Son yedi yıllık süreçte ama özellikle de 2016 Temmuz’undan bu yana büyük bir kampanya ile tüm toplumu bir korku ve sinmişliğe mahkum etmeye çalışan bütünlüklü bir politika yürürlüktedir. Kuşkusuz bu korku yaratma politikası aynı zamanda faşizmin kendine dair endişe ve korkusundan da ileri gelmektedir. Çok büyük bir baskı, sindirme ve buna eşlik eden Kürt düşmanlığı eksenine oturmuş şovenizm ve savaş politikası ile bu süreç örgütlenmektedir. Türkiye toplumu çok büyük toplumsal patlamalara gebedir. Geniş kitleler ciddi düzeyde saflaşmış, politize olmuş ve önemli bir kısım sistemden memnuniyetsiz ve öfkelidir. AKP hükümeti; halk muhalefetinin gelişimine katkıda bulunan her şeye saldırmaya devam etmektedir.
Bu faşist baskı ve sindirme politikasının gereği olarak doğrudan devletin kolluk güçleri dışında sivil faşist güçler de genişleyerek ve yaygınlaşarak örgütleniyor. ‘80 AFC’si öncesi “Anti-Komünizm Dernekleri”, “Komando Birlikleri” ve “Ülkü Ocakları” gibi sivil faşist örgütlenmeler hala geniş kitlelerin hafızasında canlı olan örgütlenmelerdir. Bu örgütlenmelerin bizzat devlet eliyle örgütlendiği, seferber edildiği ve birçok kitle katliamını gerçekleştirdiği bilinmektedir. Ancak özellikle yakın zamanda “darbelerle hesaplaşma”, “kontrgerilla yapılanmalarından devleti arındırma” adı altında kampanyalar yürütülüp demokrasi kutsanırken bugün bunlar hiç yaşanmamış gibi davranılmaktadır.
Bugün için bu örgütlenmeleri çok çok aşan bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Devlet, önce özel güvenlik görevlilerine polisle hemen hemen aynı yetkileri vererek 284 bin 399 kişiyi özel güvenlik yaparak silahlandırmıştır. Ki bu özel güvenlik şirketlerinin sahipleri genellikle bir dönem devlet kademelerinde valilik, subaylık, emniyet müdürlüğü yapan katillerden ve devlete sadakati tescillenmiş kadrolardan oluşmaktadır.
15 Temmuz askeri darbe girişimi öncesinde Suriye iç kargaşasının ve savaşının ürettiği iklimde serpilerek büyüyen ve Türk devletinin doğrudan ilişki içinde olduğu ve beslediği kelle kesen, her türlü vahşeti sergileyen cihatçı örgütler ve onların üyeleri toplumda korku yayan unsurlar olarak kullanıldı. Birçok katliamda (Amed, Suruç, Ankara, Sultanahmet vs.) bu barbar sürüsü kullanıldı. Yine “eğitilip-donatılan” bu unsurlar sadece Suriye’de değil, T. Kürdistanı’nda öz savunma direnişlerinde de kullanıldı. Ancak bundan da önemlisi Suriye savaşı ve onun yarattığı politik iklim yaygın kitle katliamlarının en barbar biçimde hayat bulmasını kanıksattı. Bu barbarlar ordusu din ve mezhep saikleriyle belli bir toplumsal kesimin gözünde AKP’nin etkin siyasetiyle meşrulaştırıldı, uygulanabilir bir yöntem olarak kabul ettirildi.
GÜNÜMÜZDE SİVİL FAŞİST ÖRGÜTLENMELERİN KENDİNE ÖZGÜ KARAKTERİ
Ancak bununla yetinilmedi. Bu, toplum dokusuna tam uymayan ve başka milliyete mensup katillerin “yerli ve milli olanlarının” örgütlenmesine girişildi. Özellikle AKP gençlik kollarında ciddi düzeyde bir silahlanmanın hayat bulduğu, örgütlendiği bilinmektedir. Tayyip Erdoğan’ın esnaf buluşmalarında “Ahi Ocakları’nın” rolünü anımsatarak toplumun güvenliğinin esnaftan geçtiğine yönelik dizayn çabaları anımsanmalıdır. 15 Temmuz sonrasında ise bu açık çağrılarla, aleni örgütlenmelerle hayata geçirildi. Artık devletin en üst kademesinde “kindar nesil” çağrıları “cihada” ve “vatan savunmasına” göre şekillenmiş silahlı müfrezeler biçimine büründü.
15 Temmuz’un daha ilk ayında sokaklarda gözükmeye başlayan Halk Özel Hareket (HÖH) yazılı arabalar ilk başta Ankara Oto-Sanayi’de bir ustanın “öylesine bir hevesi” olarak lanse edilirken bugün 22 ilde kurulduğunu ilan eden bir derneğe dönüştü. Dernek ilanından önce MHP’li Sinan Oğan, yaptığı konuşmada: “Özellikle bu 15 Temmuz sonrasında normalde fırıncı, berber ya da bakkal olan sivillerin zaman zaman kamplara alınıp eğitildikleri, silah kullanmanın öğretildiğini biliyoruz” dedi. Tüm bunların üstüne 696 sayılı KHK ile bu ve benzeri paramiliter güçlere yargı karşısında dokunulmazlık verilerek AKP önderliğinde kurulan ve SADAT’la başlayan paramiliter örgütlenmelere yenileri eklenmeye de başladı.
Kendi misyonunu yitirdiği için rahatsızlığın bir dışavurumu da olan bu konuşmayı art arda farklı faşist partiler takip etti. Faşizmin yeni bebeği olan İyi Parti başkanı Meral Akşener hemen peşi sıra iki şehirde silahlı eğitim kampları olduğunu duyduklarını açıkladı.
Bu bağlamda bugün örgütlenen paramiliter güçlerin bir yandan egemen sınıflar içindeki klik mücadelesinde silahlı bir güç olarak psikolojik savaşta özel bir yer tutması yanında, özellikle halk muhalefetine karşı kullanılmak üzere ideolojik eğitime tabi tutulduğu, faşist-ırkçı gerici politik iklimle şekillendirildiği ortadadır.
Sivil faşist örgütlenmeler TC tarihinde her zaman var olmuş ve kullanılmıştır. Ancak bu süreçte örgütlenen yapıların özgünlüğü gözden kaçırılmamalıdır. Geçmişte daha marjinal düzeyde tutulan bu yapılar, belli bir kitlenin belli anda ve durumda provoke edilerek seferber edilmesi şeklinde bir işlevi olmuştur. Ya da kitlesel düzey kazandığı dönem kafatasçı ancak daha marjinal olan MHP gibi partilerin eliyle bu örgütlenmiştir. Ancak bugün bu AKP gibi oldukça geniş bir kitle tabanı olan bir siyasi partinin yönlendirmesinde hayata geçmektedir. Bu gerçeği Ortadoğu’da yaşanan karmaşa, savaş ve barbarlık iklimiyle birleştirdiğimiz de karşımıza çıkacak tablonun boyutu daha net gözükmektedir. Düzenli ve sistemli silahlı eğitimler yanında, geniş bir kitleye sürekli silahlanma çağrısı yapan, “vatan savunması” adı altında silahlı temelde örgütlenme öğütleri veren ve bu ruh haline uygun olan bir geniş kesim söz konusudur. Bu kesim kendi gibi düşünmeyen herkesi “vatan haini”, “işbirlikçi”, “devlet düşmanı”, “bayrak düşmanı”, “din düşmanı” gören bir politik keskinlik içindedir. Ancak bu geniş kitleler için dönemseldir. Asıl işlevli ve etkili olacak olanlar özel örgütlenen, açıktan örgütlenen ve konumlandırılan amaç ve hedefi belirlenmiş paramiliter örgütlenmelerdir.
Bu kitlesel karakterli ve provokasyona hazır silahlı, eğitimli bir güç demektir. Bu kesimlerin kuşkusuz devletin belirlediği sınırlar dışına çıkması kolay değildir. Her ne kadar AKP eliyle örgütleniyor ve onun ideolojik saikleriyle şekilleniyor olsa da aynı zamanda devletin politikasının asli unsuru olarak biçim alan bir yanı da vardır.
HALKIN MEŞRU ÖFKESİNİ ÖRGÜTLEYELİM!
Açıktır ki bu ve benzeri örgütlenmeler dünden yarına var olacaktır. Farklı isim, yüzler ve metotlarla karşımıza çıkacaktır. Lakin ana nokta devrimci ve yurtseverlerin bu konuda nasıl konumlanacağıdır. Demokratik mücadelenin sınırlarına dayandığı ortada olan bir gerçektir. Zaten demokratik mücadelenin sınırlarına dayanması faşizmin, artan yönetememe krizi karşısında gösterdiği reflekstir.
12 Eylül 1980 AFC’sinde tırpanlanan haklar nasıl sokaklarda kendi meşruluğundan güç alan eylemlerle geri kazanılmışsa, bugünün tarihsel ödevi de bu konuda aynıdır. Bu ve benzeri sivil faşist örgütlenmelere Türkiye’deki belli toplumsal tabakalardan ve lümpenlikten malül sınıflardan güçlü destek geleceği kesindir. Ancak Türkiye’deki emekçi sınıflara kendi meşruluğunu anlatmak ve kendi hakları için mücadele etmesini sağlamak bizim görevimizdir. Halkın kendini koruma hakkı vardır. Bu bir örgütlenme biçimini şart koşmaktadır. Ancak silahlanmanın faşist ve gerici güçler tarafından bu yaygınlıkla yapıldığı koşullarda, tüm ezilen halkın da örgütlenmesi ve silahlanması ondan kat be kat daha meşrudur ve haktır.