Geniş halk kitlelerinin ve bunun içerisinde halk gençliğinin ağır yoksulluk, geleceksizlik, hak gaspları, faşist saldırı ve baskılarla geçen bir yılını daha geride bırakıyoruz. Bir avuç sömürücü asalağın halkların teri, kanı ve gözyaşları üzerinden yükselttiği emperyalist-kapitalist düzen geride bıraktığımız 2021 yılında da bu niteliğini korudu. Pandemi, krizinin yarattığı ekonomik yıkımın faturası tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da emekçilere, yoksul halka kesildi. AKP-MHP faşist bloğunun dümeninde olduğu gemi her yerden su almaya başlamış, mevcut iktidarın emperyalizm ve komprador kapitalizmin ihtiyaçlarını karşılayamadığı açıkça dillendirilir olmuştur.
Olası iktidar değişiminin tartışıldığı mevcut konjonktürde kitleler ve halk gençliği yaşanan ağır krizden çok yönlü bir biçimde etkilenmektedir. Yaşanan ekonomik ve siyasi çok yönlü kriz, başkaca krizleri tetiklerken geliştirilen sözde “ekonomi programları” da mevcut yıkım tablosunu değiştirmekten ziyade “zaman kazanma”ya dönük geçici çözümden öteye gidemiyor. Halk gençliğinin geleceği ve kaderi emekçi halkın geleceği ve kaderinden kopuk düşünülemeyeceği için söz konusu tablodan doğrudan etkilenme durumu söz konusudur.
Mevcut krizden çıkış olarak gündeme gelen erken seçim tartışmaları, oluşturulan ittifaklar, seçim hazırlıkları tıkanan ve çürüyen sisteme nefes aldırma, kitlelerin artık mevcut sisteme kalmayan güvenlerini tazeleme, soluklanma olarak sürekli gündemde tutuluyor. Bu gündemle en geniş kitlelerin öfkesi ve isyanı “sandıklara” yönlendiriliyor. Cumhur İttifakının karşısına “çare” olarak “kötünün iyisi” bir seçim ile faşist Millet İttifakı konuluyor. Böylesi bir seçime zorlanan kitleler içerisinde halk gençliğinin “oy potansiyeli” egemenler nezdinde oldukça stratejik bir yerde duruyor. 2000 yılı ve sonrasında doğanları ifade etmek üzere kullanılan ‘Z kuşağı’nın 2023’te genel nüfus içindeki oranı da yüzde 12. Bu yaş aralığında 5 milyon 940 bin 916 gencin oyu söz konusu. Eldeki bu veriler hem Cumhur İttifakının hem de diğer faşist blok olan Millet İttifakının deyim yerindeyse halk gençliği üzerinde laboratuvar hassasiyeti ile yaklaşmasına neden oluyor.
Halk gençliğinin yaşadığı çelişkilerden ve sorunlardan, popülist söylemlerle oy devşirmeye dönük bir dizi söylemle karşılaşıyoruz bu süreçte. K. Kılıçdaroğlu Twitter kapak fotoğrafında “Sevgili Gençler! Çok parlak, çok yaratıcı, çok eğlenceli, çok zengin ve çok özgür bir dönem sizi bekliyor!” sözleriyle sesleniyor halk gençliğine. Bunların bir seçim aldatmacası ve halk gençliğinin oyunu kazanmaya dönük hamleler olduğu çok açık. Neden mi? Çünkü halk gençliğinin yaşadığı sorunların kaynağını tek başına AKP-MHP iktidarı oluşturmuyor. Halk gençliği ile gelecek arasına örülen duvar, işsizlik, anti-bilimsel piyasacı eğitim sistemi, üniversitelerdeki YÖK ve kayyumlar sorunu, özgürlüğün ve söz hakkının gaspı vb. bir dizi sorun esasta bir sistem sorununa tekabül ediyor. Bundan kaynaklı ne Millet İttifakı ne de Cumhur İttifakı bu sorunların çözümüne dair bir argüman sunamaz. Seçim ittifaklarından herhangi birinin; “YÖK bir darbe kurumu olarak üniversitelerin başına dikilen sopalı bir bekçidir, kaldıracağız. Özerk-demokratik üniversiteler olacak”, “eşit, parasız bilimsel, anadilde eğitim sistemini örgütleyeceğiz” veya “geleceksizlik sorununu çözeceğiz, eşit, özgür ve sömürüsüz bir düzeni, gençler için yaratacağız” söylemini dillendirdiğine tanık olmadık, olamayız. Çünkü bu meseleler gençliğin en yakıcı çelişkileri arasındayken aynı zamanda sistem açısından “beka” meselesidir. Bu yüzden coğrafyamızda gençler bu sistemden kaynaklı geçinemediği için intihar ederken onlar “iktidara geldiğimizde playstation oyunlarında vergiyi kaldıracağız” demekten utanmıyorlar.
Tüm halk gençliğini kuşatan bu karanlık geleceksizlik tablosu düzenin çarklarının işlemesi için bir tercih değil zorunluluktur. Geleceksizlik saldırısını sistem çok yönlü bir politika ile hayata geçirmektedir. Bunun bir ayağı ekonomik, sosyal ve kültürel hegemonya ile gençliği hakim sınıflar lehine geleceksizliğe sürüklemek iken diğer ayağı da ideolojik olarak onu sisteme yedekleyecek, sindirecek, ehlileştirecek politikalarla sürekli egemen sınıf anlayışının zihinlerde pompalanmasıdır. Eğitim sistemi bunun önemli ve etkin bir aracıdır. Egemenler okulları, medyası, kalemşörleri, egemen kültürü ile bu politikayı sürekli olarak beslemiş ve bunu sürekli bir biçime kavuşturmuştur. Çünkü bu gerçek anlamda egemenler açısından bir “beka” yani kalıcılık sorunudur, onun egemenliğinin ve sınıf çıkarlarının sürekliliği olmazsa olmazıdır. Bu açıdan sistem halk gençliğinin geleceğini kendi geleceği haline getirmekte bir sakınca görmez.
Halk gençliğinin mevcut tabloyu tersine çevirecek yani umutsuzluğu umuda, eşitsizliği eşitliğe, geleceksizliği geleceğe çevirecek güce ve öznelik gücüne sahip olduğunu iyi bilmeliyiz. Bu gücün farkında olan egemenlerin çıkarları için seçimde “oy” sayısı olarak gördüğü halk gençliği olarak seçim sandıklarına sığmayacak bir isyanımız var. Neden mi? Çünkü; bizleri köleleştiren, düşünmekten, sorgulamaktan yalıtan eğitim sistemine, sistemin çarkları haline getirmeye çalışan geleceksizliğe, özgürlüğümüzü baskı ve yasaklarla yok eden faşist diktatörlüğe, kadın katliamlarını, tacizi ve tecavüzü meşrulaştıran faillerini koruyan erkek egemen sisteme, YÖK’ün bekçileri olarak üniversitelerde baskının, yasakların ve anti-bilimsel eğitimin uygulanması için atanan kayyum-rektörlere, uyuşturucu ve çeteleşme ile bizleri yozlaştırırken en üst düzeyde mafya ile iş tutan bu sisteme karşı isyan etmek meşrudur. Tarih; isyan etmeden, mücadele etmeden hiçbir hakkın, özgürlüğün ve eşitliğin kazanılamayacağını gösteren örneklerle doludur. Boğaziçi direnişiyle biat etmeyen gençliğin, eyleme geçtiğinde ve isyanını örgütlediğinde nasıl bir güce dönüştüğünü, bu gücün egemenleri nasıl korkuttuğunu gördük. Ya da barınamayan öğrencilerin haklı çığlığının nasıl dalga dalga yayıldığını… Bizleri kuşatan sorunların ortak olduğu bilinciyle harekete geçtiğimizde yalnız olmadığımızı, milyonlar olduğumuzu göreceğiz. Açlık, yoksulluk, geleceksizlik, işsizlik halk gençliğinin bir kesiminin değil milyonların sorunudur.
Şimdi; bu sorunların “seçimle” değişemeyeceği bilinciyle isyanımızı örgütleme zamanı! Örgütlülüğümüz; özgürlüğümüzü ve geleceğimizi kazanma yolunda en belirleyici adımdır. Örgütlenmek aynı zamanda isyanımızı örgütlemek demektir. Birleşerek, örgütlenerek hareket eden “açlığın ve geleceksizliğin” isyanının karşısında hiçbir gücün duramayacağını bilmeliyiz. O yüzden örgütlülük, bizler için özgürleşmenin, özgürlüğümüzü ve geleceğimizi kazanmanın ilk adımı, egemenlerin ise korkusudur.
Şimdi; isyanımızı kuşanarak sokaklarda, amfilerde, sıralarda, atölyelerde “Bu Düzene Mahkûm Değiliz!” diyerek mücadele etme zamanı! Örgütlü bir mücadele ile bizlerle aynı sorunları yaşayan, geleceksizliğe mahkûm edilen milyonlarca gencin sesini ve isyanını büyütmek için harekete geçelim!
Biliyoruz ki örgütlenerek mücadele ettiğimizde:
Rekabetçi sınav sistemini değil, eşit-parasız-bilimsel-anadilde eğitimin olduğu bir geleceği kazanacağız!
Erkek egemen sisteme karşı özgür, cins eşitliğinin olduğu bir geleceği kazanacağız!
Kayyum-rektörleri gönderecek, özerk-demokratik üniversiteleri kazanacağız!