Tüm dünyada ve özelde Türkiye’de egemen sınıfların devletleri aracılığıyla gerçekleştirdikleri saldırılar ve halk kesimlerinden bu saldırılara karşı gelişen ideolojik ve politik bakımdan yetersiz ve esas olarak da bölük pörçük tepkiler birçok tartışmanın, örgütlenmenin, birleşmenin veya birlik çabasının temel konusu olmaktadır. Bunun gayet olağan ve anlaşılır bir durum olduğu şüphesizdir. Hatta bunun bir devrimci eğilim, sorumluluk bilinci içeren bir hareket olduğu da söylenmelidir. Söz konusu saldırıların niteliği ve sonuçları, daha çok da pervasızlığı bu eğilimi ve dolayısıyla hareketi değerli, yadsınamaz ve desteklenmesi kaçınılmaz kılmaktadır. Devasa ve sonuçları çok ağır olan saldırılar karşısında birleşmemek, birleşmek için kafa yormamak ve örgütlenmemek kabul edilebilir bir bilinç olamaz, devrimci bir bilinç olarak tanımlanamaz.
Buna karşın “ne tür bir birlik” ve “tutarlı, varlığıyla hedefleri uyumlu bir birlik nasıl olmalıdır” soruları da aynı bilincin oluşumunda önemlidir ve söz konusu eğilim içinde mutlaka sorulmalı ve irdelenmelidir.
Ülkemizde bu içerikte bir eğilim en son Birleşik Mücadele Güçleri (BMG) adı altında gündeme gelmiş bulunmaktadır. Farklı 7 kurumun imzasıyla açıklanan BMG’nin “muazzam gelişmelerin yaşanabileceği bir siyasal ve toplumsal zemin”de, belli bir faşist ittifakın azgın saldırılarının sürdüğü bir zamanda, “sol, sosyalist, devrimci, demokratik ve yurtsever güçler”in tarihi bir çağrıya yanıt vermek, zorunlu hale gelmiş bir sorumluluğu omuzlamak üzere kurulduğu açıklandı. Birliğin tanımı da bunlarla yapıldı. Bu tanımın ne derecede haklı ve yerinde olduğu hiç şüphesiz bahse konu kurumların niteliği ile açıklanabilir. Saldırılara itiraz eden, karşı koyan, direnen güçlerin bu kurumlarla ilişkisi ve bu kurumların “büyük bir toplumsal patlamaya evrilmekte” olduğunu ileri sürdükleri “parçalı mücadele gerçekliği” karşısındaki konumları ve aynı zamanda konumlanışları yapılacak açıklamanın temeli, tanımın tartışılması gereken özelliklerini oluşturuyor.
Biz bu birliğin dışında yer alan; ama birlikte hareket etmekle ilgili neredeyse hiçbir sorunu, engeli olmayan bir yapı olarak birliğin bu özelliklerini sorun etmeye, tartışmaya gereksinim olduğunu, dolayısıyla ilgili tanımın içi boşluğunu ortaya koymak gerektiğini düşünüyoruz. “Devrim”, “cephe”, “eylem birliği” kavramlarının konu edilmediği, hatta bu kavramların üstü örtülü olarak silikleştirildiği, belirsiz kılındığı bu süreçte yapacağımız eleştirilerin birlik karşıtlığı, hatta birlik düşmanlığı olarak damgalanabileceğinin veya bir tür küçük burjuva “kendinden başkasını beğenmeme” tavrı, kibirli bir üstenci bakış açısı olarak yorumlanacağının farkındayız. Bunlara karşı söyleyebileceğimiz şudur: dönemin devrimci hareketler bakımından içerdiği olumsuzluklardan mustarip olduğumuzu kabul ediyoruz. Yanıtını veremediğimiz, karşılığını bulamadığımız sorumluluklar, görevler alabildiğine fazla. Dolayısıyla eleştirilerimizin gerisinde “yetkili” veya “yeterli” bir konumda yer aldığını düşünen kendinden menkul bir akıl bulunmuyor. Aksine yolunu genel olarak toplumsal hareketi, özel olarak devrimci ve demokratik hareketi, eylemleri, anlayışları izleyerek, tartışarak, kavramaya çalışarak bulmaya çalışan, sürecin devrimci teorisinin gerçeklikten çıkabileceğini, bu nedenle gerçekliği olabildiğince her yönüyle eleştirip devrimci teori için olanak yaratmayı amaçlayan bir akılla hareket ettiğimiz bilinmelidir.
“Devrimci fikirlerin her bakımdan baskılandığı bu süreçte iletişimin güçlü araçlarıyla yapılan propagandanın ürettiği ve neden olduğu sonuçlar komünist partilerin başarısızlıklarıyla beraber bulunduğumuz noktanın temel nedenini oluşturmaktadır.” (Partizan, 94. sayı, s. 7)
Başarısızlığın ve genel olarak zayıflığın nedenini esas olarak kendinde arayan bir tutum içinde olmakla beraber söz konusu birlik üyelerinin devrimci fikirleri, devrimci fikirlerin olmazsa olmazı olan kavramları neredeyse yok saydıklarını, tartışmaktan çekindiklerini, bu anlamda “devrimci fikirlerin baskılanması”na kuşkusuz kendi özgünlükleriyle katıldıklarını düşünüyoruz. Bu tespiti yapıyoruz; çünkü buna tanıklık ediyoruz, bunu görüyoruz, bunun gerçeklik olduğunun farkındayız. Tartışmaya zaman ve gerek olmadığı inancıyla, bunun yerine birliğin konduğu iddiasıyla gerçekleşen bu baskılama halihazırdaki tüm eylemlerin içinin yüzeysellikle dolmasına, öznelciliğin belki de hiç olmadığı kadar derin ve görünmez bir biçimde yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Son zamanlarda sıklıkla karşılaştığımız, daha da belirgin hale gelen tartışmama, eleştirilere yanıt vermeme veya üstünkörü yanıtlarla geçiştirme ya da tartışmaları sonuçlandırmama tavırları bu durumun somut biçimleridir. Bununla mücadele etmek bize, birlik deklarasyonunda başka bir nedenle ifade edildiği biçimiyle, “tarihin bir çağrısı”dır. Neden “tarihi bir çağrı”dır? Çünkü bilimsel “devrimci teori olmadan devrimci eylem olmaz” tezinin savunucuları olarak tarihin bugününde devrimci teorinin devrimci hareketin önündeki temel sorun olduğunu ileri sürüyoruz. Salt “devrimci” olmakla veya “sol, sosyalist, devrimci, demokratik ve yurtsever güçler” olmakla bu temel sorunun çözüldüğü ya da aşılabileceği ileri sürülemez; hatta sürülmemelidir. Hayal kırıklıklarına yol açan yaklaşımlardan birinin “olmadığı halde öyle görünmek” ve bu nedenle beklentiyi karşılıksız bırakmak olduğu unutulmamalı. Devrimci teorinin, yani MLM’nin somut koşullardaki üretiminin devrimci hareketin önündeki temel sorun olduğu gerçeğine gözünü kapatan bir yürüyüş veya, konumuz özgülünde, bir birlik hayal kırıklığı yaratmaktan kurtulamaz, bugüne kadar yaşanan da sonuç olarak budur. Uluslararası düzlemde Çipras liderliğindeki Syriza veya Subcomandante Marcos liderliğindeki Zapataistler, hatta daha ileri hamleler yapmış olmakla beraber MLM’nin iktidarı almak konusundaki temel ilkesini yadsıyan ve sınıf işbirliğine boyun eğen NKP bu hayal kırıklıklarının akılda kalan örnekleridir. Dönüp dolaşıp aynı hataları, hatta politik suçları işleyen herhangi bir anlayışın bugün “muazzam gelişmelerin yaşanabileceği bir siyasal ve toplumsal zemin”de devrimci bir güç yaratabileceği söylenebilir mi?
Birlik “Türkiye ve Kürdistan’daki devrimci, sol, sosyalist, demokratik, yurtsever güçler”in önlerine çıkan bir sorumluluğu omuzlamak zorunda olduklarını, bu sorumluluğun “tüm itiraz ve direnişleri ortak mücadele nehrinde buluşturmak” olduğunu ileri sürüyor.
Yüzeysel bir bakışla “ortak mücadele nehrinde buluşma” isteğinin karşı çıkılamaz bir doğru istek olduğu söylenebilir rahatlıkla. Ne var ki sorun bu buluşmanın hangi doğrultuda ve hangi zeminde olacağı biçiminde konduğunda birlik bize hiçbir şey söylemiyor. Söylediği sadece “dayanışma”, “ortaklaşma”, “yan yana gelme”, “birleşik mücadele dışında seçeneksiz olma” gibi sözlerden ibaret. Birlik kendi varlığının gerekçesi olarak sunduğu kitlesel süreçlerle olan ilişkisini dahi hiç tartışma konusu yapmıyor. Bu kitlesel süreçlerin neden kendilerine rağmen var olduğu, hatta neden kendilerini dışlar nitelikte olduğu birlik için bir problem bile değil! Kendisini bu hareketleri birleştirecek, faşizme karşı yöneltecek bir güç birliği olarak tanımlama cüretini göstermekle önümüze berrak bir yol koymasını beklediğimiz birlik “biz buradayız, çağrınıza kulak verdik ve ortaya çıktık” demekten başka hiçbir şey demiyor! Peki ama siz, her biriniz zaten bu tarihi çağrıya yanıt olmak üzere var olmadınız mı? Yıllardır bu çağrıya yanıt olmak üzere politikalar belirleyip hareket etmiyor muydunuz? Faşizm ne ilk kez saldırıyor ne de yepyeni bir saldırı anlayışıyla hareket ediyor. Aksine faşizm zaten egemen sınıfların zayıflamaları durumunda, demokrasinin ilkeleri düzen için egemen sınıflarca sürdürülemez derecede ağırlaştığında kaçınılmaz olarak gündeme gelen, bizimki gibi ülkelerde ise emperyalizm şartlarında ulusal burjuvazinin, anlaşılır olsun diye günümüzde sık kullanılan bir kavramı yeğlersek, yerli burjuvazinin sürekli zayıflığından kaynaklı sürekli gündemde olan bir yönetim biçimidir. Bunun karşısında yıllardır varlığını sürdüren bahse konu birlik üyelerinin şimdi “yeni bir eşik” diyerek BMG’yi öne sürmeleri, faşizmi yıkacağı iddiasıyla ilgili hareketten bir “ilk adım” gibi söz etmeleri bir şeylerin ters yürütüldüğünün göstergesi olmalıdır. Eğer söylediklerine inanmamızı istiyorlarsa, bizi de ikna edeceklerse bu tersliği açıklamalıydılar. Faşizme karşı muzaffer yürüyüşün ancak “birlikçilik” ile olanaklı olduğunu kavradıklarını söyleyenler kendi varlıklarının bu birliği şimdiye kadar nasıl dışlamış olduğunu ortaya koymalıydılar. Bu bir özeleştiri ile başlamalıyken görüyoruz ki yeni bir eşikten, sürecin geliştirdiği yeni bir hattan, birliğin her şeyden önce geldiği yeni bir durumdan söz ediliyor! Oysa gerçeklik bu birliğin her bir üyesinin kendisiyle ciddi bir hesaplaşma içine girmesi gerektiği hakkında yıllardır bir çağrı yapmaktadır. Bu çağrı “birlik” çağrısı olmaktan önce “birleşilecek gerçek bir devrimci zemin yaratma” çağrısıdır, yani bir devrimci teori, bir devrim teorisi, bir devrim anlayışı yaratma ve örgütleme çağrısıdır.
HDK oluştuğunda bu birlik çabası gene vardı. Onun özgünlüğü kitleleri sürecin gerçek öznesi olarak anlama eğilimiydi. 7 veya daha çok sol, sosyalist, devrimci, demokrat ve yurtsever gücün birliğinden ibaret olmayan, hatta bundan çok farklı olarak kitlesel yapıları bir araya getiren ve dolayısıyla somut örgütlenmeler, hedefler, istemler ve dolayısıyla eylemler içeren bir yapı olarak ortaya konmuştu HDK. Şimdi “aynı” HDK’nin bazı bileşenleri nasıl olduysa HDK’ye rağmen, tuhaf ama anlaşılır bir biçimde aynı zeminde birleşme, ortaklaşma, yan yana gelme, ortak mücadele nehrinde buluşma çağrısı yapıyor. Birlik üyeleri “bir şeylerin baştan yanlış kavrandığı”nı somut olarak gösteren bu durumu bile yadırgamıyor!
Sorun hangi doğrultuda ve hangi zeminde birlik yaratılacağıdır. Var olan ve faşizme karşıtlık içeren her itirazla, direnişle dayanışma içinde olmak için böyle bir birliğe neden gerek olsun ki? Bu itiraz ve direnişlerin birleşememesinin nedeni onlara böyle bir çağrının yapılmıyor olması mıdır? “Bir araya gelemeyen güçler” görüntüsü verilmesi midir? Somut bir direnişin yanında olmak için veya bir direnişin başka bir direnişle bağını kurmak için bu 7 kurumun bir araya gelmesi mi gerekiyordu?
Açık ki burada yanıtlanmamış sorular var, ortaya konmamış sorunlar söz konusu. Denebilir ki önce bir araya gelmeyi başaralım, ardından çözümler de ortaya konacaktır. Fakat bu 7 kurumun da var olma gerekçeleri zaten burada konu ettiğimiz belli soruları yanıtlamış ve kendi çözümlerini oluşturmuş olmaları değil midir? Aynı sorular sorulup “birlik”te yeni cevaplar mı verilmektedir?
Deklarasyonun son kısmında birliğin şiarlarını görüyoruz. Bu şiarlar birliğin neleri amaçladığını gösteriyor. Bunlara bakıp birliğin ne derecede somut, erişilebilir, gerçekçi amaçlarla kurulduğunu çözümlemek olanaklı. Daha başlangıçta işçilerin, emekçilerin ve tüm ezilenlerin özgürlüğü için faşizme karşı birleşmekten, örgütlenmekten ve mücadeleyi yükseltmekten söz edildiğini okuyoruz. Böylesine büyük bir hedef için bir araya gelmek hiç de basit değildir. Fakat belirlenen hedefle ortaya konan biçim arasındaki korkunç fark bize bir şeylerin gerçekten önemsenmediğini, basite alındığını düşündürtüyor. Faşizm kavramının içeriği dahi ilgili yapıların birliği bakımından sorunlu olabilecekken birliğin şiar temelinde bu konuda birleşmiş olması en azından düşündürücüdür. Örneğin eğer faşizm bütün bir devlet ise buna karşı devrim stratejiniz nedir? Faşizme karşı mücadeleyi bir araya gelerek mi ve tüm kitlesel itirazları ve direnişleri ortak mücadele nehrinde birleştirerek mi başarıya ulaştıracaksınız? İşçilerin ve emekçilerin ve tüm ezilenlerin özgürlüğü gibi bir hedef devrimsiz olanaksız olduğuna göre birlik nasıl bir stratejik ortaklık üretebilmiştir? Dahası üretildiği imajı veren bu stratejiye rağmen neden ilgili yapılar “bağımsız varlıkları”nı sürdürüyorlar? Hedefle araç arasındaki bu açık uçuruma karşın hiçbir şey söylenmemeye devam edilmesi bir samimiyet sorununa veya en basitinden devrimin ciddi derecede küçümsendiğine işaret değil midir?
“Kürt ulusunun ve tüm halkların, inançların özgürlüğü için” ne yapılacaktır? Ezilen bir ulusun özgürlüğünden ne anlıyoruz? Halkların özgürlüğü ile inançların özgürlüğü hangi nedenlerle ve nasıl aynı sürecin konusu olabilmektedir? Bu soruların gündemleştiği yerde ilgili 7 kurum da dahil olmak üzere bu sorulara aynı yanıtı veremez; veriyorlarsa eğer aralarında hiçbir fark kalmamıştır: Böyleyse eğer kimler aldatılmaktadır diye yeniden sormak gerekecek!
Her bir hedef tartışılabilir; ama sadece şuna dikkat çekmekle yetinelim: Şiarlar arasında nitelik bakımından ciddi farklar bulunuyor. Devrimle olanaklı olanlarla günümüzün somut, erişilebilir hedefleri birliğin nedeni durumunda. Kayyum, KHK ve OHAL uygulamalarına son vermek mesela bir devrimi gerektirmeyen, günümüzün somut hedeflerinden biridir. Kadın katliamlarına ve nefret suçlarına karşı mücadele de, bu anlamda bu saldırılara dur demek de demokratik mücadelenin bir parçasıdır; bunlar için devrimi hedeflemek, iktidarı ele geçirmek gerekmiyor; aktif olarak bu mücadelenin içinde olmak, somut olaylar karşısında süreklilik içeren örgütlenmelerle ve şiarlarla, hedef büyüterek bir araya gelmek yeterlidir; şimdiye kadarki seyir böyleydi ve böyle olduğu için de belirgin bir farkındalık bilinci oluştu… Bu gibi şiarların yanında örneğin “sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı hep beraber inşa etmek”ten söz etmek aslında ne yaptığının, ne olduğunun farkında olmamaktır. “Hep beraber” derken kimleri kastediyorsunuz? Aranızda komünizm mücadelesi bakımından hiçbir fark olmadığını veya kalmadığını mı iddia ediyorsunuz? Madem bu derecede “hep beraber” olabildiniz bunun somut örgütlenmesinin BMG’den fazlası olması gerekmez miydi? Elbette bu soruların yanıtı aranızda temel ilkeler bakımından, temel teori bakımından, ideolojik konumlanış bakımından ciddi ve uzlaşmaz farkların olduğunu içerecektir. Birliğin bunları sorun etmemesine dayalı karakteri kuşkusuz bir olgunluk ölçütü olarak yorumlanabilir; ama hedefler arasındaki bu nitel farklar da birliğin yüzeysel bir birlik olduğunun göstergesidir.
BİZİM ÖNERİMİZ NEDİR O HALDE?
“İktidar karşıtı, düzen dışı güçler olarak somut, ulaşılabilir hedeflerle gene somut ve devrimci demokratik içerikli eylemlerin, direnişlerin yanında olabildiğince birlikte hareket etmek; bunu yaparken düzen içi, reformist akımlarla ve tüm benzeri kesimlerle ve kişilerle ortaklaşma anlayışını da yadsımamak.” İşte gereksiz, kendinde yanlış anlayışlar ve sözde büyük hedefler barındıran “birleşik mücadele güçleri” adı altında bile olsa bizim tüm devrimci ve demokratlarla bir araya gelme anlayışımızın temeli bundan ibarettir. Bunun ötesinde iddialar ileri sürmek, büyük çağrılara imza atmak olsa olsa yeni hayal kırıklıklarının kapısını aralayacaktır. Mütevazı ve kitlelerin kendiliğinden eylemine, hareketine önderliği ciddiye alan, bu anlamda devrimi stratejik düzeyde kavrayan, birliği nihayet sınıf mücadelesinin uzlaşmaz karakterinin sonuna kadar sürdürülmesi içinde yakalamayı hedefleyen bir bakış açısına sahip olmayı savunuyoruz. Olabilecek her kesimle birleşmek ve birlik içinde de mücadeleden ödün vermemek temel ilkesiyle mevcut ve oportünizmi en kaba biçimlerini bile reddetmeyi başaramayan birlik anlayışıyla hesaplaşmak, tartışmak ve kitleleri bu yolla aydınlatmakla sorumluyuz. Bizim algıladığımız “tarihi çağrı” budur!