Faşist diktatörlüğün büyük çaplı bir ideolojik, politik, askeri, örgütsel kuşatması ve saldırısı söz konusudur. Bu ağır kuşatma ezilen halk yığınları için adeta “kıpırdayamaz” hale getirmeyi içeren bir felç durumunu amaçlarken halkın örgütlü güçlerini ise imha etme ve yok etmeyi kapsamaktadır. Saldırının ana ve esas halkası ise halk güçlerinin silahlı örgütlü kesimlerine odaklanmaktadır. Silahlı mücadele fikriyatının uzun zamandır ideolojik bir kuşatma altındadır. Hak talepli mücadele ya da devrimi şart koşan siyasal değişimlerin de (Kürt ulusunun özgürlüğü, iktidar mücadelesi vs.) silahsız şekilde olanaklı olabileceğine dair çok katmanlı ve boyutlu bir kuşatmadır söz konusu olan. Emperyalist-kapitalist sistem ve onun uşaklarının uzun süredir zorun tarihsel rolünü karartan, güncel bir hat ve ihtiyaç olmasına dair kargış politikası izleyen, silahlı mücadele yürüten ulusal ve sosyal hareketleri uzlaşma ve barış çizgisine çekerek bu yaklaşımını besleyip destekleyen bir hat oluşturduğu bilinmektedir. Örgütlü ya da örgütsüz her mücadelenin zora dayalı biçime başvurduğu nokta gericiliğin adeta topyekün o hareketin başına üşüşüp “terörizm” yaftasıyla onu tecrit etmeye, kendine yabancılaştırmaya ve olanaksız olanı zorladığına ikna etmeye çalıştığı bir ağır kuşatmadır yaşanan.
Bu kuşatma ve saldırı hali, emperyalist-kapitalist sistemin olabildiğince silahlandığı, birçok bölgesel savaşı tetiklediği, silah zoruyla rejim değişikliği planlaması yaptığı ve kendi aralarında çelişkilerin sertleşerek devam ettiği koşullarda gerçekleşmektedir. Liberal burjuva kesimleri yanına alarak halk kitlelerinin bilincinde adeta illüzyon yaratarak zorun ve tüfeğin miadını doldurduğu ve devrim fikrinin artık başkalaştığı propagandası yapıldı. Gericilik tüm gücü ve olanaklarıyla örgütlenip, yeni organizasyonlarda yaratıcı yöntemlerle donanıp, korkunç bir silahlanma içine girerken halk kitleleri aynı düzeyde örgütsüzleştirilmeye, silahlı mücadele fikrinden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Yani hiçbir şeyi olmayan nesneleşmiş yığınlar için çabalayan, örgütlenen ve seferber olan bir süreç yaşanmaktadır.
Faşist diktatörlük ise bu sürecin en yaman, en etkin ve en önde gideni olmak için konumlanmaktan geri durmadı. Son 20 yıllık süreç boyunca emperyalist sistemin çok güçlü desteğini alarak başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere tüm ilerici devrimci güçleri bu ideolojik kuşatmanın altına almaya çalıştı. Hem sürecin karakteri hem de Ortadoğu politikasının gereği olarak bir yandan örgütsel tasfiyeyi içeren ağır saldırılar, diğer yandan ise “barış, uzlaşma” hattında legalize hale getiren politik-ideolojik saldırı hayata geçmiştir. Bu kapsamlı saldırı dalgası tüm toplumsal çelişkilerin yönetilmesini, hak-reform mücadelesini esasa oturtan bir “devrimci” siyasi çizginin, anayasalcı çözümü merkeze alan bir yaklaşımın oluşmasına odaklanmıştır. Bu tablo iktidar bilincini tarumar etme, halk kitlelerini kırıntılara razı getirme, ulusal sorunu iyileştirmelerle “inkar etme” düzeyine getirmek anlamına gelmektedir. Bu durum parlamentarizmle beslenmiş, legal olanakların “kısmı serbestliğiyle” desteklenmiş, liberal burjuvazinin sınıf ayrımlarını ortadan kaldıran teorileri ve saldırılarını köpürterek güçlendirilmiştir. Bu sürecin ne örgütsel ne siyasi ne de ideolojik temelde devrimci, demokrat ve komünist güçler tarafından karşılanamadığı belirlenmelidir.
FAŞİZMİ İŞTAHLANDIRAN TARİHSEL KOŞULLAR
Tüm bölgenin 2011’den itibaren yepyeni çok kapsamlı çelişkiler içine girdiği, rejimlerin değişiminin gündeme geldiği ve tüm ulusal-inançsal ve sınıfsal çelişkiler yanında emperyalistler arası ve bölge devletleri arasındaki çelişkilerin tırmandığı koşullarda, bu ideolojik saldırı ve tasfiye girdabının tüm yansımaları kendisini göstermiştir. Türk hakim sınıfları bölge politikasını saldırganlıktan yana doğru kırarken, aynı saldırganlık egemenler arası mücadelenin kızışmasına paralel içerde de tırmanmıştır. 2015’den itibaren ise düne kadar yanında yer alan liberalleri de içine alacak şekilde Kürt ulusal mücadelesi başta olmak üzere tüm halk güçlerine yönelik topyekün bir saldırı başlatılmıştır.
Bu saldırı gerilla güçleri başta olmak üzere, dinamik olan ve kitlelerin seferber olmasını sağlayacak her mücadele alanına yönelmiştir. Çembere aldığı parlamentarizm ve legal mücadele alanları ise faşizmin güç gösterisi yaptığı saldırı alanları olmuştur. Faşizm, bölgesel ölçekte Rojava ve Suriye işgalleri, Libya ve Doğu Akdeniz’e doğru uzanan askeri saldırganlık politikası, Kafkasya ve Afrika’da askeri-politik “oyun kuruculuk” hamleleri ile saldırılarını sürekli tırmandırmıştır. Özellikle sınıf mücadelesinin geriye çekildiği, sistem içi sınırlarda mücadeleci güçlerin hapsedildiği, büyük ve çok kapsamlı politik gelişmeler içinde tüm diğer çelişkilerin sönükleştirilmesinin başarıldığı, şovenist saldırıların soluklanma molası vermeksizin kitleleri kuşattığı, büyük savaş aygıtının hayatın her alanında yüzünü gösterdiği ve yeniden ve pervasız bir hareket tarzı kazanan devlet mekanizmasının büyütülüp geliştirilmesi ile topyekün saldırıya çok ciddi bir moral destek ve zemin hazırlanmıştır. Türk hakim sınıfları; bölgesel şartların uygunluğu ve önceki süreçte çok önemli kazanımlar elde edilen ideolojik kuşatma ve tasfiyeci iklim ile keskinleşen çelişkilere rağmen sınıf mücadelesinin hareket alanı yaratamaması durumunu en güçlü şekilde kullanma azmi içerisine girmiştir.
Faşist diktatörlük bölgesel ölçekte gelişmelere dahil oluşu, onun için çok büyük ve ciddi çelişkilerin, karşı karşıya gelişlerin koşullarını oluşturmaktadır. İçerdeki politik krizin sürekliliği ve buna güçlü şekilde eklenen ekonomik kriz ise topyekün saldırı dalgasını onun için vazgeçilmez bir ihtiyaç haline getirmektedir. Bu koşullar içinde faşizm toplumu daha fazla örgütsüz kılmak, daha fazla şovenizm ile zehirlemek, kitlelerin yaşadığı çelişkilerle oluşan öfkesini ve bileylenen tepkisini zararsız hale getirmek üzerine bir yönelim içindedir. Var olan koşulların uygunluğu onun saldırı dalgasını kesintisiz sürdürmesine ve hatta saldırılarını tırmandırmasına neden olmaktadır.
Bir yandan salgın koşullarının oluşturduğu yeni çelişkilerle uğraşırken bir yandan da sürekli yeni cepheler açmakta, yeni şovenist argümanlarla iç ve dış politikasına destek aramaktadır. Bu tabloda egemenler için silahlı mücadele yürüten güçlerin, iktidar perspektifli yaklaşımların, büyük altüst iddiası taşıyan ve bunun örgütlenmesine odaklanan hareketlerin bu süreçte kesinkes ya çürütülmesi ya imha edilmesi ya da belinin kırılması gerekmektedir. Bölgesel hesapları ve bu alandaki çelişkileri yönetebilmesi için Kürt Ulusal Hareketi’nin tarumar edilmesi, bu hesapları daha sağlıklı yapabilmesi ve içerde başının daha az ağrıması içinse devrimci güçlerin ve bilhassa Halk Savaşı’nda ısrar eden komünist güçlerin etkisiz noktaya getirilmesini sürecin avantajlarını da arkalayarak gerçekleştirmek istemektedir.
Eylül ve Ekim ayı içinde TKP/ML gerilla güçlerine yönelik yapılan operasyonlar ve bir MK üyesi bir bölge komutanı ve iki halk savaşçısının katledilmesini bu sebeple bir zafer olarak sunmuştur. Artık silahlı mücadele yürütme kabiliyeti olan örgütlenmelerin olmadığı, dağların gerillasızlaştırılacağı propagandasına TİKKO gerillalarının en üst düzeyde silahla karşılık vermesine karşı düşmanın bu kayıpları zafer olarak sunması normaldir. İktidar için, Yeni Demokratik Devrim yolunda, faşizmin anladığı dilden ve zorun tarihsel ve güncel politik karşılığı olan Halk Savaşı’nda ısrar, “yok edilmesi gereken, oldukça tehlikeli” ve geleceği kucaklayacak çizgidir. Düşmanın tüm güç ve olanaklarıyla bu kuşatma ve yok etmeye endeksli sürecini, aynı zamanda onun olgunlaşan çelişkilerin gelecekte başına açacağı sorunları şimdiden etkisizleştirme yaklaşımı olarak görmek gerekir. Düşmanın tarihsel bilinci, şekillenişi ve bakışı, gideceği yolun uzun olduğuna dair kavrayışı bugünkü tüm hamlelerini, odak noktalarını belirlemesini sağlamaktadır.
TOPYEKÜN SALDIRIYA KARŞI TOPYEKÜN VE TEK BİR DURUŞ!
Topyekün kuşatmaya karşı topyekün karşı kuşatma ve hamle yapmanın zorunluluğunu, büyüyen ve bileylenen toplumsal çelişkilerin bugün alınacak siyasal konumlanışla ancak karşılanabileceğini, sınıf mücadelesinin devrim için sunacağı olanak ve fırsatları yakalamaya bizleri yetenekli kılacağını kesin bir şekilde kavramamız gerekmektedir. Halk Savaşı stratejisinin sınıf ayrımlarına dayanan, parça parça iktidarı koparıp alma iddiasından, sınıf mücadelesini en etkili ve geniş kitlelerin tüm ideolojik-politik gerici zincirlerinden koparacak güç ve kudreti taşıdığını unutmamak gerekir. Gerilla savaşı bu savaş stratejisinin kendisi değildir, bu savaş stratejisinin şah damarı, gelişme ve ilerletilme dinamiği, zayıf ve daha örgütsüz olan gücün güç kazanma ve iktidar bilinciyle donanma aracıdır. Bugün gerilla savaşına yönelik saldırı, tüm gücüyle içerde ve dışarda çelişkilerin savaş eksenine doğru kayan ve kaydırılan niteliğine yönelik karşı-devrimin konumlanış biçimidir. Gerilla savaşında partinin ısrarı ve kararlılığı, düşmanın topyekün saldırısına karşı proletaryanın siyasal çizgisinde işçi sınıfının ve halk kitlelerinin yaşam koşullarının iyileştirilmesi, ulusal sorundaki çelişkinin yapısı, cinsiyete dayalı sistemin yarattığı sorunlara tutum, sağlık-eğitim başta olmak üzere bir dizi hakka ulaşma meselesinde belirlenen yer ve devrimin diğer bütün siyasal sorunlarında vb. tüm liberal burjuva anlayışlardan, uzlaşmacı ve tasfiyeci çizgilerden kesin ve net bir ayrışma noktasıdır. Tüm bu meselelerin ve sorunların mücadele konusu yapılmasında iktidar perspektifinin, kesin ve büyük alt üst oluşu örgütleme yaklaşımının kuşanılması anlamına gelmektedir. Bu duruş açıkça belirtmek gerekir ki gericiliğe karşı iktisadi ve siyasi temelin yarattığı karşıtlığın, düşmanlığın halk kitleleri cephesinde bilinçli bir şekilde örgütlenmesi, varlaştırılmasıdır. Halk Savaşı, tüm cephelerde çelişkinin ve mücadelenin olduğu her yerde açık bir düşmanlaşma, düşmanın canına okuma hattıdır. Bu aynı zamanda tüm liberal ve uzlaşmacı çizgilere karşı halk kitlelerinin çıkarlarını sahiplenme, onları iyileştirmeci hatta mahkum kılmama yönelimidir.
Gerilla güçleri buna göre konumlanmakta, yolun uzaklığının bilinciyle hareket etmekte, düşmanın saldırılarını bu eksende karşılamaktadır. Düşmanın gerillaya yönelik kuşatması, sınıf mücadelesine yönelik saldırılardan ayrı değildir. Bu eksende düşmanın iktidar bilincine, iddia ve kararlılığa, sistem dışılığa, halk kitlelerinin her şeyi kazanma mücadelesine bu saldırılarını yönelttiğini anlamak, bilmek ve kesin şekilde kavramak gerekir. Bu kavrayış aynı zamanda bu azgın saldırı karşısında kendi saldırılarımızı ve konumlanışımızı, iddiamızı ve iktidar ereğimizi, bilincimizi ve büyük davanın tarihsel gerekliliklerini anda yerine getirmeye odaklayacaktır.
Bu temelde gerilla savaşına yönelik kuşatmanın sadece gerillanın hareket tarzı, savaş kabiliyeti ile karşılanmayacağı kavranmalıdır. Bu kavrayış aynı zamanda Halk Savaşı’nı kavrama meselesidir. Zira gerilla düşmanın operasyonlarını, saldırılarını büyük oranda boşa çıkarmaktadır. En zor ve daralmış koşullarda dahi gerilla güçleri bu yeteneğini göstermekte, savaş üstünlüğünü düşmana hissettirmektedir. Asıl mesele sınıf mücadelesi yürüten güçlerin bir bütün savaş ve iktidar yöneliminde olması, karşı-devrime karşı düşmanlaşma bilincini kuşanması, tüm liberal burjuva yaklaşımlarla proletarya arasındaki keskin ayrımın kavranmasıdır. Bu eksene oturan bir siyasi şekilleniş, bulunduğumuz her alanda yaşanan çelişkileri daha yakından inceleme ve çözüm üretmeyi, daha net ve berrak bir ideolojik tutumla sorunları ele almayı ve hiç kuşkusuz sakınımsız şekilde bir pratik yönelimi getirir. Bunun olmadığı koşullarda gerilla savaşını sahiplenme, ona göre şekillenme Halk Savaşı’nın gereğini yerine getirmenin olmadığı kavranmalıdır.
Düşmanın yoğun kuşatması altında bedel ödemek kadar bu bedelin verdiği ideolojik-politik mesajı algılamak da önemlidir. Nubar, Özgür, Rosa ve Asmin, savaş çizgisini en önemlisi de iktidar perspektifli konumlanışın tereddütsüzleridir. Bu düşman kavrayışıdır, tarih bilincidir, yolun uzunluğunun kesin kavranışıdır. Bu tutum tüm alanlarda, faaliyetlerde bir siyasi çizgi olarak kavranmalıdır. Tereddüt etmemek, çelişkileri keskinleştirmekten korkmamak, doğru olan şeyi doğru anda ve zamanda en korkusuz şekilde hayata geçirmek tüm sürecin ana halkasının kavranması, Halk Savaşı çizgisinin tüm cephelerde donanması anlamına gelecektir. Bu bağlamda savaşın sorunu aynı zamanda ezilen halk yığınlarının çelişkilerinin doğru temelde ele alınması ve yönlendirilmesi sorunudur. Savaşın ve gerillanın sorunu aynı zamanda onun etrafını dolduracak, hareket alanını genişletecek, savaşta etkin ve yetkin bir konumlanış almasını sağlayacak şekilde meseleyle ilişkilenme, olanakları seferber etme, örgütü ve en yakın kitleyi bu savaşı sahiplenecek düzeye getirme mücadelesidir.
Kavganın en seçkinleri ve cesurları, önderlik düzeyinde ve komutanlık düzeyinde toprağa düştü. Faşist diktatörlük, Halk Savaşçılarının bedenlerine işkence yaptığı gibi onların sahipsiz ve belirsiz bir şekilde adli tıpta kalmasını sağlamaktadır. Bu yaklaşımın sadece bedenlere yapılan eziyet, ailelere yönelen bir mesaj olmadığı açıktır. Bu Halk Savaşı’nın ve gerilla mücadelesinin keskinliği, hedef ve amacına yönelik yalnızlaştırma, sahipsizleştirme saldırısıdır. Buna karşı alınan tutum bizim savaşla ilişkilenme düzeyimizi ifade edecektir. Önümüze çıkan çelişkinin ne olduğu, niteliği oldukça önemlidir. Buna dair ele alış o çelişkiye müdahale biçimi, odaklanma ve yönelimini de belirleyecektir. Bu anda, bizim için savaşın bir sorunudur. Bir keskinleşme tutumudur. Bu keskinliğin tüm alanlarda kendini hissettirmesi gerekir. Savaşın gerekliliğini kavrama bilincinin örgütlenmesine hizmet edecek bir tutumu ifade eder. Şehit yoldaşları faşizmin elinden almak, ona seferber olmak ve bunun gereğine göre devrimci çalışmaları yönlendirmek aynı zamanda onları sahiplenmek, kavgalarını büyütmek, iktidar eksenli mücadelenin her adımda doğal propagandasını yapmak olacaktır. Şehitlerin mücadelemize taşıdığı enerji ideolojik-politik ve örgütseldir. Bu enerjiyi kitlelere mal etmek hayati önemdedir. Geçmişteki görevler ile bugünkü görevler, bugünkü görevler ile gelecekteki görevler, mücadeleyi keskinleştirme ile kitlelerin çelişkilerini yakalama, içinden geçtiğimiz tarihsel koşullardaki sorumluluk ile tarihsel eğilim arasındaki ilişkiyi doğru kurmak, sorumluluk tanımını buna göre yapmak zorunludur. Her cephede kendi perspektifimizi, bugünkü özgün sorunda ortaya çıkan çelişkiyi kitlelere ve en ileri kitlelere yaratıcı şekilde anlatmak, siyasal sorunlar karşısındaki konumlanışı şekillendirmek ve bu bilincin nasıl ve ne biçimde bir devrimci çalışmaya dönüştürülmesi gerektiğini bulma görevi vardır. Bu cüret, cesaret, iktidar perspektifi, savaşın sorunlarına odaklanma, kitlelerin politik çelişkilerinde ana halkayı yakalama çabası, geleceği karşılayacağına inandığımız tutunma savaşının çeşitli olanaklarla kuşatılması göreviyle kaynaşmalıdır. Bu kaynaşma dar bir örgütsel çıkar, ihtiyaç olarak kavranmamalıdır. Bu sınıf savaşımının tasfiyecilikle kuşatılan, yılgınlıkla zehirlenmeye çalışılan yanına karşı komünist bir kararlılık ve tutumu ifade edecektir. Bu enerjik ve aktif bir ideolojik mücadele yanında, güçlü ve kararlı bir devrimci pratik ve yönelimi gerektirir. Bu aynı zamanda şovenizm kuşatmasını parçalama, devrim fikrinin iğdiş edilmesine karşı her şeyi kazanmaya kilitlenmiş çizginin örgütlenmesi meselesidir.