İnsanlığın üretim faaliyetine başlaması ile birlikte, üretim aletleri de gelişmeye başlamıştı. İlk dönemlerde bu araçlar basitçe bir araya getirilmiş farklı özellikler taşıyan taşlar ve ağaç parçalarından oluşuyordu. Ancak çeşitli taşların ortaya çıkarılması ve kullanılması faaliyeti, zamanla metallerin keşfine de yol açacaktı. Silah ve üretim aracı olarak kullanılabilecek sertlikte ve kolay şekil verilebilecek olan çakmaktaşı gibi taşların yerini zamanla keşfedilen kullanıma uygun metaller almaya başladı. Ateş ve sıcaklık mahareti ile metallerin şekil alabildiğinin ve üretim araçlarında kullanılabilir olduğunun keşfi ile madenciliğin temelleri de atılmış oldu. Bu döneme kadar, tarım ve yerleşik yaşam çok daha önceden başlamış olsa da metallerin keşfi üretim araçlarının daha dayanıklı hale getirilmesine olanak vermiş, daha büyük ölçekli üretim faaliyetleri mümkün olmuştur. İnsan bakıra ilk kez M.Ö. 8 binli yıllarda Sırbistan ve Anadolu bölgelerinde rastlamış ancak, döneme adını verecek şekilde üretim araçlarında ve faaliyetinde bu metalin kullanımı M.Ö. 5 binli yıllara denk gelmektedir. Bu sürece kadar kullanılan taş ve ağaç gibi materyallerin yerini bakır ile kalayın alaşımıyla daha dayanıklı bir forma sahip bronz almıştır. Kolayca şekil verilebilen, kolayca bulunabilen ve uzun kullanıma uygun yapıda olan bu maddelerin üretim faaliyetinde yer edinmeye başlaması, madenciliğin de tarihe düşen ilk izidir. Diğer bir yanda demir keşfedilmiş, dayanıklılığı deneyimlenmiş ve kimi zanaat işlerinde kullanılmış olsa da bu metalin üretimde kullanımı için gereken yüksek sıcaklıkları sağlayacak fırınların ve tekniğin gelişmesi birkaç bin yıl sürmüştür.
Fırınların ve dövme demir elde etme teknikliklerinin gelişmesi tarımsal üretimde sıçramaya yol açmış, bu da ticaretin önünü açmıştır. Artık gelişen üretim araçları büyük ölçekli tarımı kolaylaştırmış, gelişen tarım da madenlere olan ihtiyacı artırmıştır. Ayrıca üretim çeşitlenmiş, “zanaatlar” gitgide toplumsal yaşamda daha önemli yer edinmeye başlamıştı. Gelişen üretimle birlikte geniş emek gücüne de ihtiyaç başlamıştı, toprak sahipleri tarımsal üretim için “düzinelerce köleye” ihtiyaç duyacaktı.
Madencilik yoluyla çıkarılan metaller yalnızca üretim sürecinde kullanılmamaktaydı, aynı zamanda eski çağlardan bu yana taşınabilir ve biriktirilebilir oluşu sebebi ile değerli eşya ve para olarak da kullanılmaktaydı. Özellikle bulunması ve çıkarılması güç olan altın ve gümüş gibi metaller, en değerli eşyalar arasında yer almaktaydı. En çok bulunan ve kolay işlenen bakır en değersiz ve yaygın para, zor bulunan ve işlenmesi güç olan altın ise en değerli para olarak kullanılmaktaydı. Bu, altının para biçiminde kullanılmasını sınırlandıran bir özellikti, daha çok bir ölçüm birimi olarak işlev görmüştür. Altın yalnızca zor çıkarılıyor oluşu sebebi ile değil, aynı zamanda yeryüzünde diğer metallere göre oldukça az miktarda bulunuyor olması ile de değerini bugün de korumaktadır. Güneş gibi yıldızların içinde nükleer füzyon faaliyetleri ile yalnızca demire kadar olan element atomları oluşur, daha ağır atomlar ise ancak büyük süpernova patlamaları ya da nötron yıldızlarının birbiri ile çarpışması gibi ekstrem koşullarda oluşur ve evrene dağılırlar. Bu sebeple de diğer elementlere göre oldukça sınırlı miktarlarda bulunur. Yani madenin değeri hem ihtiyacın ne boyutta olduğu hem de ne derece erişilebilir olduğu ile ilintilidir.
TEKNİĞİN GELİŞİMİ İLE MADENCİLİK DE GELİŞİYOR!
Demirin ve çeliğin üretimde kullanıma girmesiyle zanaatlarda büyük bir gelişim sağlansa da kapitalizme kadar, büyük ölçekli madencilik faaliyetlerinin başlamasına henüz zaman vardı. Çünkü bu dönem madencilik için büyük bir teknik gelişim de gerekmekteydi. Madenler kazındığı takdirde madencinin karşısına büyük iki sorun çıkıyordu: su ve zehirli gaz sorunu. Bu sebeple uzun zaman madencilik alanında büyük bir atılım yaşanmadı. Hammadde ihtiyacının artması ile birlikte ilk olarak madenlerin çıkarılmasına olanak sağlayacak büyük kuyuların açılması fikri ortaya çıktı. Ancak bu kuyuların hem maliyetli hem de kısa sürede sonuç vermiyor oluşu madencilik faaliyetlerindeki gelişim dinamiğini tıkayan sorunlardı. Bunun yanı sıra, buhar makinesi kullanılmaya başlanmıştı, hem buhar makinesinin kullanım alanının yaygınlaşması hem de maden işleme faaliyetleri için gereken kaynak odun kömüründen sağlanmaktaydı. Sınırlı odun kömürü kaynakları ve maliyet, teknik gelişimi de sınırlamaktaydı. Ancak madenlerden buhar gücü ile çalışan tulumbanın mahareti ile suyun çıkarılması ve madenlere erişimin kolaylaşması kömürün kullanım alanı bulmasına yol açtı. Bu gelişmeler, madencilik alanında da sıçrama yaşanmasına yol açacaktı. Madenlere erişim için buhar makinesinden oluşan tulumbalar kullanılacaktı, bunun için gereken enerji ise madenlerden çıkarılacak kömürden elde edilecekti.
Böylece, geçmişte maliyet ve kullanışsızlık nedeni ile sahipsiz kalan madenler yeniden kullanıma açıldı, hammaddeye erişim kolaylaştı. Kapitalizmin temel karakteristik özelliklerinden olan üretim anarşisi ile hammadde ihtiyacı arttı, madenler de sermaye yoğunlaşmasının ve kapitalist rekabetin yankı bulduğu en önemli alanlar haline geldi. Artık yalnızca üretim araçlarında ve zanaatlarda kullanılacak metallere ulaşmak için değil, bu metalleri işlemeye yarayacak enerjinin elde edilmesi için de madencilik önemli bir faaliyet arenasına dönüştü. Özellikle sanayi devriminin ilk sahası İngiltere ve Avrupa’dan kapitalistler, gözlerini geniş maden alanlarının olduğu Amerika ve Afrika kıtalarına çoktan çevirmişlerdi. Madenler erişilmez ve yüksek maliyetli üretim alanları olmaktan çıkmıştı, teknik gelişim artık madenlere erişimi daha da olanaklı hale getiriyordu. Taban suyu kolaylıkla geçilebiliyordu ve madenlerde kullanılacak makinelerin yapımı için gerekli enerji kaynağı olan kömüre de erişim kolaylaşıyordu. Bu gelişmeler, kapalı üretimin parçalandığı, eskiye göre plansızlığın yoğun olduğu ve anarşinin hâkim olduğu üretim süreci, yani kapitalizmin ilk dönemlerinin hammaddeye duyduğu derin ihtiyaç ikinci kez “Afrika’ya Hücum”a yol açmıştı. 19. yüzyıl ile Afrika’nın ikinci kez sömürgeleştirilmesi olarak anılan süreç başlamıştı. Ancak bu kez yalnızca Afrika ile sınırlı kalınmamıştır, kapitalistler Dünya üzerinde erişebilecekleri tüm kaynakları sömürmek için kolları sıvamıştır. Bu dönemin madencilik faaliyetleri, sermaye yoğunlaşmasında ve kapitalistler arası çelişkilerin artmasında önemli rol oynamıştır.
MADENLERİN TAŞIDIĞI RİSKLER VE ALINMAYAN ÖNLEMLER
Bugün için, metallerin kullanım alanları teknolojinin ve toplumsal yaşamın geldiği aşama itibari ile çok çeşitlidir. Ayrıca kullanılan metaller de demir ve bakır ile sınırlı değildir. Ayrıca bu kullanım alanları yalnızca üretim alanları ile de sınırlı değildir, bu alanları çeşitlendirmek için nerede yaşadığımız fark etmeksizin yalnızca olduğumuz yerde etrafımıza bakmamız yeterli olacaktır. Madenler insanın yaşamı ve doğayı, geliştirme ve değiştirme faaliyetinde oldukça önemli bir araçtır. Hayatın kolaylaşması, toplumun ilerlemesi ve doğanın şekillendirilmesinde vazgeçilmez bir unsurdur. Ancak bugün madenler denilince toplumun göreceği en büyük gerçekler sömürü, talan, doğa katliamı ve iş katliamları olmaktadır.
Maden işçiliği, dünyanın en yüksek risk teşkil eden iş kolu olarak bilinmektedir. Madenlerin büyük bir kısmında metan gibi patlayıcı gaz birikimleri mevcuttur. Ayrıca karbonmonoksit ve karbondioksit gibi boğucu gazlar da işçilerin hayatlarını tehlike altında tutar. Bu sebeple madenlerin havalandırma problemlerinin yanı sıra işçilerin belli bir süre üzerinde çalışmaması, risk teşkil eden durumlarda güvenli bir şekilde alandan çıkarılmaları gibi önlemler alınması gerekmektedir. Patlayıcı gazlar grizu patlamalarına yol açabileceği için ön araştırmanın ve denetimin çok sıkı şekilde yapılması gerekliliktir. Metan dedektörleri ve drenajların oluşturulması gerekirken toz oluşumunun da önlenmesi gerekir. Önlenmemesi halinde büyük ölçekli felaketlere de kapı aralanmaktadır, 1942 yılında Çin’de bir madende gerçekleşen kömür tozu patlamasında 1549 işçi hayatını kaybetmişti. Tüm maden ocaklarında görülebilecek bu tehlikenin önlenebilir olmasının yanı sıra ülkemizde 1941 yılından bu yana grizu patlamalarında 800 maden işçisi hayatını kaybetmiştir. Maden göçükleri de yine sıkı denetimler ve güvenlik önlemleri ile önüne geçilebilecek olaylardır. Buna rağmen maden göçükleri sebebi ile yine 1941 yılından itibaren 3 binden fazla madenci katledilmiştir. Birçok madende patlayıcı gaz birikim riskine rağmen kazılarda gevşetme amacı ile patlayıcı madde kullanılmaktadır, 2014 yılında Soma’da bu şekilde gerçekleşen facia sonucu 301 madenci hayatını kaybetmiştir. Yalnızca 2021 yılında madenlerde kayıtlı 17 bin iş kazası gerçekleşmiştir. Bu veriler, ne derecede büyük bir risk ile karşı karşıya olunduğunu göstermektedir.
Ayrıca madencilik faaliyetleri tabiata geri döndürülemez zararlar da verebilmektedir. Bunun en önemli örneklerinden biri Çernobil’den sonra yaşanan en büyük felaketlerden biri olarak görülen 2000 yılında Romanya’da yaşanan maden faciasıdır. Baia Mare kazası olarak bilinen bu faciada, bir altın madeninde siyanürlü atık havuzunun duvarının çökmesi sonucu 100 bin metreküp atık su Tuna Nehri’ne karışmış ve Sırbistan ve Macaristan’ın da içinde olduğu geniş bir alanda ekosistemde uzun vadeli zarara sebep olmuştur. Yalnızca 4 hafta sonra 2000 kilometre uzaklıktan dahi ölçülebilen maden atıklarının etkilerinin daha uzun süre devam edeceği bilinmektedir. Yine geçtiğimiz günlerde yaşanan toprak kayması sonucu 9 maden işçisinin katledildiği İliç’te yer alan altın madeninde zehirli atıkların havzaya yayılma riski de emperyalist-kapitalist sistem içerisinde madenciliğin ne derecede büyük tehlikeler barındırdığını yeniden ispatlamaktadır. İliç’te yaşanan maden faciasından sadece birkaç gün sonra Elazığ’da daha önce de defalarca göçük yaşanan bir madende yeniden göçük meydana gelmiştir. Ancak madenin faaliyetinin durdurulmasına yönelik herhangi bir girişim olmazken göçük altında kalan bir işçi ise “kendi imkânları” ile kurtulmuştur. Yüzölçümünün yüzde 60’ının emperyalist tekellerin talanına açılarak maden sahası olarak belirlendiği ülkemizde, tüm dünyada olduğu gibi maden cinayetleri devam etmektedir.
MADENCİLİK TOPLUM İÇİN İHTİYAÇ MIDIR?
Madenlerde bugüne değin yaşanan facialara ilişkin yapılan tüm değerlendirmelerde yüzde 99 önlenebilir kazaların yaşandığı belirtilmektedir. Yani madenlerde ölüm bir “fıtrat” değildir, bilerek ve isteyerek önlem almama sorunudur.
Kapitalizm emek sömürüsü üzerinden varlık bulur ve sömürüyü olabildiğince derinleştirmenin yollarını arar. İşçi güvenliği ve alınabilecek önlemleri ise yalnızca birer “maliyet kalemi” olarak görür. Bu sebeple de işçinin güvenliğini tehlikeye atma pahasına, olabildiğince çekinerek bu maliyetten kurtulur. Ayrıca çevreye verilecek zarar da kapitalist için önemli değildir, en düşük maliyet ile nasıl üretim faaliyeti yapılabilirse, kendisi o yöntemi seçecektir. Teknolojik gelişimin getireceği maliyeti göze almayacak, bunun yerine siyanür havuzlarını doldurmayı tercih edecektir. Yanıcı gaz birikimine rağmen, daha fazla kâr uğruna patlayıcı kullanması gerekli ise işçilerin hayatını görmezden gelerek kullanacaktır. Madenin çıkarılması uğruna jeolojik etmenleri ve riskleri bir çırpıda es geçecek, çökme risklerine rağmen işçileri maden kanallarında uzun saatler çalıştırmaktan çekinmeyecektir.
Madenlerin kullanımı toplumsal yaşamın ilerletilmesine büyük katkılar sağlayabilecekken insanlığın geleceği için de büyük riskler barındırmaktadır. Ancak bu risklerin sebebi madencilik faaliyeti değil, madencilik faaliyetinin ne biçimde yürütüldüğüdür. Geçmişten bu yana sistemin elinde sömürü ve talan sahaları olarak işlev görmüş maden sahaları işçilere mezar olmakta, tabiat için ise felaket kaynağı rolü oynamaktadır.
Diğer tüm alanlarda olduğu gibi, sorun bu alandaki faaliyetin kimin çıkarlarına hizmet ettiğidir. Bugün için madenler toplumsal bir ihtiyaca karşılık geliyor olsa da, emperyalist-kapitalizmin çıkarlarına hizmet etmektedir. Bu biçimi ile madencilik faaliyetleri, insanlığın ve tabiatın yarını için büyük bir tehlikedir.