Farklı hapishanelerden onlarca tutsak infaz süreleri dolmasına rağmen çeşitli bahanelerle tahliye edilmiyor. Özgürlükçu Hukukçular Derneği İstanbul Şube Hapishane Komisyonu Eş Sözcüsü Av. Destina Yıldız, bu “cezalandırma” yöntemini gazetemize değerlendirdi.
“Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirilmesi” yönetmeliğinin hapishanelerde tutsaklar hakkında uygulanacak infaz rejiminin ve “iyi hâlliliğin” belirlenebilmesi amacıyla inceleme, araştırma ve değerlendirme yapılmasına ilişkin usullerin belirlendiği bir yönetmelik olduğunu ifade eden Destina Yıldız, Gözlem ve Sınıflandırma merkezlerinin de hapishaneler içerisinde bu değerlendirmelerin yapılabilmesi için oluşturulmuş bir birim olduğunu belirtti.
Yıldız, tutsağın hapishanede hangi hücrede/koğuşta kalacağına, hangi etkinliklere katılıp katılamayacağına, açık hapishanelere geçip geçemeyeceğine, denetimli serbestlik ya da koşullu salıverilmeden faydalanıp faydalanamayacağına bu kurulun düzenleyeceği raporlar doğrultusunda karar verildiğini kaydetti.
‘ÜST ARAMASINDA GARDİYANLARA YARDIMCI OLMAMAK, İYİ HALLİ OLMAMA GEREKÇESİ’
Destina Yıldız, Gözlem ve Sınıflandırma Merkezlerinin hukuksuzluğunu, yaşanılan örnekleri şu sözlerle ifade etti: “2020 yılında 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda yapılan değişiklikten önce de aslında hapishanelerde İdare ve Gözlem Kurulları bulunmaktaydı ancak yetkileri bu denli geniş değildi. Kanunda yapılan değişiklik ve 01.01.2021 tarihinde yürürlüğe giren Gözlem ve Sınıflandırma Merkezleri ile Hükümlülerin Değerlendirilmesi Yönetmeliği ile bu kurulların yetkileri genişletildi. Mahpusların iyi halli olup olmadıklarının değerlendirilmesinde ise birtakım yeni kriterler getirildi. Bunların en önemlisi ise mahpusun ‘işlediği suçtan dolayı pişmanlık duyması’ kriteridir. Mesela bir erkek tarafından gördüğü şiddet nedeniyle meşru müdafaa kapsamında kendisine şiddet uygulayan erkeği öldüren bir kadından bu fiili nedeniyle pişmanlık duyması beklenmektedir. Bu fiil nedeniyle pişman olmadığını söylediği takdirde açık cezaevi, denetimli serbestlik, koşullu salıverilme gibi kurumlardan faydalandırılmayacaktır.
Kanunun 89. Maddesinde yapılan değişiklikle infazın tüm aşamalarında iyi halin belirlenmesindeki kriterler genişletildi. Örnek vermek gerekirse mahpusların aramalarda gardiyanlara ‘ekstra’ kolaylık sağlamamaları, örgüt propagandası içerdiği ya da devlet aleyhine ifadeler bulunduğu iddiasıyla mektupları hakkında sakıncalı mektup kararı verilmiş olması, mahpusun çıplak aramaya karşı çıkması, açlık grevine başlaması, hapishanede yaşanan hak ihlallerine karşı slogan atması gibi durumlarda iyi halli olmadığı değerlendirilmesi yapılacaktır. Yine bu kapsamda kurullar mahpuslarla mülakat yapabilecek ve burada sordukları soruların cevabına göre iyi hal değerlendirmesi yapabilecektir. Ancak burada mahpusa sorulacak soruların denetlenmesine ilişkin herhangi bir mekanizma bulunmamaktadır.”
‘BASKIYA BOYUN EĞEN BİR İNSAN MODELİ YARATMAYI AMAÇLANMAKTADIR’
Yeni düzenlemenin birçok hukuksuzluğu ve keyfiyeti beraberinde getirdiğini belirten Yıldız, “Öncelikle bu kurullar bağımsız ve tarafsız kişiler tarafından oluşmamaktadır. Hapishanelerde mahpusların yaşadıkları sorunlara sebep olan kişilerden oluşmaktadır. Örneğin başgardiyan bu kurulda yer almaktadır. Bir mahpusa çıplak arama dayatan gardiyan, mahpusun yazdığı mektupları sakıncalı bulan memur, mahpusa disiplin cezası veren kurulda yer alan kişiler de bu idare ve gözlem kurullarında yer alacaktır. Bu kişilerin tarafsız olmasını beklemek pek de mümkün olmamaktadır.
Hukuksuzluğa ve keyfiyete sebep olacak olan bir diğer husus ise kişilerin ileride yeniden suç işleme ihtimallerinin olması nedeniyle iyi halli olarak değerlendirilmemeleridir. Bu hukuk güvenliği açısından da oldukça tehlikeli bir kriter. Zira henüz ortada bir suç yokken, şüpheden uzak ve kesin hiçbir somut delile dayanmadan bir ihtimal üzerinden mahpuslar hapishanede tutulmaya devam edilebilecek. Üstelik bu karar bir mahkeme tarafından değil, idare ve gözlem kurulunda yer alan kişiler tarafından verilecektir. Mahpusun yeniden suç işleyeceği kanaati neye dayandırılarak yapılacak belli değil. Aslında bu kanaat, kurullarda yer alan kişilerin öznel düşüncelerine dayanacak. Mahpuslar işlemedikleri suçlar nedeniyle cezalandırılacaklar. Bu da Anayasadaki ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ndeki düzenlemelere aykırı bir durum.
Yapılan bu düzenleme, koşulsuz itaat eden, haksızlıklar ve toplumsal olaylar karşısında ses çıkarmayan, baskıya boyun eğen bir insan modeli yaratmayı amaçlamaktadır. Hapishanelerden başlayarak bütün bir topluma yayılması istenen bir insan modeli yaratma çabasıdır. Bu nedenle de özel bir politikanın sonucudur.” dedi.
‘MAHPUSLAR YOĞUN BİR TECRİT ALTINDADIR’
Yıldız, tutsaklara yönelik tecride ve hapishanelerde devam eden açlık grevlerine dair şu ifadeleri kullandı: “Yeni yönetmelikler dışında pandemi ile birlikte hapishanelerde başlayan ve her geçen gün daha da ağırlaşan bir tecrit söz konusu. Pandemi tedbirleri adı altında hapishanelerde birçok hak kısıtlamasına gidildi. Mahpusların dış dünya ile ilişkileri neredeyse kesilme noktasına geldi. Ziyaretler uzunca bir süre yaptırılmadı. Şimdi ise eskiye oranla daha az ve sınırlı kişilerle sadece kapalı görüş yaptırılmaktadır. Mahpusların ortak alan faaliyetlerinin tamamı yasaklanmış durumdadır. Yine pandemi bahane edilerek mahpuslara gönderilen mektuplar daha geç verilmekte, mahpuslar tarafından yazılan mektuplar daha geç gönderilmektedir. Kitap, dergi, gazete gibi süreli süresiz yayınlara ilişkin kanun ve yönetmeliklerde yapılan değişiklikler sonucunda mahpusların bilgiye erişimi de önemli oranda kısıtlanmıştır. Mahpuslar çok yoğun bir tecrit altındadır. Tecrit etkileri bakımından insanlık dışı bir uygulamadır. İnsanlık onuruyla hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. İnsanı dış dünyadan ve toplumdan soyutlayarak yalnızlığa ve hiçliğe mahkum etmektir. Tecridin insanlar üzerinde hem psikolojik hem de fiziksel olarak birçok olumsuz etkisi vardır. Uygulanan tecrit politikaları sonucu getirilen kısıtlamalarla mahpusların iletişim kurma, haber alma, sosyalleşme gibi çok temel ihtiyaçları dahi karşılanamamaktadır. Bütün bu yönleriyle tecrit işkencedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de hapishanelerde uygulanan tecridi işkence ve kötü muamele yasağı kapsamında değerlendirmektedir.
Bununla birlikte hapishanelerde bulunan mahpuslar İmralı Ada Hapishanesi’nde tutulan Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride son verilmesi talebiyle süresiz ve dönüşümsüz açlık grevindedir. Sayılar hapishaneden hapishaneye değişiklik gösterse de mahpuslar ortalama beşer kişilik gruplar halinde ve beşer günlük süreler ile açlık grevi yapmaktadır. Gelinen aşama itibariyle açlık grevleri 81. günündedir. Kulak verildiğinde mahpusların talepleri çok basit aslında. Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecride son verilmesi, Öcalan’ın ailesi ve avukatları ile görüşebilmesinin sağlanması. Zira Abdullah Öcalan bir buçuk yıldan uzun bir süredir hiçbir somut gerekçe olmadan ailesi ve avukatları ile görüştürülmemektedir. Oysa her mahpusun ailesi ve avukatları ile görüşebilmesi kanunlarla güvence altına alınmıştır. Devlet bu noktada kendi kanunlarını dahi hiçe saymaktadır. Yani mahpuslar aslında devletin kendi kanunlarına uyması için açlık grevi yapmaktadır. Sağlık hakkına erişimin neredeyse imkansızlaştığı, mahpusların ihtiyaç duydukları tedaviye dahi erişemediği bu pandemi koşullarında açlık grevlerinin sürmesi halinde geri dönülemez nitelikte ağır sonuçlar ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu nedenle daha da geç olmadan mahpusların talepleri kabul edilmeli ve tecride son verilmelidir.”