Emperyalizmin işbirlikçisi oldukları ölçüde egemenliklerini sürdürebilen feodal ve bürokrat sınıf güçleri son birkaç yıldır devletin tüm olanaklarını kullanarak halkın zaten kısıtlı özgürlüğüne, daha çok da özgürlük için mücadelesine katı bir şekilde saldırmaktadır. Bu saldırganlığın vardığı düzey halk güçleri içindeki birçok kesimi devrimci-demokratik nitelikte karşı direnişe, bunun için birleşmeye, düzen içi unsurları ise “meşreplerine uygun” ittifak arayışına itmiş durumdadır. Egemen burjuva sınıf klikleri içinde ve özellikle de orta burjuvazide ciddi bir tepkiye neden olan son saldırganlık türü “burjuva devlet”lerin genel işleyişinde özel anlara işaret eder.
Bir sömürücü sınıf olarak burjuvazi iktidarda olmayı esasen sermaye gücüne dayanarak başarır. Güçlü sermayeye sahip burjuva devletler halkı görece demokrasi koşullarında, burjuva demokrasisinin olanaklarını onlara özgür olduklarına inanacakları ölçüde sunarak yönetmeyi benimsemişlerdir. Elbette bu, burjuvazinin iyi niyetinden, “babacan” karakterinden kaynaklanan bir tutum değildir. Bunun nedeni sömürü düzenine karşı tarihin görmüş olduğu en disiplinli, en güçlü, en örgütlü ve dolayısıyla en devrimci sınıf olan proletaryanın muzaffer başkaldırı olanağıdır. Proletarya, tarihin en güçlü sınıfıdır ve burjuva devletler bu sınıfın olası başkaldırısına karşı sadece şiddet tekelini elinde bulundurarak var olamayacağının farkındadır; bu da onu demokrasi oyununu olabildiğince iyi oynamaya zorunlu kılar. Ne var ki burjuva demokrasisinin başarılı olmasının koşulu sermayenin güçlü olmasıdır. Sermayenin kriz yaşadığı koşullarda, ekonominin tökezlediği dönemlerde burjuva demokrasisinin bilinen ilkeleri belirsizleşmeye, uygulamada sınırlar görülmeye başlar. Son yıllarda tanıklık ettiğimiz kimi büyük kalkışmalar veya ciddi hak talepleri karşısında gelişmiş burjuva demokrasilerinin en gerici ve saldırgan politikalara başvurmaktan çekinmediğini, hatta demokrasi yoksunu olmakla suçladıkları Ortadoğu devletleriyle benzeştiklerini gördük. Bu, tarihin nereye doğru ilerlediği hakkında net bir veridir. Burjuva devletler kaçınılmaz olarak burjuva demokrasisinden uzaklaşacak, uzantısı oldukları sömürücü sınıfların çıkar kavgalarında zayıflayacak ve nihayet proletarya tarafından paramparça edilecektir.
Sermaye yoksulu bizimki gibi ülkelerde yukarıda burjuva devletlerin genel işleyişinde “özel” olarak yaşandığını belirttiğimiz anlar genelde veya sıklıkla yaşanır.
Burjuva demokrasisinin dayanağı güçlü sermayedir, dedik. Bu sermayeye sahip olamayan ve olmaları da olanaksız ülkelerde egemen sınıflar burjuva demokrasisine ancak geçici ve kısa sürelerle uyabilirler. Sermaye yoksulu olmaları nedeniyle bunlar çağımızın en gerici anlayışlarına sahiptirler ve yönetimleri de en gerici karakterde biçimlenir. Halklar buralarda tarihsel olarak elde edilmiş özgürlüklere son derecede kısıtlı olarak sahip olabilirler. Egemen sınıfların faşizme sürekli bir eğilim gösterdikleri bu ülkelerde iktidarlar esasen faşisttir.
Tek Adamın Değil Egemen Sınıfların Çıkarları
Ülkemizde son yıllarda birçok kesimin “tek adam”lıktan, saray rejiminden, hatta artarak yayılan bir tanımlama olarak faşizmden bahsettiğini görüyoruz. Çünkü son yıllarda devletin saldırganlığında her düzeyde ciddi derecede bir yükseliş var. İktidar sadece devrimci-demokratik-yurtsever harekete ve mücadeleye karşı saldırgan değil, yer yer bunu da gölgeleyecek derecede egemen sınıfların diğer, muhalif kliklerine de azgınca saldırmaktadır. Çünkü ekonominin sürekli darboğazda olduğu bu ülkeler tüm emperyalist düzen içinde baş göstermiş ve uzun bir zamana yayılmış bulunan krizden direkt etkilenmektedir. Sıcak paranın desteğine muhtaç bu ülkelerde sömürü ve talan ekonomisi büyük şokların eşiğinde gerçekleşmektedir. Ekonominin bu özellikte olması iktidarın saldırganlığını en uç biçimlere itmektedir. Tanık olduğumuz saldırganlığın belli bir egemen sınıf kliğinin tercihi değil, emperyalizmin desteğiyle ayakta durabilen feodal ve bürokrat burjuva sınıfların zorunlu politikaları olduğunu kavramalıyız…
Ülkeyi “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” veya özel niteliğini daha açık ifade eden adıyla “saray rejimi” ile yöneten AKPiktidarının amacı uluslararası tekelci sermayenin çıkarlarından ibaret neoliberal politikaları içerideki mekanizmaları önemli oranda devre dışı bırakarak, pervasızca uygulamak ve emperyalistlerin, komprador bürokratik burjuvazinin ve büyük toprak ağalarının sömürüsünü, baskısını sürdürmektir. Bu saldırıların bugüne dek ciddi veya etkili bir engelle karşılaşmamasında emperyalizmin desteği ne derecede etkiliyse içerideki egemen sınıfların ve onların kuyrukçusu olmaktan öteye gidemeyen orta burjuvazinin bu politikalara biat etmeleri ve küçük burjuvazide hâkim olan kaygılar, yetinmeci anlayış da o derecede etkilidir. Bütün bunlar antiemperyalist, antifeodal çizgideki devrimci mücadelenin de önündeki engellerdir. Antiemperyalist, antifeodal sınıf mücadelesi bunlara karşı doğru bilinçle ve doğru politikalarla mümkün olmuştur veya mümkün olacaktır. Bu nedenle bugün farklı farklı kesimlerin dikkat çektiği ve karşısında mutlaka birleşmek ve mücadele etmek gerektiğini söyledikleri saldırganlığı tam anlamıyla ciddiye almalı, buna karşı ancak antiemperyalist ve antifeodal bir çizgi temelinde başarılı olacağımız bilinciyle bu içerikteki bir mücadeleyi hayata geçirmek için özel bir çalışma içinde olmalıyız.
Değişen Egemenler Değil Onların Araçlarıdır
Bu mücadelenin en büyük avantajı geniş halk kitleleriyle birleşme potansiyelidir. “Saray rejimi”nin devam eden yoğun ama bir o kadar da başarısızlığa mahkûm saldırısına karşı mücadele işçi, köylü ve diğer ezilen kesimlerle, ezilen ulus ve azınlık milliyetlerin mücadelesiyle devrim doğrultusunda birleşmekle en ileri seviyeye taşınabilir; ortak düşmana karşı ancak doğru bir stratejiyle ve devrimci bir amaçla birleşilebilirse gerçek bir zafer için kazanım sağlanabilir. Bunun dışında saldırı ve direniş sarmalında çürümek kaçınılmazdır. Dolayısıyla bu son saldırının gündemimizde olması yeterli görülmemelidir, bunun ötesinde strateji doğrultusunda, antiemperyalist ve antifeodal bir çizgide mücadele yürütmek konusunda kararlı ve ısrarlı olmalıyız.
Egemenler büyük değişimler getiren, kendilerine taktiksel düzeyde önemli avantajlar sağlayan, bütün alanlarda halkları köleliğe sürükleyen yeni teknolojiler üretip yaydılar. Teknolojideki bu ilerlemenin dünyanın her bir parçasında önemli değişimlere neden olduğu açıktır. Bu yeni durumun ürünü politikaların, yeni teknolojilerin ve bunlardan kaynaklanan gelişmelerin emperyalizmin niteliğinde bir değişime neden olmadığı, yarı-sömürge ve yarı-feodal sistemin karakterinin de aynen korunduğu, bu düzene karşı işçi sınıfı önderliğindeki yeni demokratik ve sosyalist ekonomik düzenlerin tek seçenek olduğu ise tüm oportünizme ve revizyonizme karşı özellikle savunduğumuz, geleceğimiz için çok önemli bir gerçeklik olmaya devam ediyor. Geleceğimize doğru kurtuluşa giden başka bir yol yoktur. Özgürlük için mücadele etmeye zorunlu insanlık, önünde sonunda bu yolda ilerleyecektir. Bu zorunluluktur. Hepsi daha yoğun sömürünün ve talanın sonucu olan ve gene sömürünün ve talanın önünü açan, açmaya devam edecek değişimlerin halkın özgürlüğü veya özgürlük için mücadelesi önüne büyük engeller çıkardığı, devletlerin bu teknolojik ilerlemeyi halklar aleyhine güçlü bir biçimde kullandığı açıktır. Savaşlar, işgaller, faşist politikalar ve uygulamalar dünyanın hemen her noktasında çeşitli seviyelerde büyük bir rahatlıkla hayata geçebilmekte ve bunlara karşı gelişen hareketler her bakımdan bastırılabilmektedir.
Söz konusu değişimleri içermek dışında özel bir niteliği olmayan ülkemizdeki son saldırılar karşısında devrimci ve birleşik bir tutum geliştirmek halihazırda devrimci ve demokratik hareketin önündeki görevlerden biri olmaya devam etmektedir. Hepimiz farkındayız ki emperyalist sistemin genel saldırısından bağımsız olmayan, onun zorunlu bir uğrağı olmaktan ibaret ülkemizdeki karşı devrimci yoğun saldırılar nedeniyle devrimin tüm güçleri, yani işçiler, yoksul köylüler, kamu sektörlerinde çalışan tüm emekçiler, öğrenciler, esnaf kesimi vd. çok zor şartlarla karşı karşıyadır. Tüm örgütlü kitleler yoğun bir örgütsüzleşme saldırısı altındadır. Hatta örgütsüz olmakla beraber direnişler örgütleyen, direnişlerde birleşen, harekete geçen güçler de saldırı altındadır. Halkın bütün kesimleri ve halktan olmayan kimi kesimler de ekonomik ve siyasi yıkımın olumsuz sonuçlarıyla yüzleşmektedir. Bu bir bütün yoksullaşma, tüm özgürlüklerden mahrum kalma ve geleceksizlik saldırısıdır. Üstelik bunlara itiraz olanaksız kılınmaktadır. AKP kliği sistem ancak bu saldırıyla ayakta duracakmış gibi azgın biçimde saldırmakta ısrar etmektedir.
Saldırı da son derecede pervasız bir tarzda hareket eden, hatta teamülleri altüst etmekten çekinmeyen AKP yönetiminde, emperyalizmin tam desteğinde gerçekleşiyor olması bize ülkemiz hakkında bir bilgi vermektedir. Hem ülkemiz hem de yer aldığı bölge emperyalistlerin çıkarlarının kesiştiği ve çatıştığı önemli merkezlerden biridir. Buranın proletaryaya kaybedilmesi dünya devrimin çehresini değiştirecek bir gelişme olacaktır. O nedenle değil komünist harekete devrimci-demokratik ilerlemelere dahi tam bir tahammülsüzlükle karşı karşıyayız. Egemen sınıflardan hiçbir beklentimiz olamaz elbette; burada konumuz olağandışı biçimleri de yadsımayan saldırılardır. Bu saldırılar olası tüm devrim olanaklarını, dolayısıyla devrimci güçleri de ortadan kaldırmayı amaçlıyor ve emperyalizm bunun için her türden desteği veriyor. Geri kalmış, kendi sanayisini kuramamış, feodal ilişkilere dayalı bir üretime mahkûm olduğu hâlde bizim ülkemizde emperyalizmin tüm teknolojik araçları kullanılabilmektedir. Orta burjuvazinin ve yer yer küçük burjuvaların aklını çelen her türden sahtekarlık bizzat emperyalistlerin eliyle uygulanmakta veya bunlar tarafından desteklenmekte, yeri geldiğinde örtbas edilmektedir.
Tüm bu saldırıların amacı sömürüye, talana dayanan emperyalist sistemin devamlılığıdır. Halklar bu sistemin doğal, kendiliğinden, dolayısıyla kaçınılmaz düşmanıdır. Bu nedenle emperyalizm ile tüm dünya halkları kaçınılmaz bir sona doğru hareket halindedirler. Buna bir gücün engel olması olası değildir. Bu hareket vardır ve ilerlemektedir, gelişmektedir. Ülkemizde yaşanan saldırı da bu hareketin bir parçasıdır. Saldırı en nihayetinde halkın itiraz hakkını ortadan kaldıran, itiraz etmeyi olanaksızlaştıran içeriktedir. Yasaklarla, egemenlerin güvenliğinden ibaret genel asayiş bahanesiyle, tehdit işlevi gören para cezalarıyla, “F tipinde hapis” korkusuyla halkın bütün özgürlük hakkı veya özgürlük için mücadelesi engellenmeye çalışılmaktadır. Mücadele neredeyse basın açıklamalarından ibaret bir biçime büründürülmek istenmektedir. Buna karşı kitlelerle birleşmeyi içeren bir devrimci mücadele şarttır ve bu öncülük gerektiren bir süreçtir. Halkın elinden alınan haklar ve özellikle de özgürlük için mücadele etme eğilimi, yönelimi üzerindeki baskılar alt edilmek zorundadır.
Saldırılar Yenilmeye Mahkûm Gericilerin Saldırısıdır
Emperyalistler ve tüm diğer gericiler halkın mücadelesinden, özellikle de devrim mücadelesinden her zaman korkmuşlardır. Bununla beraber devrim güçlerinin dağınık, önderliklerin de yetersiz olması onlar için daima büyük bir avantaj olmuştur; dolayısıyla bunu sağlamak için veya sağlanmışsa bu, devam etmesi için her şeyi yapmışlardır. Devrimci güçlerin birliğini veya ayağa kalkmasını gerektiğinde olağandışı önlemleri de hayata geçirmek üzere engellemek, devrimci mücadeleyi boğmak için çalışmaktan asla vazgeçmemişleridir. Onlar azılı halk düşmanıdırlar, devrimin kendilerinin sonu olduğunu bilirler. Buna karşı bilinçli olmak ve harekete geçmek devrimin güçleri için anlık, dönemlik bir görev değildir; aksine bu saldırının sürekli olduğu bilinerek hareket edilmelidir. Tarih zikzaklarla doludur; bugün devrimin öncü güçleri olarak yaşadığımız tüm gerilikler geçicidir. Proleter bilimin ışığında tüm gerilikler alt edilebilirdir. Geriliklerden korkmamalıyız. Bunlar bizi bir an olsun durdurmamalıdır; gerçek ve tam yenilgi mücadele etmekten vazgeçmekle başlar. Proletaryanın sonuna kadar devrimci tek güç olma özelliğini asla unutmadan, zaferleri sadece proletarya önderliğinde tamamlayabileceğimiz doğrusundan asla ödün vermeden geriliklerimizi hem bilince çıkarmalı ve hem de alt etmek için çalışmalıyız. Egemenlerin saldırılarının başarılı olmasının temel nedeni devrim güçlerinin dağınıklığı ve özellikle de proletaryanın önderliğinden yoksun olmalarıdır. Devrimin başarıya ulaşması amacıyla elbette gerici sınıflar arasındaki çelişmelerden faydalanmak da dost güçlerle birleşmek de zorunludur. Fakat bunların ancak proletarya önderliğinde ve proletaryanın bağımsız çizgisi izlendiğinde yaratılabileceği unutulmamalıdır.
Önümüzdeki günler ülkemizde ve hatta tüm dünyada kitlelerin ayağa kalkmak üzere hareketlenecekleri günler olacaktır.
Ayırt edici özellikleriyle, demokratik içerikteki büyük mücadelesiyle egemenleri korkutmaya devam eden ulusal hareket imha edilmek üzere saldırıya uğramaktadır. Bu sınır ötesi saldırılar insanlığa, halka, halkımızın geleceğine karşı suç niteliğindedir. Bu suça itiraz hakkımız engellenemezdir.
Kalabalıklar halinde çalışmak zorunda olan işçiler salgın hastalık sürecinde de aynen çalıştırılmışlardır. Tüm dünyada geçerli olmuş bu uygulamanın özde kölelik rejimlerindeki çalıştırma mantığından bir farkı yoktur. Kapitalizmin ücretli kölelik düzeni olduğu görüşünün ne derecede yerinde olduğu salgın hastalıkla beraber açığa çıkmış, kanıtlanmıştır. Köleciliğin yıkımına giden süreçte kölelerde biriken öfkenin rolü çok önemli olmuştur, rejim kölelerin büyük nefretiyle beraber yıkıma uğramıştır. Bu dönemde kapitalizme de büyük bir öfke birikmiştir. Bu öfke sonuna kadar haklıdır ve yükseltilmelidir.
Öğrenciler, kamu emekçileri, farklı işlerden esnaf kesimi bu süreçte büyük maddi kayıplarla beraber hak kaybına da uğramıştır. Tüm bu kesimlerin söyleyecek sözleri, şiara dönüşecek istekleri bulunmaktadır. Bu sözler ve şiarlar elbette dile gelecektir. Devrim hareketinin bu istekleri ve yönelimi kapsadığı bilinciyle ilgimizi, dolayısıyla ilişkimizi bu alana özellikle çekmeliyiz.
Bu süreci en doğru biçimde kucaklamak için MLM çalışma tarzına sımsıkı sarılmalı; zorlukları inceleyerek geliştireceğimiz güçlü bir iradeyle mücadele bilincini geliştirmeliyiz. Zorluklar sistemin mücadele karşısında ürettiği veya geliştirdiği önlemlerden ibarettir; bunların sistem gibi çürük veya geleceksiz olduğunu kavramalıyız; zira kavradığımız oranda bu bilinci kitlelere taşıyabiliriz.
Halk kitlelerinden bağımsız, onlardan kopuk hiçbir devrim mücadelesi başarıya ulaşamaz. Halkla güçlü bağlar kuran devrimci güçlerin başarısı sadece olası değildir; ayrıca bu başarı sadece halkla güçlü bağlar kuran güçlerin başarısı olacaktır. Halktan kopuk veya halka rağmen yapılan işlerin görüntü ne olursa olsun temelde küçük burjuva kaygılara veya beklentilere denk geldiğini, yaşadığımız onlarca hizip deneyiminden ötürü çok iyi biliyoruz. İşçi sınıfının, köylülerin ve ezilen tüm diğer kesimlerin politik seferberliği devrimin temel hareket biçimidir. Buna büyük önem vermeliyiz. Yeni kuşakları, gençleri devrimci teori ve politikalar ışığında hemen her yerde, kitlelerin öz örgütlerinde, eğitimde, kültürel tüm alanlarda harekete geçirmek için özenle çalışmalıyız. İdeolojik ve kültürel alanda ayrıca ama özellikle öğrencileri, entelektüelleri antiemperyalist ve anti-feodal çizgide davranmaya çağırmalı, bunun için çalışmaya özen göstermeliyiz. Kuşkusuz bu çalışmalarda bütün olanaklar, araçlar kullanılabilirdir; sorun olanaklar veya araçların kullanımı değil, nasıl, ne için ve yüzümüzün kimlere dönük olarak bunların kullanıldığıdır.
Genel Politik Çizgimiz tüm yönleriyle kumandada olmalı ve bu çizginin hayata geçmesinin tek gerçek bağlantısı sınıf mücadelesidir. Proleter devrimci çizginin bir gereği, onun belirleyici bir sorumluluğu olduğu için emperyalizme, feodalizme ve bürokratik kapitalizme karşı demokratik ve ulusal tüm mücadeleleri açık biçimde, tereddütsüz desteklemeliyiz. Sınıfın perspektifi doğrultusunda kitle çizgisinden ödün vermemeli; sorunların kaynağında kitle çizgisinin hayata geçirilememesi gerçeğinin olduğunu bilerek bu konuya büyük önem vermeliyiz. Eleştiri ve özeleştirinin proletarya partisinin temel kriterlerinden olduğunu tekrarla dolu olsa dahi hatırlamalı, hatırlatmalıyız. Hataları düzeltmek aynı zamanda hatalı düşüncelerden, tarzlardan arınmayı içerir/içermelidir. Böyle olmayan özeleştiriler içten olamaz; hatanın özünü kavrayamayan asla hatasını tam olarak düzeltmiş olamaz… Pratikten öğrenmek komünistlerin bir ilkesidir ve bu nedenle komünistler iyi öğrencilerdir. Bu öğrenme yöntemi sadece bilgili olmayı içermez, aynı zamanda devrimci bilgiye sahip olmayı içerir, pratiği değiştirme niyetini içerir.
Sürecin zorlukları karşısında bilincimizi kuşanıp, pratikten öğrenerek ve olmazsa olmaz eleştiri-özeleştiri mekanizmasını işleterek -ki bunlar aslında gerçekliği incelemenin yöntemleridir- genel siyasi çizgimizi hayata geçirelim. Aşık Veysel’in gerçekle tamamen uyumlu sözündeki gibi “harekete kimse mâni olamaz.” Hareketin kavranması, bunun için de incelenmesi durumunda geleceğin halkların kurtuluşu için proletaryanın muzaffer ilerleyişiyle belirleneceğini görebiliriz. Bugünkü zorluklar, somut olarak özgürlüklere yapılan müdahaleler bu hareket içinde ele alınıp değerlendirilmelidir. Görülecektir ki son derecede güçlü bir devrimci hareketin saflarında bulunuyoruz!
*Aşık Veysel