“Faşist propagandanın temelini sessiz Anadolu çocukları ile entelektüel yanı ağır basan serbest davranışlı solcular arasında yaratılmak istenen çelişki oluşturuyordu. Sessiz Anadolu çocuklarını yanlarına çekmek için ‘Sizin yeriniz milliyetçilerin yanıdır, size yabancı dinsiz solcuların yanı değil’ şeklinde propaganda yaparlardı.” (Hakkı Zabcı’dan aktaran Murat Bjeduğ, SABO-Sabahattin Kurt Kitabı, s. 130)
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Anlı şanlı devrimci geleneğimiz 1960’ların ortalarında fakültelerde bahsi geçen “sessiz Anadolu çocukları”nın birçoğunu kazanıp devrimci mücadeleye kazandırırken Fransız solu, “aşırı sağ”ın göstere göstere yükselişini canavarlaştırmaktan başka hiçbir şey yapamıyor.
9 Haziran günü Avrupa Parlamentosu seçimleri yapıldı. Seçim sonuçları, Avrupa’nın çoğuna paralel olarak Fransa’da da “aşırı sağ” denen egemen sınıf fraksiyonlarının kazanımıyla sonuçlandı. Aynı gün Macron Meclis’i feshettiğini duyurdu ve mümkün olan en yakın tarihte, 20 Haziran’da Meclis Seçimleri’nin ilk turunun yapılacağını duyurdu.
Katılım oranının yüzde 51,5 olduğu seçimlerde Le Pen’in hareketi yüzde 31,4, iktidar partisi yüzde 14,5, Sosyalist Parti yüzde 13,8 ve “aşırı sol” olarak tanımlanan Boyun Eğmeyen Fransa Hareketi yüzde 10 oy aldı. Aşırı sağın iktidar partisine fark atmasının ardından Macron “güven tahsisi” için erken seçime gitti. Erken seçim kararının açıklanmasından 24 saat sonra ise Boyun Eğmeyen Fransa, Sosyalist Parti, Fransa Komünist Partisi ve Yeşiller’in gövdesini oluşturduğu “sol cephe” seçimlere “Yeni Halk Cephesi” adıyla tek listeden katılma kararı aldı. Bu birliği ülkenin en güçlü Troçkist hareketlerinden Yeni Antikapitalist Parti de destekleme kararı aldı. Öte yandan ülkenin dört bir yanında antifaşistler sokaklara çıktı. “Gençlik Le Pen’den Nefret Ediyor” ve “Hepimiz Anti Faşistiz” sloganları atıldı. Bazı liselerde boykot eylemleri yapıldı.
Buraya kadar anlatılanlar, Fransa’nın sosyo-politik şekillenişi esas alındığında, haber değeri taşımıyor diyebiliriz. Bahsedilen sol birlik iki sene önceki Meclis seçimlerinde de yapılmıştı. Ve sağın yükseldiği her seçim sonrası, sokaklarda eylemlere rastlamak mümkün. Bu yazının vurgulamak istediği ve haberin değerini aldığı esas nokta ise, Fransız solunun “sermayeden yediği” geleneksel kodlarının ve tabanının erimeye başlaması, “aşırı sağ” mefhumunun meşrulaşarak -ve daha sağında başka bir “aşırı aşırı sağ”ı konumlandırarak- merkez sağ haline gelmesi.
“Aşırı” sıfatı tamamen konjonktürel bir gerçekliğe sahip. Son iki başkanlık seçiminde ikinci turda elenen Le Pen’in oyları 2017’de yüzde 33,90 ve 2022’de yüzde 41,45 iken, üstüne Avrupa Parlamentosu seçimlerinde alınan galibiyetin ardından, “merkez sağ”ı tutan Cumhuriyetçilerden bir bölümünün Le Pen’le ittifak kurmak istemesi gündemdeyken, artık bir “aşırı”lıktan bahsetmek güç oluyor. Üstüne son seçimle birlikte siyasi arenada görünür hale gelen Eric Zemmour adlı faşistin belli bir miktar oy bandında tutunması, Le Pen’den daha da aşırısını sahneye çıkarıyor.
Peki bütün bu siyasi konumlanışlar içerisinde, sol hareket neler yapıyor?
Fransa, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda birçok kırılma anına öncülük etmiş, birçok kırılmayı bağrından çıkarmış ve milyonları doyurabilmiş bir ülke. Ülkedeki siyasi hareketler de kendi siyasi hatları boyunca bu mirasa tutunuyor. Bugünün Fransız sol hareketi de kentli, ekolojik, cinsiyet eşitlikçi, cinsel yönelim özgürlüğünü savunan, mültecilere kollarını açan, Filistin’in yanında, ırkçılığa ve faşizme kesinlikle tolerans tanımayan bir düzlemde. Bütün bu savunulanlar kendi başına hoşumuza gidebilecek şeyler. Fakat bir bağlamı ve politik bir yönelimi olmadan, politik doğrucu birer anti politik kategoriden ibaretler. Öte yandan yukarıda saydığımız özelliklere sahip olmak için, belirli kaynaklara erişimin olması gerekiyor.
Tutarlı bir politik doğrucu olarak solcu olmak için belirli bir kültürel ve sosyal sermayeye sahip olmak gerekiyor. İyi eğitim almak, sinemadan, tiyatrodan, edebiyattan anlamak, Fransızca konuşabilmek, kentte yaşamak ve kentin sosyal yaşamına dahil olmak gerekiyor. Bu vasıflara sahip olmadan bir sol hareketin içine dahil olabilmek, dahil olduktan sonra da varlığını sürdürebilmek çok zor. Zira sol hareketin insan örgütlemek gibi bir derdinin olduğunu pek fazla söyleyemeyiz. Dolayısıyla sol hareket, sermayeden yiyor. Dedesi, babaannesi Komünist Parti saflarında işgale karşı direnenler, annesi babası ‘68’i yaşayanlar, Siyasal Bilgiler’de ya da Sorbonne’da sınıf arkadaşı vasıtasıyla eylemlere gelmeye başlayanlar için ulaşılabilir olan bu kaynaklar, örgütlenme derdi olmadığı sürece, bir sosyo-kültürel uğraştan öteye gitmiyor.
Solculuk, tıpkı “insanlığı savunmak” lafzındaki apolitiklik gibi, ahlaki bir zemine oturuyor. Mültecilere karşı olmak “bize yakışmadığı” için, cinsiyet eşitliğini savunmak “insani” olduğu için savunuluyor bu değerler. Tersten baktığımızda ise mülteci-yabancı karşıtı olanlar çok net bir totoloji ile faşist oluyorlar. Süreç, Le Pen’e oy veren milyonlarca faşistle aynı ülkede yaşamak üzerine şoklar geçirmekle sonuçlanıyor. Ne kadar tanıdık.
Peki faşistler ne yapıyor?
Faşistler, Paris’in sosyo-kültürel hegemonyasının süregeldiği “kentli Fransa”nın karşısına, görünmeyen, dinlenmeyen, kendini ifade edemeyen taşralıyı koyuyor. Taşrada yapılan bir afişlemede yer alan şiar şuydu “Fransa, kırsalını savunuyor”.
Le Pen’e sempati duyduğu için hor görülen, faşist diye ötelenen ve ülkenin egemen kültürel-sosyal kaynaklarına erişimi olmayan, annesi babası komünist ya da demokrat bir avukat ya da sanatçı değil de çiftçi ya da işçi olan milyonlarca genç Le Pen’e oy veriyor. Geçen senelere kadar “mahalle baskısı” hasebiyle görünür olmaktan çekinen bu kesimler kendilerini gösteriyor, biz de varız diyor. Karşılarında ise kendileriyle ilgilenen, kendilerini dinleyen belki de bir tek bu faşist hareketi görüyorlar.
Fransa solunun iktidarı alma noktasındaki ciddiyeti tartışılır. Solcular sokakta dost-düşman ayrımı yapamıyor, dost kazanamazken düşman yelpazesini geniş tutuyor. Siyaset ahlaki normlar ya da “insanlık”, “insani”lik gibi hiçbir şey ifade etmeyen apolitik kategoriler üzerinden yapılmıyor. Siyaset, dost kazanma, düşman belirleme işi ise Le Pen’e oy veren milyonların düşmanımız olmadığı çok açık. Kırlardan gelen yıkıcı sarı yelekliler hareketinden ürken ve ilk haftalarda eylemlere katılmayan solun, ilerleyen haftalarda “alanlardan aşırı sağı kovmak” gibi manasız bir saikle eylemlere dahil olduğunu unutmayalım.