[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
ABD merkezli Silicon Valley Bank (SVB) ve Signature Bank’ın geçtiğimiz haftalarda iflas açıklamasının ardından ABD ve AB ülkelerinden birçok banka da benzer şekilde kritik görünüm sergilemektedir.
Aylardır, uluslararası finansal kriz ve resesyon tehlikesine dikkat çekilirken özellikle SVB ve Signature Bank’ın iflası bu krize doğru gidilen adımların olduğu yorumları yapılmaktadır. Peşi sıra özellikle Almanya ve İsviçre merkezli bankaların da hisselerinde keskin düşüşler yaşanması, bu yorumları kuvvetlendirmektedir. Finansal kriz beklentisini oluşturan temel olgu ise emperyalistler arası çekişmenin ve uluslararası rezerv para biriminin yönetiminin, yani Amerikan Merkez Bankası (Fed) tarafından uygulanan para politikalarının gidişatı gösterilmektedir. Tek başına SVB ve Signature Bank’ın iflası, domino etkisi ile bir finansal kriz yaratma noktasında yetersiz olacak olsa da finans krizine giden yolda önemli etkiler yaratmaktadır. Bu bankaların iflasına sebep olan politikalar uluslararası ölçekte bir finansal krizin patlak vermesi ihtimalini barındırmaktadır.
FED FAİZ POLİTİKALARI VE ULUSLARARASI PİYASAYA ETKİSİ
Pandemi süreci ile birlikte ekonomide durgunluk-resesyon riski ve peşi sıra tedarik zinciri krizlerinin patlaması ile birlikte Fed para politikasında niceliksel genişleme yolunu izlemiştir. Para politikasında niceliksel genişleme bir ülkenin merkez bankasının kredilendirme ve fonlamayı kolaylaştıracak biçimde faiz politikalarında düşüşe giderek marjinal harcamaları artırmayı ve ekonomik canlanmayı sağlamayı hedeflemektedir. Söz konusu uluslararası rezerv para biriminin yani ABD dolarının yöneticisi konumundaki Fed olunca, bu unsurlar ile birlikte farklı parametreler de devreye girmektedir. Çünkü Fed politikalarının yalnızca yerel değil, uluslararası bağlayıcılığı vardır. Yani ABD izlediği para politikaları ile kendi başat emperyalist konumunu kuvvetlendirmeyi ve diğer emperyalistlerle olan çelişkilerinde rezerv para gücünü kullanmayı da hedeflemektedir.
Pandemi sürecinde para politikasında izlenen genişleme, tedarik zinciri krizlerine karşın fonlamayı artırarak bu krizin kendisi açısından sonuçlarını tolere edilebilir seviyede tutmayı hedeflemekte, ayrıca Çin sosyal emperyalizmine alternatif tedarik zincirleri ağı oluşturabilmektedir. Bu politika ile birlikte enflasyon ABD’de 40 yılın zirvesine çıkmış, marjinal harcamalar ve kredilenme oranları artmıştır. Bu durum ABD ile sınırlı kalmamış, artan likidite ve fon olanakları bağımlı ülkelere daha fazla borçlanma olanağı olarak yansımış ve pandeminin zor koşulları altında tüm ülkeler bu yöntem ile borçlanma pahasına ekonominin resesyon riskine karşın bu politikadan faydalanmaya çalışmıştır. Ancak bu durum uzun sürmemiştir. Özellikle Rusya’nın Ukrayna işgali ile tırmanan emperyalist çekişme ve dolayısı ile patlak veren ekonomik gerilim ve krizler, Fed’in tam tersi bir politikaya çark etmesine ve rezerv para gücünü bu çekişmede daha sert biçimde kullanmasına olanak sağlamıştır. Bununla birlikte var olan krizlerin farklı alanlarda krizleri tetikleme olanağı, mevcut niceliksel genişleme politikası ile ve yüksek enflasyon ile birleşince yeni finansal krizlere de kapı aralamaktadır. 2008 yılı ile benzer risklerin yükselmesi ile Fed, radikal bir şekilde politika faizinin düşürülme politikasını terk etmiş, niceliksel daralma ve faiz artırımı yoluna girmiştir. Böylece riskli yatırımlar ve geniş harcamalar azalacak, bankalar daha fazla para tutmaya başlayacak, kredilenme olanakları daralacak, para değeri artacak ve risksiz yatırım alanları değer kazanacak, enflasyon azalacak, kredi dönüşleri daha kolay sağlanacaktır. Ayrıca dolar ile borçlanan ülkelerin veya yabancı tekellerin borç miktarı artacak, sıcak paraya ve dövize ihtiyaç duyan ülkelerde kuvvetli kriz ve resesyon riskleri ortaya çıkacaktır.
Fed faiz politikaları; genel olarak bağımlı ülkede ekonomik zorluklar doğurmakta, bu şekilde kendisine bağımlı olan bu ülkeleri daha uygun koşullarda sömürme olanağı sağlamakta, ayrıca derinleşen emperyalist çekişmede daha elverişli bir şekilde kullanılmalarına alan sağlamaktadır. Ayrıca niceliksel daralma ve faiz artırımı politikaları borsa hareketliliğinin de azalma yoluna girmesine sebebiyet vermekte, böylece risk addedecek her türlü alandan yatırımcının kaçarak, güvenli limanlara sığınmasına sebep olmaktadır. Bunun neticesinde son yıllarda revaçta olan ve yüksek sıçramalar gösteren kripto borsalarında ciddi bir kriz ve bu alanda faaliyet gösteren işletmelerde iflaslar yaşanmıştır. Tüm bu faktörler ışığında bankacılık sektörü açısından ciddi riskler bulunmaktadır. Düşük faizli tahvil tutan, kripto ve riskli teknolojik alanlarda varlık alımları yapan bankalar açısından tehlikeler ciddi boyutlarda iken genel bankacılık sektöründe faiz artışı ile birlikte durağan bir görüntü görülmeye devam edecektir. Nitekim bu politikanın günümüzde olumsuz etkileri ilk elden ABD ve Avrupa’da görülmeye başlanmıştır.
FAİZ ARTIRIMI ENFLASYONU DÜŞÜRÜR MÜ?
Fed, uygulanan niceliksel daralma politikasına esas gerekçe olarak tarihsel zirveleri gören enflasyonu göstermektedir. Ancak peş peşe yapılan faiz artırımlarına rağmen ABD’de enflasyonun devam ettiği de rakamlara yansımıştır. En son ABD’de şubat ayı Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) yüzde 6 olarak açıklanmış, peşinden banka iflaslarına rağmen yeniden faiz artırımı yapılmıştır. Bu durum da faiz artışlarının tek hedefinin enflasyonun düşmesi olmadığını ve bu sebeple de enflasyonun düşmesi için yeterli bir araç olmadığını göstermektedir.
Enflasyonun yükselmesi ve satın alma gücünde yaşanan daralma, esas itibari ile emperyalistler arası çekişmenin tırmanması ve dolayısıyla tedarik ve enerji alanlarında yaşanan krizler ile birlikte halka daha fazla yansımaya başlamıştır. Dünya genelinde enflasyonun en önemli sebeplerinden biri olarak arz yönlü yaşanan kesilmeler görünmektedir. Enerji ve emtia yani mal üretimi ve dağıtımında pandemi ile birlikte yaşanan geniş ölçekli kesintiler, enflasyon fitilini ateşlemiş ve emperyalist sistem halkın satın alma gücünde yaşanan daralmayı kendi çıkar çatışmalarının gölgesinde bırakarak müdahale etmekten kaçınmaya devam etmektedir. Özellikle Çin’in izlediği “Sıfır Kovid” politikalarından sonra geniş ölçekli yaşanan tedarik zinciri krizleri ve Rusya’nın Ukrayna işgaliyle birlikte, enflasyonun dünya çapında önlenemez şekilde yükselişe geçtiği görünmektedir. Bu alanlarda alternatif yaratılması için Endonezya ve Hindistan gibi ülkelere ağırlık verilmesi planlanırken bu adımların kısa vadede karşılık bulamayacağı bilinmektedir. Ayrıca emperyalist çekişmenin gergin seyri, yeni krizleri ve riskleri de içerisinde barındırmaktadır. ABD, İngiltere ve AB’li ülkelerin birçoğunda son bir yıldır enflasyon alanında tarihi rekorlar yaşanırken henüz ciddi bir gerileme yoluna girilmediği, artışların devam ettiği görünmektedir.
Şubat ayı enflasyon verilerinin açıklanmasının ardından bankacılık sektöründen yapılan risk bildirimlerine rağmen Fed yeniden faiz artırma yoluna gitmiştir.
ABD’DE BANKALAR İFLAS EDİYOR, AB BANKALARI RİSK ALTINDA
Kripto borsasında yaşanan çöküş ve Fed parasal daralma politikaları sonucu tutulan tahvillerde yaşanan sert düşüş, genel olarak bankacılık sektörünü etkilerken özellikle “kripto dostu” olarak bilinen SVB ve Signature Bank iflas ettiklerini açıklamıştır. Bu bankaların, Fed faiz politikalarından en çok etkilenen borsa, kripto borsaları ve teknoloji tahvilleri ile yakın ilişkide olmaları sebebiyle ilk olmaları, sektörün geri kalanının da bu şekilde riskler barındırmadığı anlamına gelmemektedir. Gevşeme politikasının terk edilmesiyle Fed’in gevşeme döneminde aldığı tahvil ve “değerli kağıtları” geri vererek bilançoda daralmaya, dolayısıyla başta finans sektöründen olmak üzere parasını çekmeye başladığı bir süreç yaşanmaktadır.
Fed’in daralma politikası ile finans sektörünün kaynağa erişimi azalırken bu durum genel piyasaya yansımakta ve kredilenme zorlukları sebebi ile genel ekonomik daralmayı da beraberinde getirmektedir. Bu durum ABD ile sınırlı olmamakla birlikte İngiltere ve AB’li ülkeleri de ciddi biçimde etkilemektedir. Fed’in faiz politikaları bankacılık sektöründe uluslararası ölçekte stresi artırmaktadır.
İlk etapta bankaların sermaye hareketliliği adına “mudi” yani faizden faydalanma niyetli yatırımcıları çekme girişimleri ise piyasadaki yüksek riskler sebebi ile karşılık bulmamakta, son iflasların ardından ise bankacılık sektöründen geniş çaplı kaçışların başlamasına ve tahvillerde düşüşlerin ivme kazanmasına sebep olmaktadır. SVB ve Signature Bank iflaslarıyla birlikte, Fed’in son faiz artırımına rağmen ilerleyen süreci daha temkinli ve küçük adımlar ile yürüyeceği beklentilerini artırmıştır. Almanya merkezli Deutsche Bank 24 Mart günü bir günde 3,5’lik hisse değer kaybı yaşamış, son ayların en düşük seviyesine gerilemiştir. Bir diğer Alman Bankası Commerzbank da aynı gün içinde yüzde 5’lik bir değer kaybı yaşamıştır. Bu değer kayıplarının sürüp sürmeyeceği ise belirsizliğini korumaktadır.
İsviçre bankası Credit Suisse (CS), 2008 sürecinden hasar almadan çıkan, varlık yönetimleri ile ön planda olan bir bankaydı. 2021 sonrasında hisselerinde yaşanan değer kaybı ile birlikte Suudi ve Katarlılar tarafından milyarlarca dolar yatırımlar almış, ancak bu yatırımlar da bankanın gidişatını olumlu yönde etkilememiştir. Sonrasında bu desteklerin bankanın riskli durumu ve yatırımcı ülkelerin politik yönelimleri sebebi ile arkasının gelmeyişi CS’yi zora sokan etmenler arasında yer almıştır. Nihayetinde İsviçre devletinin desteği ile bir diğer bankacılık tekeli UBS’nin bu bankayı satın alması ile sonuçlanan bir sürece girilmiştir. Ancak CS’nin batışı, bankacılık finans sektöründeki genel gerilim yönünü artırmaktadır.
Her ne kadar başta ABD ve Almanya tarafından arka arkaya bankacılık sektörünün güvende olduğu ve sağlam temeller üzerine oturduğu açıklamaları son birkaç aydır aralıklar ile yapılsa da durum gerçeği yansıtmamaktadır. Sonbahar aylarında beliren olası finans krizi riskleri, güncel gelişmeler ile ağırlık kazanmaktadır. Yaşanan iflaslar, mudilerin hızlıca sektörü terk etmesine, finans akışında bankalar açısından negatif yönlü bir hareket sağlanmasına etki etmektedir. Bu durum da bankaların yüksek faiz koşullarında ilk planlarından olan mudi çekerek finans hareketliliği ve birikim sağlanması planını boşa çıkarmaktadır. Bununla birlikte henüz küçük ve orta ölçekli bankaların daha büyük tekellere satın alma yolu ile devredilmesinden başka bir seçenek yaratılamamaktadır. Büyük finans tekelleri için de bu durum yeni tehditler barındırmakta, süreç belirsizliğini korumaktadır.
Bu açıdan da her ne kadar devletler bankacılık alanının sağlam temeller üzerine oturduğuna dair açıklamalar yaparak mudileri tutmaya ve güven görüntüsü vermeye çalışsa da gelen bankacılık ve finans krizinin ayak sesleridir.