[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Tüm Türkiye bir kez daha tartışmalı, kapışmalı, itiraflı ve bol iftiralı, içi boş da olsa kimi için hüsranla kimi için coşkuyla sonuçlanan bir seçim dönemi yaşadı. Millet İttifakı denen faşist devlet mekanizmasının devamı için örgütlenmiş, bir araya gelmiş güçlere umut bağlayanlarla aynı düzenin istikrarından yana olan Cumhur İttifakı’na destek olanların kapışması biçiminde geçen bu seçim döneminde propaganda ve ajitasyon sürecinin öne çıkan kimi unsurları her ne kadar büyük işler başardıklarını düşünseler de bu iki faşist düzen savunucusunun ardında hizalanmış oldular. Kazananın iktidardaki güç olması bu hizalanmada tavrını “muhalefet demokrasisinin” yanında belirleyenleri doğal olarak olumsuz etkiledi. Egemen muhalif kanat kaybedince onlar da kaybetti sayıldılar!.. Propaganda ve ajitasyon sürecindeki başarılarından memnun olsalar da muhalefet kanadında hizalanmaya devam edecek olmaları, yarışı geriden sürdürecek olmaları onlar için en azından canlarını sıkmış görünüyor.
HANGİ SINIFIN İKTİDARI İÇİN MÜCADELE
Seçimlerdeki tavırlarını bu sürece katılmak; aday belirlemek, devrimci-demokratik politikaların propagandasını yapmak, kitlelerle bağları kuvvetlendirmek biçiminde özetleyebileceğimiz argümanlarla açıklayanlar, seçim sisteminin ve hatta meclisin niteliğinden ayrı olarak, kendi devrimci var oluşlarını görünür kılmak niyetlerini ortaya koydular. Seçim süreci sonlandı; şimdi gayet anlaşılır, hatta makul görünen bu argümanları ve bu niyeti tartışmak gerekir. Kendi devrimci ve demokratik politikalarını, çizgilerini ve dolayısıyla örgütlenmelerini gerçekleştirmek niyetinde olanlar bunu başaramadılar. Aksine sonuçlar bize gösterdi ki bu kesimleri de genel bir hayal kırıklığı sarmıştır, beklentiler karşılık bulmamıştır. Aynı iktidar odağının “kazanması” ve muhalif kanadın bükük boynu genel bir hüzne neden olmuştur.
Oysa daha baştan halk için, hele de devrimci-demokrat kesimler için sonucu belli bir yarış söz konusuydu. Bunu sadece seçim sisteminin, siyasi partiler yasasının ve genel olarak meclisin niteliğinin içerdiği anti demokratik karakter nedeniyle ifade etmiyoruz. Bunun temel nedeni devrimci-demokrat kesimin seçim sahasına sundukları kendilerine ait politikaların, bir çizginin olmamasıdır. Sözde değil, bunların gerçekte olmayışı ya da büyük oranda belirsiz oluşlarından söz ediyoruz. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı verilmiş sisteme karşı mücadele “cumhurbaşkanlığını ele geçirmek” için verilen bir mücadeleye indirgendiğinde kitlelere sunulabilecek politikalar devrimci ve demokratik olmaktan çıkar. Teşhir ve reddetmek üzerine kurulması gereken devrimci-demokratik siyaset daha baştan “en iyi veya uygun” adayı benimsemek, propaganda etmek ve seçmek üzerine kurulduğunda sistemdeki egemen kliklerin çıkarlarını esas alan ve devrimci-demokratik olmaktan uzak bir siyaset savunulur. Bu güçler dengesinin kaçınılmaz bir sonucudur. Kendini göstermeyi, kitlelere kendi çizgisini propaganda etmeyi, kitlelerin eğilimleri uyarınca kitlelerin kendi hareketinden, deneyimlerinden öğrenmesine müdahale etmeyi amaçlamak diye özetleyebileceğimiz “seçimlere katılma” tavrı yeterince güçlü değilken benimsenmiş bir siyaset biçimi olmalıdır. Rahatlıkla ifade edebiliriz ki devrimci-demokratik siyaseti uygulamak, kitlelerin eyleminde somutlaştırmak düzeyinde bir güç sahibiyken devrimciler seçimlerle ilgilenmezler; seçimlerin karşısına kitlelerin devrimci eylemini koyarlar. Çarpıcı olmasını sağlamak niyetiyle bir ifade seçecek olursak: o koşullarda devrimciler kitlelerin devrimci eylemini seçerler… Egemen sınıflarla yarışmak devrimci hareket için onları devrimle devirmenin karşısına konamaz, böyle bir alternatif siyaset devrimci siyaset olamaz. Bunun tartışılmaz nedeni sınıflar arasındaki mücadelenin sonuç olarak belli sınıfların hegemonyası altında gerçekleşmesidir. Burjuvazi kendi egemenliğindeki bir sistemin seçimler yoluyla el değiştirmesini ne savunabilir ne de buna olanaklar verebilir. Aksine burjuva sistemin oluşumu ve kuruluşu onun zor aygıtlarıyla korunmasına, bu yolla süreklileştirilmesine dayanır. Düzenli orduların kurulması, silah kullanma yetkisinin devletle sınırlandırılması, yargılamanın sistemi korumak üzerine şekillenmesi ve yapılandırılması (“adalet mülkün temelidir” ilkesi bunun için en güçlü vecizlerden biridir.) devletlerin bir sınıf egemenliği kurmasıyla ilgilidir. Lenin ve Stalin’in de onayladıkları gibi Kautsky tarafından ulus devlet bu nedenle burjuvazi için en uygun devlet yapısı olarak tanımlanmıştır. Burjuva devlet için kuşkusuz yabancı uluslar ve devletler söz konusudur ve bunlara karşı korunmak, gerektiğinde savaşmak, fethetmek, başka ülkeleri boyunduruk altına almak olasıdır. Bununla birlikte onun asıl işlevi kendi burjuvazisinin halk üzerindeki diktatörlüğünü sağlamaktır. Her burjuva devlet nihayetinde işçi sınıfı üzerindeki bir diktatörlüktür ve bu diktatörlüğün hal tarzında seçim bir seçenek olmaktan çoktan çıkmıştır.
Sınıf diktatörlüğünü alt etmenin koşulu onun yerine geçecek nitelikte ve yapıda bir diktatörlük inşa etmektir. Lenin, Stalin yoldaşlarda adım adım gelişen ve nihayet Mao’da tamamlanan biçimiyle iktidarın namlunun ucunda/iktidarın kaynağının silahta tanımlanması bu anlayışı içerir. Devlet ve diktatörlük kavramlarının tarihsel içeriği incelendiğinde bu çok açık durum ortaya çıkar. Bu nedenle devrimci hareket burjuva devletin yerine geçecek nitelikte ve yapıda bir diktatörlük inşa etmeden iktidarı alamaz; seçimler yoluyla iktidarı devirmek olsa olsa aynı burjuva diktatörlüğün yeni bir biçimi için mümkündür. Seçimlerin güçlü, kitlelere dayanan bir devrimci hareket olmadığı koşullarda gündemleşmesinin nedeni özel olarak budur. Seçimlerin gündemleşmesinin birincil koşulu devrimci hareketin güçsüzlüğüdür. Güçsüzlük halindeki taktikler yarışır olmaktan çok güçlenme amacını içerir. Bu da yukarıda değindiğimiz gibi kendini görmek, kendini kitlelere propaganda etmek, kitlelerin kendi eğilimlerinden ve hareketinden/deneyimlerinden öğrenme sürecine müdahale etmek veya müdahil olmak biçimindeki eylemleri kapsar. Bunu aşan, bundan fazlasını amaçlaştıran seçim tavırlarının devrimci siyasetten uzaklaşmak, sözde niyet ne olursa olsun kendini burjuva egemenliğin bir biçimi içinde konumlandırmak anlamına gelecektir.
Son seçimler bu görüşün en tipik biçimde yaşandığı türden bir seçim olmuştur. Birçok siyasi akım cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine karşı olarak alternatif bir cumhurbaşkanı adayını destekledi. Böylece bu sisteme dahil olduklarını, egemen sınıf kliklerinden birine yaslandıklarını, beklentilerini kendileri dışındaki bir seçenekte somutlaştırdıklarını görmek istemediler. Egemen sınıfların yarattığı “demokrasi sahasında” onların somut beklentilerine, vaatlerine, hedeflerine ortak oldular. Kendi farklarını sadece propaganda alanında gösterdiler; ne siyasi olarak ne de örgütsel olarak işçinin, emekçinin çıkarlarına uygun bir rota izlediler. Benzer biçimde, ama kuşkusuz daha yüzeysel ve apolitik bir ele alışla halk kitlelerinin tutumunun bir benzerini gösterdiler. Bunun apolitik özelliği öyle bir noktaya kadar varır ki bazen, kendi tutumlarından temelde farklı olmadığı halde kitleler bu kesimler tarafından aşağılanabilir. Oysa halk kesimleri zaten belirlenen, devlet tarafından yönlendirilebilen kitleler oldukları için, kendi çıkarlarını somutlaştıramadıkları ve kendi çıkarları etrafında örgütlenemedikleri için böyle davranırlar. Devrimci hareket ise belirlenen olmaktan çıkarıp belirleyen kitleler yaratmak üzere davranan harekettir. Bu çok temel bir ayrımdır.
Devrimci hareketin bir kısmı cumhurbaşkanlığı seçimini boykot etti, ama meclis seçimlerine katıldılar. Bu tutum yukardaki tutumdan görece farklı olsa da özde aynıdır. Neden?
Çünkü cumhurbaşkanlığı seçiminde sadece “adayda” ayrıştılar. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine temelden bir karşıtlık benimsemediler. Kitlelerin kendiliğinden eğilimine onlar da bu şekilde katıldılar. Bu noktada şu özel ayrıntıya da değinmemiz gerekir: Aynı andaki iki ayrı seçimden birini boykot etmek ve diğerine katılmak başka bir açıdan da problemliydi. Bu sürece dair değerlendirmelerde temel sorun “tek adam rejimini” daha somut ifade edersek R. Tayyip Erdoğan’da somutlaşan belli bir rejimi alt etmek olarak belirlenmişti. Bize göre bu yanlış bir belirlemeydi. Ne var ki bu belirlemeyi yaptıktan sonra bu temel soruna göre tavır belirlememek olsa olsa çekimserlik olarak tanımlanabilir. Politik değerlendirmenin olağan sonucunu bu şekilde yadsımak bilindik anlamda utangaç siyaset izlemektir ve bir tür oportünizmdir. Görünüşünü, iddiasını eylemde somutlaştıramamak ama eylemini de sonuca vardırmamak bunun için en uygun tanımdır.
BOYKOTUN DOĞRULUĞU
İlkin şunun altını çizmemiz gerekir: Çok sayıda düzen içi, düzen tarafından sınırlandırılmış ya da düzen için örgütlenmiş partinin iktidar olmak için verdiği mücadelenin halk lehine bir gelişme yaratma olasılığı yoktur. Tüm cumhuriyet tarihi bunu birçok kez ispatlamıştır. Askeri yönetimler de dahil olmak üzere bütün “seçilmiş” hükümetler egemen sınıfların çıkarlarına hizmet etmek üzere görev almış, hepsi de genel olarak bunun gereklerini yerine getirmişlerdir. Bir sistem olarak faşizm zayıf, bağımlı ve feodal kalıntıların devamı niteliğindeki egemen sınıfların mecbur oldukları sistemlerden biridir. Bizimki gibi ülkelerde faşizm egemen sınıfların tarihsel ve toplumsal özellikleri nedeniyle esastır ve süreklidir. Zayıf, bürokratik, bağımlı ve feodal nitelikleriyle emperyalizmin boyunduruğu altında zulme uğrayan, açık bir biçimde zenginlikleri ve geleceği talan edilen farklı uluslardan bir halk ancak bu tür bir sistemle zapturapt altına alınıp yönetilebilir. Halk lehine demokrasi bu gibi ülkelerde demokratik mücadelenin hedeflerinden biridir; kuşkusuz en önemli hedeflerinden biridir. Bu hedefe ulaşılmasının koşulu faşizmi yıkmaktır. Faşizm koşullarında halk için demokrasi geçici dönemlerde ve egemen sınıf klikleri arasındaki kavganın ileri bir safhaya ulaştığı koşullarda, kliklerden birinin ezilenlere yaslanma ihtiyacının sonucunda gündeme gelebilir. Bu durumda halk için demokrasi koşulları oluşur, halk aldatılır ve süreç bir klik lehine sonuçlandıktan itibaren bu “yanılsamalı” koşullar da ortadan kalkar. Bunlar geçici dönemlerdir ve faşizmin gerilemesinden çok devrimci-demokratik hareketin zayıflığından kaynaklanabilir. Böylesi durumlarda devrimci hareketin bir kat daha uyanık davranması, yanılsamalı koşullarda gevşememesi, temel ilkelerinden ödün vermeden hareket etmesi gerekir.
İçinden geçtiğimiz dönem böyle bir dönem olmamakla birlikte özellikle Kürt Ulusal Hareketini dize getirmeyi amaçlayan malum süreçte bu içerikte bir ortamın oluştuğunu biliyoruz. “Çözüm süreci” adı verilen dönemde halkın birçok kesimi için kendi çıkarlarını ifade etme ve bu çıkarlar etrafında örgütlenme olanakları oluştu. Kısa bir dönem içinde hatırı sayılır bir halk hareketliliğinin meydana geldiğini ve bunun saldırılar boyutlandığında bir isyana dönüştüğünü gördük. Halk kitlelerinin gerçek eğiliminin isyan olduğunu bu kısa dönem bir kez daha göstermiştir. Halk kendi çıkarları etrafında bir araya geldiğinde kaçınılmaz eğilim sisteme isyan olacaktır. Burjuva diktatörlüğü tam da bu nedenle kaçınılmazdır ve süreklidir. İçinden geçtiğimiz seçim süreci kesinlikle böyle bir süreç değildir, demokrasi adına halk için önemli gerilemeler yaşanmaktadır. Bu koşullar hızlı bir biçimde egemen sınıflar için de ve dolayısıyla onların siyasi klikleri için de kötüleşmektedir. Seçimlerde egemen sınıflar her ne kadar iktidardaki kliği tercih etmiş olsalar da ya da iktidar kliği yarattığı sistem içindeki konumunu birçok özel aygıtla sağlama almış olsa da ekonomik koşulların giderek kötüleştiği ve kötüleşmeye devam edeceği bir sır değildir. Uluslararası ekonomik koşulların kötüleşmesinden ayrı gitmeyen bu süreçte ciddi bir borç yükünün biriktiği, rezervlerin tüketildiği, üretimin hemen her alanda daralmaya yüz tuttuğu, enflasyonun döndürülemez derecede yükseldiği, halk üzerindeki geçim sıkıntısının daha da büyüyeceği bir tahminden öte gerçekliktir. Bu da bize emekçi halkın kendiliğinden hareketini boğacak düzeydeki saldırıların artacağını gösterir. Demokrasi için mücadele edenlerin önü kesilecek ve zorbalık artacak demektir.
Koşulların bu yönde gelişecek olması boykot kararının yanlışlığına işaret eder mi? Bunun yanıtı tereddütsüz hayırdır. Çünkü koşulların kötüleşmesi halk için daha iyi seçeneklerin, açık ifade edersek devrimci seçeneğin önünün açılması anlamına gelir. Egemen sınıflar sürecin kötüleşmesine neden olan koşulları yaratanlardır, sistem bu koşulların ürünü ve yaratıcısıdır. Boykot kararı da bu gerçekliğe dayanır. Sistemle sisteme onay vererek mücadele etmek olsa olsa ezilenlerin ve daha çok da orta burjuvazinin ve kısmen küçük burjuvazinin desteğini almak zorunda olan egemen sınıf kliklerinin ihtiyaçlarına olumlu karşılık vermek anlamına gelir. Boykot ile egemen sınıfların çıkarlarını deşifre etmeyi, devrimci yöndeki gelişmeye yaslanmayı, hangi klik olursa olsun sürecin halk için kötüleşmeye devam edeceğini ileri sürmüş oluyoruz. Hayal kırıklığı yaşatacağı çok açık olan demokrasi oyununun devamı kaçınılmaz olarak halk üzerindeki yükün artması, ekonomik krizin faturasının halka ödetilmesi olacaktı. Buna iktidardaki klik de muhalefet kliği de zorunluydu. Biraz daha ileri gidip şunu eklemek de mümkündür: İktidardaki kliğin seçimi kazanması yarattığı enkazla uğraşması bakımından daha uygun bir tercih olmuştur. Egemen sınıflar bu enkazı yaratanlara yüklemiş görünmektedir!
YÜKSEK KATILIMLI SEÇİMLER
Daha önce bu konuya değindiğimizde Türkiye gibi faşist diktatörlükle yönetilen ülkelerde seçimin halk için neredeyse tek “demokrasi hakkı” işlevi kazandığını ifade etmiştik. Yüksek katılımın bu sorunla ilgili olduğunu vurgulamıştık. Başka hiçbir alanda kendi çıkarlarını örgütleme hakkına sahip olmayanlar “oy vererek” çıkarlarına uygun ya da çıkarlarını gerçekleştirme olasılığı olan bir yönetimi iş başına getirmeyi ummaktalar. Halkın bu noktadaki eğiliminin bazen güçlüden yana, bazen kültürel olarak kendinden olana vb. yönelmesi şaşırtıcı değildir. Bunun demokrasinin tezahürü olarak anlatılması kadar büyük bir yanılgı olamaz. Seçimleri halk kitlelerinin katıldığı, halk iradesinin açık edildiği süreçler olarak kavrarsak Türkiye’de seçimlerin faşist sistem içinde, klikler arasındaki bir düzenlemeye denk geldiği gerçeğini anlamamış oluruz. Seçimlerin egemen sınıfların çıkarlarını örgütlemekle sınırlı süreçler olduğunu, bu görevin yerine getirilemediği koşullarda egemen sınıfların “anti demokratik” bir yolla aynı görevi yerine getirdiği gerçekliği TC’nin tarihsel bir gerçekliğidir. Darbelerin artık tarihe karıştığı iddiasının birçok kez boşa düştüğünü, iktidardaki aynı kliğin dahi temel politikalarda birçok kez değişime gittiğini hatırlatmak yeterli olmalıdır. Çözüm süreci ile Kürt ulusal sorununa demokratik yoldan çözüm arayanların seçim sürecinde karşıtlarını “teröristlerle ittifak” yapmakla suçlaması, görünürde dahi olsa birbirine zıt ekonomi politikalarının (yüksek faiz politikası ile düşük faiz politikası) uygulanması bunun tipik örnekleri olarak ayrıca hatırlanabilir.
Yüksek katılımlı seçimler bize örgütsüz halk gerçekliğini düşündürtmelidir. Halk her alanda ciddi derecede örgütsüzdür. Kuşkusuz ki devlet örgütsüzlüğü dayatmaktadır. Bununla birlikte halkın örgütlenmekten başka bir yolu da yoktur. Seçimlerin bu derecede abartılmasının aynı zamanda örgütsüzlüğü meşrulaştırdığını vurgulamamız gerekir. Halk kendi çıkarları etrafında örgütlenmeyi başarmadıkça egemen sınıfların çıkarlarına göre örgütlenen faşist, gerici partiler etrafında, özellikle de seçimler döneminde daha da sıkılaşarak hareket etmeye eğilimli olacaktır. Bunun bir demokratik hak kullanımı olmanın ötesinde “seçeneksizlik” ve örgütsüzlük olduğunun altı özellikle çizilmelidir. Bu da devrimci hareketin görevlerindeki geriliği ve başarısızlıkları önümüze koyar…
KENDİLİĞİNDEN NE BOYKOT NE İSYAN
Boykotun örgütlenemediği eleştirisini açıkça yapmak ve bu konuya da açıklık getirmek gerekmektedir. Sanılmamalıdır ki doğru bir tavır olmakla birlikte boykotun örgütlenebildiğini, örgütlenmesi için yeterli koşulların olduğunu ileri sürüyoruz. Hayır görüşümüz ve iddiamız bu değildir. Aksine bu doğru ve haklı bir belirlemedir. Bununla birlikte boykotu örgütleyememek boykotun yanlışlığının ispatı olmaz. Boykot kararının temelinin egemen sınıfların klikleri arasından birini seçmek, birine yaslanmak zorunluğunun reddi olduğunu tekrar tekrar vurgulamalıyız. Boykotun kitleler içinde örgütlenememesi, sandıklara hapsedilen umudu açığa çıkartacak eylemlerin gerçekleştirilememesi, kitlelerin devrimci bir sürece kanalize edilememesi sonuç olarak kadrosal ve örgütsel güçle ilgili bir soruna işaret eder. Bu açılardan özeleştirel davranmak, zaafları ve yetmezlikleri açığa çıkarmak ilerlemek için gereklidir. Devrimci hareketin kitle çizgisindeki zayıflığına, kitlelerle kurulan ilişkinin hem çok yetersiz hem de önemli derecede gevşek bir ilişki olduğuna daha önce de değinmiştik. Hal böyleyken boykot kararının halk kitleleri içinde karşılık bulmamasından hareketle hayal kırıklığı yaşamak ya da politikanın yanlışlığına ikna olmak yanlış bir bilince işaret eder. Görevimiz doğru, bu anlamda devrimci politikanın halkın çıkarları bakımından tartışılmasını sağlamaktır. Kitlelerin örgütlenmesi önündeki her türden engelin bir soruna dönüştürülmesi ve kendi çıkarları etrafında örgütlenemeyen kitlelerin hemen hiçbir eylemde kendi çıkarlarını gerçekleştirmek üzere hareket edemeyeceğinin problem olarak tartışılması gerekir. Seçimlere katılımdaki düzene mahkûmiyet, egemen sınıflarla çıkar uzlaşmazlığının belirsizleştirilmesi, devrim çizgisinin silikleştirilmesi ve bütün bakımından da seçimlerin her türden adaletsizliği, hileyi içermesi konu edilip boykotun haklılığını savunmak gerekir.
Ayrıca boykot gibi büyük siyasi ve kitlesel eylemlerin genellikle kendiliğinden gelişmeyeceğinin bilinmesi gerekir. Kendiliğinden gelişen boykotları, tıpkı kendiliğinden gelişen kitlesel isyanlarda olduğu gibi doğru yöne kanalize etmek gerekir. Son deneyimin bu iki özellikten de uzak olduğu açıktır. Ne kendiliğinden bir boykot süreci söz konusudur ne de bu içerikteki bir harekete önderlik etmek. Bu süreçteki boykot tavrı egemen sınıfların çıkarlarına karşı durmak, kitlelerin sürüklenmiş oldukları açmaza dikkat çekmek ve elbette asıl görevlere ışık tutmak olarak değerlendirilmelidir.