[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Yoksul, Alevi bir ailenin çocuğu olarak gelmişti dünyaya. İlkokulun birinci ve ikinci sınıfını Karamahmut köyünde okudu. Daha sonra da Ortakışla ve Alacaköy’de öğrenimini tamamladı. 1961’de Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nda öğrenimine devam etti. Devrimci düşüncelerle Hasanoğlan Öğretmen Okulu’nda tanıştı. Okulu dereceyle bitirerek yüksek öğretmen okuluna gitti. Bir yıl hazırlık sınıfında okuduktan sonra İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü öğrencisiydi. Bu yıllarda özellikle devrimci gençliğin anti emperyalist mücadelesine yakın ilgi duydu. Sosyalist düşünceyi benimseyip, okuldaki arkadaşlarıyla Fikir Kulüpleri Federasyonu İstanbul sekreterliği ile ilişki kurarak, kendi okullarında da örgütlenmek için çalışmalara başladı. Daha sonra TİP üyesi olan Kaypakkaya, siyasal düşüncelerinin yanı sıra sanata ve edebiyata eğilimi ve her konudaki bilgisi, alçakgönüllü kişiliği ile dikkat çekti. Mart 1968’de Çapa Fikir Kulübü’nün kurucusu ve başkanı oldu. 6. Filo’ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968’de okuldan atıldı. Çapa’da okurken yurttan ve okuldan düşüncelerinden dolayı kovulduktan sonra babası bir tanıdık bulup okula geri almaya çalıştı. Okul müdürü, Ali Kaypakkaya’ya “Oğluna söyle fikirlerinden vazgeçsin tekrar okula geri alalım,” dedi. Baba İbrahim’in yanına gidip durumu anlatıca İbrahim, “Baba silahın yanındaysa çek beni vur, ama bana bu fikirlerden vazgeç deme,” demişti…
FKF ve TİP’deki ayrışmada MDD saflarında yer aldı. İşçi-Köylü Gazetesi’nin İstanbul’daki bürosunda çalıştı. Aydınlık ve Türk Solu’nda yazdı. Aydınlık ayrışmasında PDA (Proleter Devrimci Aydınlık) saflarında yer aldı. 1972’ye kadar PDA’da (TİİKP) çalıştı; DABK (Doğu Anadolu Bölge Komitesi) üyesi olarak görev yaptı. PDA ile yolları ayrıldı. Ayrılık sonrasında TKP/ML-TİKKO’yu kurdu. Dersim bölgesinde mücadele ederken, 24 Ocak 1973’te Vartinik Mezrası’nda yoldaşlarıyla kaldığı bir komda devlet güçlerince sarıldı. Çatışmada Ali Haydar Yıldız katledilirken Kaypakkaya çatışma alanından yaralı olarak uzaklaştı. Daha sonra bir öğretmenin ihbarıyla yakalandı. Yaralı halde kilometrelerce yürütüldü. Önce Dersim’e, oradan Amed’e götürüldü. Amed’de ayak parmakları kesildi. Ondan sonra işkenceli sorgular başladı. Vahşi işkence yöntemleriyle sorgulandı. Fakat arkadaşları hakkında tek kelime dahi etmedi. Dört ay süren işkencelerde “ser verip sır vermemenin” ne demek olduğunu dosta da düşmana da öğreterek, 18 Mayıs 1973’te katledildi.
Sorgusunda “konuşmayacağım, konuşturulmayacağım!” demiş ve konuşturulamamıştı. Babasına oğlunun intihar ettiği söylendi! Cansız bedeni babasına parçalanmış şekilde teslim edilirken cenaze töreni yapılmaması için baskı da yapılmıştı. “Kırmızı Gül Buz İçinde” belgeselinde babası anlatır: “Ordan bi hamal tuttum, adam öylece baktı. Ondan sonra ‘Ne bu’ dedi. Öğrenciydi dedim. Burada işkencede öldürdüler, Çorum’a götürecem dedim. Adam ağlamaya başladı, ‘Ben almayayım o 5 lirayı, helal olsun’ dedi. Ağladı, yürüdü gitti.” Aynı belgeselde, “Tohum” başlıklı romanında insani yönüne ışık tutan yoldaşı Muzaffer Oruçoğlu da aktarır: “Hamallara olan derin sevgisi. Parti kadroları içinde en çok hamalları seviyordu. Diyordu ki, ‘Bu adam bu kadar çalışıyor ama bu çalıştığını bakışlarıyla, sözleriyle, davranışlarıyla hiç açığa vurmuyor.” “Kırmızı Gül Buz İçinde” belgeselinin çekimleri esnasında İbrahim’in annesi, “Biliyor musun; benim oğlan çocukken de yolun düz olanını değil; çakıllı, taşlı olanını tercih ederdi” demişti.
İbrahim Kaypakkaya, komünist ideolojinin Türkiye topraklarında özgünleşmiş taşıyıcısıdır. Sınıf mücadelesinde, toplumsal kurtuluş sürecinde, devrimi örgütleme ve gerçekleştirmede diyalektik-materyalist öğretinin genç ama usta bir öğrencisi ve öğretmenidir. İhtilalci komünist çizginin üretken bir neferi ve önderidir. Kitlelerin devrimci ruhunun yıkıcı ve yapıcı gücüne yön verme ustasıdır; dogmalara, katılaşmış düşüncelere, değişmez denilene karşı tetiklenmiş bir mermidir. Halkın çıkarlarına adanmış, bugünü kavrayarak anlayan, geçmişe bugünün gözüyle ve geleceğe büyük umutlarla bakan bir dava insanıdır.
Kaypakkaya, Türkiye siyasal ve toplumsal devriminin karakteriyle özdeştir. Ortaya koyduğu teorik, politik ve örgütsel çizgiyle bunu başarmıştır. Türkiye devriminin ruhu olmuştur. İçinden geçilen süreçte, toplumsal koşulların elverişliliği ve sınıf mücadelesinin güçlü yasalarının Türkiye topraklarında önder güce ihtiyacı açığa çıkaracak şekilde tarihin kapısını zorladığı noktada olgunlaşıp, genç yaşında bu tarihsel sorumluluğu üstlenmiştir. Kaypakkaya toplumsal sürecin ve tarihin akışına karşı direnme eğilimine karşıt olarak, bu akışı nesnel koşullar içinde anlama ve kavrama mücadelesine tutuşmuştur. Zira toplumsal mücadeleyi ve onun oluşturduğu nesnel ihtiyaçları anlamak, kavramak, onunla iç içe olmak, onun yasalarına hâkim olmak zorlu ve aynı zamanda cüretli bir iştir. Bu, sınıf mücadelesi, üretim mücadelesi ve bilimsel mücadele gibi nesnel dünyayı kavrayacak bir mücadele süreci içinde örülmüştür.
Kaypakkaya, bilimsel sosyalizmin teorik ürünleri ve bilgi birikimini dogmatik yığınlar ve mutlak formülasyonlar biçiminde ele alan anlayışlara karşı açılmış bir savaş cephesidir. O yalnızca pratik yoluyla doğru bilgiye çıkan yönteme sadık kalmıştır. Öznel ve nesnel olanın, teori ve pratiğin somut ve tarihsel birliğine sadık kalmıştır. Bunun dışına çıkan her türlü anlayışa, ideolojiye ve dünya görüşüne istisnasız bir şekilde karşı koymaktan geri durmamıştır. Kaypakkaya henüz 20’li yaşların başındayken, ülkenin sosyo-ekonomik gerçekliği, siyasal ve toplumsal çelişkilerinin özellikleri, siyasal rejimin niteliği, ulusal sorunun esasları, devrimin yolu, başlıca örgütlenme ve çalışma ilkeleri gibi bir dizi temel meselede proleter aydınlanmanın öncüsü olmuş, büyük ve cüretli çıkışlar yapmıştır. Kaypakkaya, Türkiye’deki devrimci mücadelenin 1960’ların ikinci yarısında dünyanın dört bir yanında alevlenen sınıf mücadelesinin estirdiği fırtınalarla buluştuğu kavşakta yetişmiş ve bu savaş içerisinde kimlik kazanmıştır. Tezlerinin Türkiye devrimi için komünist bir manifesto değeri taşıması bu tarihsel sürecin sonucudur. Kaypakkaya bilgiye ulaşma, doğruyu kavrama, pratik ile teorinin birliğini sağlama, toplumsal çelişkileri kavrama yöntemi ile bir bilimin, yani sınıf mücadelesinde yakalamamız gereken ruhun taşıyıcısı olmuştur.
Genç yaşına rağmen teori ve pratiğiyle, “Hizipçi ve bölücü olanlar, revizyonist çizgide ısrar edenlerdir. Bütün eleştirilere rağmen hatalarını düzeltmeyenler, düzeltmemekte ısrar edenlerdir. Hizipçi ve bölücü olanlar samimiyetle özeleştiri yapmak yerine, sadece çok sıkıştıkları zaman revizyonist özü yeni bir biçimle kamufle edenlerdir,” diye haykıran Kaypakkaya’nın vizyonu komünist bir dünyadır. Yolu Kemalizmden uzak komünizm yoludur. Yaptıklarıyla Kemalizmin kirli kanını sosyalist düşünceden temizlememizin ilk adımını atmış, ulusal soruna dair kapsamlı çözümlemeleriyle birçok komünist için hayatlarında devrim teşkil edebilecek önemli teorik yeniden yönelimlere yol açmış devrimciydi. Kaypakkaya, pratik devrimciliğinin yanı sıra sosyalist düşün dünyasına farklı bir ivme kazandıran bir teorisyendir. Bu hususta en çok dikkati çeken konu, MDD anlayışını savunan legal/ illegal grupların görüşleriyle taban tabana zıt duran Kemalizm karşıtlığıdır. Kemalizmi eleştirerek, dönemin devrimcilerinden keskin bir çizgiyle ayrılmıştır. Kaypakkaya’nın, Kemalizm hakkında söylediklerinin, hatta Mustafa Suphi TKP’sine sahip çıkarken yaptığı eleştirilerin bile bilimsel kaygı taşıdığı çok açıktır. Ona göre, Kemalist hareket, özünde “işçilere ve köylülere, bir toprak devrimi imkânına karşı” gelişmişti ve “Kurtuluş Savaşı’nı takip eden yıllarda, devrimin baş düşmanı Kemalist iktidardı.” Yine “Kürt milli hareketi genel bir demokratik muhteva taşır. Çünkü bir yönüyle ezen ulusun hâkim sınıflarının zulmüne, zorbalığına, imtiyazlarına, bencil çıkarlarına karşı yönelmiştir. Milli baskının kaldırılması, milliyetler arasında eşitliğin sağlanması, hâkim ulusun hâkim sınıflarının imtiyazlarının kaldırılması, dil üzerindeki yasaklamaların ve sınırlamaların son bulması, her alanda uluslar arasında eşitliğin ve ulusal devlet kurma hakkı, eşitliğinin tanınması, bütün bunlar demokratik ve ilerici taleplerdir,” diyen Kaypakkaya’nın öne sürdüğü “Kürtler bir ulustur ve kendi kaderlerini belirleme hakları vardır” görüşü, II. Fikir Kulüpleri 5 Federasyonu Kurultayı’ndan kovulmasına ve dönemin diğer sosyalist grupları ile yollarının ayrılmasına sebep olmuştu. Ve bu meselede, “Halkların kardeşliği sloganı baştan beri burjuva-liberal bir hiledir. Önce tam hak eşitliği, ondan sonra halkların kardeşliği,” diyecek kadar ısrarlı ve tutarlıydı.
Özetle Kaypakkaya ezilen milyonların örgütlü mücadelesinde sömürüye ve zulme son vermeyi amaçlayan bir komünistti. Sadece pratik olarak değil, ideolojik ve politik olarak da hâkim sınıfların sisteminden ve ideolojisinden kopmuştu. Önder yoldaşın genç yaşta olmasına rağmen partisini temellendirdiği temel teorik görüşler, dünya komünist hareketi tarihinin deneyimleri, yaşadığı ülkenin sosyo-ekonomik yapısının tahliliyle şekillenmiş; onun tabuları yıkan berrak komünist cüreti, bugün hâlâ Türkiye devriminin yolunu aydınlatmaktadır. Faşist diktatörlüğün yıkılması mücadelesinde illegal silahlı mücadelenin önemini çetin ideolojik tartışmalarla kavratan ve partiyi, halkı, devrimi düşmana karşı koruma savaşında, işkencehanelerde ser verip sır vermeyerek başarıyla çıkmış bu yiğit komünist önderimiz bize yaşın, verdiğimiz devrim mücadelesinde halka ve devrime önderlik etmede bir kıstas olamayacağını göstermektedir. Ondan aldığımız bu kararlılıkla mücadeleye daha sıkı sarılmalı ve bütün faşist saldırılara karşı baskıların bizi yıldıramayacağını, önderimizin İbrahim Kaypakkaya olduğunu her seferinde daha gür sesle haykırmalıyız!