Halk Savaşı stratejisi; yarı sömürge, yarı feodal yapıya sahip ülkelerde, devrimin kırlardan şehirlere, uzun soluklu, parça parça iktidarlar kurularak gelişecek olan bir savaş stratejisidir. Bu savaş stratejisinde köylük bölgelerin esas olmasının iki önemli nedeni vardır.
Birincisi; yarı feodal yapı henüz feodalizmin tam olarak tasfiye edilememiş olmasını ifade eder. Bu ülke devriminin niteliğini belirleyen faktördür. Yarı feodal ülkelerde feodalizmin henüz tasfiye edilememiş olması, öncelikli olarak özü toprak devrimi olan demokratik devrim görevini Komünist Parti’nin omuzlarına yüklemiştir. Bu durum demokratik devrimin esas muhattabı olan köylü kitlesinin örgütlenmesini, harekete geçirilmesini ve savaştırılmasını zorunlu kılmaktadır. Köylü kitlesi devrimin en önemli müttefiki ve temel gücüdür. “Köylülüğün (yani yoksul ve orta köylülüğün) devrimin temel gücü olmasının anlamı şudur: Demokratik Halk Devrimi özünde bir köylü devrimidir. Feodalizme ve emperyalizme karşı mücadelenin bel kemiğini, insan gücü kaynağını esas olarak köylüler teşkil eder. Demokratik Halk Devrimi’nde proletarya esas olarak köylülere dayanmalıdır. Köylülüğün temel güç olması sorunu Mao Zedung yoldaşın Demokratik Halk Devrimi teorisinin en önemli unsurlarından birisidir. Bu meseleyi kavramadan, feodalizme ve emperyalizme karşı mücadelede zafer kazanmak imkansızdır.” (İbrahim Kaypakkaya-Seçme Yazılar, Cihan Yayınları sf. 399)
İkinci önemli neden ise yarı sömürge yapıdır. Yarı sömürge yapı, esas olarak emperyalizmin yarı işgali anlamına gelmektedir. Yarı sömürge ülkelerde “emperyalizm hakimiyetini gerici hakim sınıflar aracılığıyla tahakküm ederken, diğer yandan üsleri, tesisleri, askerleri, filoları askeri yardımlarıyla çeşitli şekillerde destek olmaktadır.” (İbrahim Kaypakkaya-Seçme Yazılar, Cihan Yayınları)
Emperyalizm aynı zamanda bu ülkelerde kendi çıkarları gereği feodalizmin çözülmesini yavaşlatmaktadır. Bu durum yarı-feodal yapı itibariyle demokratik devrim ile milli devrimi birleştirmekte ve devrimin niteliği gereği köylü kitlesini temel güç haline getirmektedir.
“Şehirlerin kırlardan kuşatılması stratejisini tayin eden şey, devrimle karşı devrim arasındaki kuvvet ilişkisidir” der İbrahim yoldaş. Yani egemen sınıfların şehirlere göre kırlık alanlarda hakimiyetinin daha zayıf olması, buna bağlı olarak demokratik devrimden direkt çıkarı olması itibariyle köylü kitlesinin devrimci dinamik barındırması, KP’nin köylük bölgeleri esas almasını, faaliyetin esas halkasını, konumlanmasını bu temelde örgütlemesini zorunlu kılmaktadır. Bu devrimci dinamiğin bir yandan demokratik devrimden direkt çıkarı olmasıyla ilgili iken diğer yandan işçi sınıfının güçsüz ve zayıf olmasıyla direkt bağı vardır.
Her devrim, anın ihtiyaçlarına göre somut politikalar üzerinden kitlelere ulaşabildiği, kitleleri harekete geçirebildiği ve savaşa yönlendirebildiği oranda başarılı olur. Bu gün ülke devrimimizin andaki somut görevi olarak Demokratik Halk Devrimi niteliği en başta İşçi sınıfı önderliğinde köylülerin harekete geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle faaliyet alanları içerisinde köylük bölgelerin esas olması KP’nin faaliyetini de nereye endeksleyeceğini tanımlamaktadır.
Zaten yukarıda saydığımız gerekçelerden ötürü ülkemizde devrim, kırlardan şehirlere bir gelişim seyri izleyecektir. Ve devrimin esas olarak gelişeceği alanlar kırlık bölgelerdir. Şehirler devrimin son aşamasında ele geçirilecek, egemenlerin köylük bölgelere göre daha güçlü olduğu kaleleridir. Halk Savaşı stratejisini diğer savaş stratejilerinden ayıran en önemli özelliklerden bir tanesi, devrimin dengesiz gelişimine paralel olarak en zayıf halkayı hedeflemesidir.
Bu süreç boyunca şehirlerdeki faaliyetin esasını; köylük bölgelerde yürütülecek ve andaki görevi gerilla savaşı olan mücadele biçimini desteklemesi, gerici saldırılara karşı aktif savunma hattı oluşturması ve güç biriktirmesi, fırsat kollaması oluşturmaktadır.
Bugün ülkemizde genel bir tartışma konusu, köylü nüfusunun azalmış olmasına bağlı olarak, ‘köylük bölgelerde faaliyet esastır’ ilkesinin geçerliliğini yitirdiğidir. Köylük bölgelerde ki nüfusun azalması, bir nevi toprakla nüfus arasındaki dengesizliğin, tarım üretiminde ki tasfiyenin bu nüfus dengesini etkilemesi ve fazla nüfusu “kusması”nın sonucudur. Bu durum feodal artıkların tasfiyesini değil, kapitalist ilişkilerin hakimiyetiyle oluşan bir sınıfsallaşma zemini değil yarı-feodal işikilerin “kısmen çözülerek” yeniden üretilmesini sağlamaktadır. Toprak mülkiyeti ve üretimiyle ilişkiyi gevşeten, burdaki nüfusun tam bir tasfiyesini değil ilişkilenmeyi zayıflatan bir durum yaratmaktadır. Bu gerçeklik Yeni Demokratik Devrim’in görevlerine dair belli bir kolaylaştırıcı tablo çıkarsa da, devrimin yapısını ve onun savaş stratejisini değiştirmekten uzaktır. Zira yarı-feodal iktisadi yapı, doğal bir süreç olarak kapitalist üretim ilişkilerin çözüp, yuttuğu bir geçiş biçimi değildir. Bu yapı emperyalizm çağında proletaryanın kökünden söküp atarak, süpüreceği özgünleşmiş bir iktisadi-sosyal yapı özelliği taşır. Kaypakkaya yoldaşın bu konudaki vurgusu ve belirlemeleri çok nettir. MLM bakış açısıyla öngörülü ve bilimsel bir projeksiyon niteliğindedir.
“Bir ülkenin feodal ilişkileri bağrında taşıması bu kuvvet ilişkisini şöyle etkiler; feodalizmin mevcudiyeti genel olarak köylü nüfusunun fazla olması ve bir bütün olarak köylü kitlesinin devrimci olması sonucunu doğurur. Bu durum köylük bölgelerdeki kuvvet dengesini devrimin (demokratik devrimin) lehine olarak etkiler. Ayrıca feodalizmin varlığı işçi sınıfının nispeten zayıf olmasına yol açacağı için, şehirlerde kuvvet ilişkisini devrimin aleyhine olarak etkiler. Bir ülkenin yarı-sömürge olması veya sömürge olması da, şehirlerdeki kuvvet ilişkisini devrimin aleyhine olarak etkiler. Bu iki şart bir arada kırlık bölgelerin esas mücadele alanı olmasını “şehirlerin kırlardan kuşatılması” stratejisinin güdülmesini gerektirir. Feodalizmin giderek çözülmesi ve ona bağlı olarak köylü nüfusunun azalması halinde de bu strateji geçerliliğini korur. Çünkü yarı-sömürgelik (veya sömürgelik) şartları, büyük şehirlerde kuvvet ilişkisini karşı devrimin lehine değiştirmiştir.”
Elbette bugün açısından köylü nüfusunun azalmış olması belli özgünlükleri hesaba katarak bir politika ve yönelim oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Elbette hiçbir şey eskisi gibi değildir. Değişen ve gelişen noktalar vardır. Ancak köylük bölgelerin esas olmasına etken olan Demokratik Devrim tamamlanmış değildir ve geçerliliğini korumaktadır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 39. sayısından alınmıştır.