sebebi tohum azlığı, yetersizliği değildir. Tohum üretimini tekelleştiren gerici sistem, tehlikenin tek sebebidir.