Filistin Ulusal Kurtuluş Mücadelesine, Direnişe ve Direnişin önderlerine dair birçok yazı yazdık ve okuduk. Bu sayıda ise Filistinli kadınların bu tarihsel kurtuluş mücadelesindeki yerini inceleyeceğiz. Kadınların direniş içinde nasıl yer aldıklarını, savaştan nasıl etkilendiklerini, bedenlerinin, kimliklerinin düşman tarafından nasıl savaş ganimetine dönüştürüldüğünü, tarih boyunca hangi alanlarda örgütlendiklerini, örgütlenmeleri önündeki engelleri ve Filistinli kadınlar için savaşın ne anlama geldiğini anlamamız sınırlar ötesinde kuracağımız kırılmaz ittifakı güçlendirecek, kadının savaştaki konumunu dolayısıyla toplumsal yaşamdaki konumunu anlamamızın yolunu açacaktır.
Filistinli kadınlar yalnızca savaştan zarar gören kayıplar değil, değişimin aktif mimarları olarak karşımıza çıkıyor. Onlar yüzyılı aşkın süredir savaşıyor, kültürel mirası koruyor, ısrarlı ve birleşik mücadeleyi gerekli her tür araç ile örgütlüyor. Filistinli kadınlar, savaşın “erkek işi” olduğu görüşüne başkaldırarak mücadelenin her alanında toplumsal cinsiyet rollerini paramparça ediyor.
FİLİSTİNLİ KADININ DİRENİŞİ İŞGALİN TARİHİNE KOŞUT
Filistin’de 13 ayı aşkın süredir sürmekte olan direnişte kadınların yerine gelmeden önce, kadınların tarihsel Filistin Kurtuluş Mücadelesi içerisindeki konumuna değinmemiz iyi olacaktır.
Bu tarihi, Filistin’in İngiliz sömürgesi olduğu yıllarda Yahudi yerleşimcilere karşı kadınların kırlık alanlarda örgütlenen militan eylemlere 1911 yılındaki katılımından başlatabiliriz. Yoksul ve kırlık bölgelerdeki kadınlar militanlaşırken üst-orta sınıflardan kadınlar 1917 Balfour Deklarasyonu’nun ardından, kent merkezlerinde milisler için çeşitli kaynak, mühimmat ve istihbarat sağlamak, tıbbi malzeme dağıtımı gibi yardım faaliyetleri yürüttüler. 1921 yılında kurulan “Arap Filistinli Kadınlar Birliği”ni bölgedeki ilk kadın örgütü olarak not düşebiliriz. Bununla birlikte birçok cemiyet, vakıf, komite kurulmuş; 1929 yılında Kudüs’te dünyanın her köşesinden gelen 200’den fazla kadının katılımı ile Filistinli Arap Kadın Kongresi düzenlenmiş, akabinde Arap Kadının İdaresi Komitesi (AKİK) kurulmuştur. Bu örgütlenme örnekleri ve direniş pratikleri saydıklarımızdan fazladır. Bunlardan hareketle diyebiliriz ki 1911 yılından 1948 yılına dek kadınlar kolonyal güçlere karşı kapsamlı ve boyutlu bir mücadele yürüttüler, sömürgecilik karşısında halkın sergilediği dirayetin ve kurtuluş umudunun yarısını omuzladılar ve bunu gelenekler adı altında halka musallat olmuş gericiliğe rağmen uzun süre gerçekleştirdiler.
1948 yılında ise ilk kez, Yafa’da, Mouhiba ve Narimane Khourchid adında iki kız kardeş tarafından illegal silahlı bir örgüt olan “Kır Çiçekleri” kurulmuştur. Örgüt işgal devletinin kuruluşuna karşı silahlı direnişi örgütlemiş, genç kızların ve çocukların eğitimi için çaba göstermiş, aynı zamanda gerilla eğitimleri vererek kadınların aktif biçimde silahlı direnişe katılımını sağlamıştır. 1948’de işgal devletinin kurulması ardından 1971 yılına dek kadın hareketinin devlet kurumları ve siyasî örgütler içerisinde sürdürüldüğünü söyleyebiliriz. Kadın hareketi büyük ölçüde zayıflamış, militanlar topraklarından sürülmüş ya da katledilmiştir; kadın örgütleri yeniden sosyal yardımlaşma faaliyetlerine dönmek zorunda kalmıştır. Bununla kazanımlarını kaybetme riski ile karşı karşıya kalan kadınlar, uzun yıllar boyunca geleneklerin ve devletin baskısı ile öğretmenlik, hemşirelik gibi “bakım işine” sıkıştırılmış; ulusal özgürlük mücadelesinin aktif özneleri ve önderleri değil hizmetçileri pozisyonuna sokulmuştur.
1970’li yıllardan itibaren güçlenen İslamcı örgütler karşısında devrimci kadınların mücadelesi güçlenmiş, ‘87 İntifada süreci ise kadınların yeniden direnişin ön saflarında yer almalarını getirmiş ve bu katılım artarak sürmüştür. Dalal Muğrabi, Leyla Khaled gibi kadınlar önderleşerek Birinci İntifada’nın özgürlük simgeleri olmuşlardır. 15 yaşında FHKC’ye katılan Leyla Khaled, 25 yaşında bir TWA uçağını kaçırarak Filistin kadın hareketinin önderlerinden biri olmuştur. Bunun karşısında İslamcı örgütlerin kadınları “geleneksel kültürlerin taşıyıcısı, yeni neslin yaratıcısı, korunması gereken anneler” olarak tanımlaması devam etmiş, İslamî söylem kadın savaşçıları kamusal olarak yargılamıştır.
Vefa İdris’in 2000 yılında ilk fedai eylemini gerçekleştirmesi üzerine İslamî hareket de burjuva medya da nasıl tavır alacağını bilememiş hatta Vefa İdris’in eylemi başlangıçta dinî liderler tarafından istişhad eylemi olarak dahi kabul edilmemiştir. Hamas’ın kurucusu olan Şeyh Ahmed Yasin, kadınların savaştaki rolünü 2002 yılında şöyle ifade etmişti: “Bir kadın cihada katılıp savaşırsa, yanında bir mahrem (erkek koruyucu) olmalıdır. Kadınlar işgale karşı direnişin ikinci safında, savunma hattında yer alır. Kaçakları saklar, oğlunu, kocasını ya da erkek kardeşini savaşa yollar, sevdiklerini kaybetmenin acısını taşır ve gerektiğinde açlık, kuşatma gibi zulümlere göğüs gerer.” Ahmed Yasin bir kadının mücadelesinin sınırlarını çiziyordu, bedeni kendine ait görülmeyen kadının ne savaşmaya ne de bu uğurda ölmeye hakkı vardı!
Ancak İkinci İntifada ile kadınların savaştaki rolü değişmeye başladı. Bu dönemde 52 kadın, fedai eylemi gerçekleştirdi. 2004 yılında Hamas militanı Reem Reyaşi, fedai eylemi için görevlendirilmişti. Düşmanın da erkek egemen algısı nedeniyle kadınlar yüksek güvenlikli bölgelere daha kolay girebiliyordu. Dolayısıyla artık İslamî liderler de kadınların istişhad eylemlerini kabul ediyordu. Ahmed Yasin 2004 yılında resmi bir açıklama ile kadınların saldırılarının istişhad kabul edileceğini resmen açıklamıştır.
Kadınların mücadelesi senelerce işgalci düşmana karşı, emperyalist medyada gösterilen “histerik fanatik dinci kadın” imajına karşı, “kadınlar savaşta savunma hattındadır” diyen yoldaşlarına karşı devam etmiştir. Bununla birlikte kadınlar mücadeleden hiç geri durmamış, kendi kurtuluşlarını Filistin’in kurtuluşuna bağlamışlardır. İntifada’nın sembolü olan taş atma eyleminde öne çıkan çocuklardı, ancak büyük kayaları parçalayarak atılacak taşları hazırlayanlar kadınlardı. Gözaltına alınan, kaçırılan çocuklar için kitlesel eylemleri örgütleyenler ve kaçırılan çocukları sahiplenenler kadınlardı. Boykot ve tecrit kampanyalarını başlatanlar, bu kampanya için muadil ürünleri üretenler kadınlardı. İşgalci dükkânlarının camlarını indirenler kadınlardı. Kadınlar nasıl tarih boyunca ellerindeki her araç ile düşmana karşı mücadele ettilerse bugün de tüm fedakârlıklarıyla mücadelelerini sürdürüyorlar.
ADLARI VE YÜZLERİ İŞGAL TOPRAKLARINDA
Bununla birlikte görüyoruz ki Filistinli kadınların direniş içerisinde ne ölçüde örgütlü olduğu bilgisi bile bizim için bugün hâlâ muğlak. Bunun en büyük nedeni kadınların bu haklı savaşta yer almaması ya da kısıtlı katılımı değil, kadınların toplumsal alandaki görünürlüğüne dair toplumsal normlar ve gelenekler. Bugün ve tarih boyunca biliyoruz ki Filistin’de kadınlar savaştı ve savaşıyor ancak şehit düştüklerinde dahi “namus”, “mahrem” kavramlarının dayandığı gelenekler nedeniyle isimleri ve fotoğrafları tarihe not edilemiyor.
İşgal altındaki tarihsel topraklarda kadınların bir Arap, bir Filistinli, bir kadın olarak günlük yaşam içinde attıkları her adım direnişe dönüşüyor. Gün içinde geçtikleri sayısız kontrol noktasında tacize ve cinsel saldırıya uğruyorlar, çıplak arama işkencesine maruz kalıyorlar. “Namusları” ile tehdit ediliyorlar. Kontrol noktalarından geçerken kendilerini savunmak için yanlarında taşımak zorunda kaldıkları bıçaklar nedeniyle işgal hapishanelerinde tutuluyorlar. Hapishanelerde işkenceye, cinsel saldırıya, ajanlaştırma için çekilen görüntüleri ile şantaja maruz kalıyorlar. Mücadeleye katıldıklarında aileleri tarafından desteklenmeyerek yalnızlaşıyorlar. İşgalcinin saldırılarından “korunabilmek” için çocuk yaşta evliliğe mecbur bırakılıyorlar. Filistinli kadınlar sömürgeciye, işgalciye, İslamcı gerici güçlere ve toplumsal normlara karşı yüzyılı aşkın süredir mücadele ediyor. Bugünkü savaşta oynadıkları rol hakkında somut bilgilerimiz ne yazık ki sınırlı ve bu bizim için, kadınların devrimci, anti işgalci ve anti feodal mücadelesine sırtını yaslayan, bununla övünen, bu mücadeleyi şanlı bir bayrak olarak yükseltmek isteyenler için ciddi bir eksiklik olarak acı vericidir. Her şeye rağmen biliyoruz ki Filistin’de direniş devam ettikçe kadınlar gerçek bir taşıyıcı, güçlü bir kolon olmayı sürdüreceklerdir. Bugün orada sıkılı yumruklarla direnen kadınlar vardır…
Bu kısıtlı alanda tüm Filistinli kadınların mücadelesini anmamız, anlamamız mümkün değil. Ancak açık biçimde söyleyebiliriz ki Filistinlileri susturmaya, silmeye, ezmeye çalışan sömürgeci ve işgalci baskı karşısında Filistinli kadınların varlığı, inatçı ve geri adım atmayan mücadelenin kanıtıdır. Kadınlar direnişin pasif kayıpları değildir. Onları bu biçimde anmak onların mücadelesini görmemek, tanımamak ve onlara haksızlık etmektir. İşgal altında cinsler arası eşitliğin olamayacağını sık sık vurgulayan Filistinli kadınlar, yaşamın olduğu her yerde savaşıyor.
Yaşamda da savaşta da kadınlara bin selam!