“Kimse aç kalmayacak, kimse üşümeyecek”. Nazi propaganda afişi.
1933’te iktidara gelen Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi, ülkedeki özel hayır kurumları ile yardımlaşma derneklerinin popülaritesini kendi itibarı için tehlikeli bulduğundan, Nasyonal Sosyalist Refah Örgütü[1] ve Kış Yardımı Hizmeti[2] adı altında iki örgüt kurdu. Bunlar, kış aylarında halk arasında bağış toplayıp ihtiyaç sahiplerine dağıtmak, gebe kadınlara ücretsiz sağlık hizmeti sunmak, ücretsiz çocuk bakımı sağlamak gibi yardımlar öngören ve devletin resmî sosyal refah hizmetine bağlı olmayan özel Nasyonal Sosyalist Parti örgütleriydi. Nazilerin sosyal yardımlaşma örgütleri kısa süre içinde ülkedeki hayır kurumlarının tüm işlevlerini ele geçirdi ve bu kurumların varlığına fiilen son verdi.[3]
Hitler ile Propaganda Bakanı Josef Goebbels, Kış Yardımı kampanyasını 1933 sonbaharında, tüm Alman halkını hedef alan yarı sert yarı duygusal mesajlarla başlattılar. Yoksullar için bağışta bulunmanın sadece bir erdem değil, aynı zamanda tüm Almanların görevi olduğu söyleniyordu. Anzeiger ve Zeitung gibi gazetelerde programla ilgili yayınlanan yazılarda “Aileyi Koruyalım”, “Hiç Kimsenin Aç Kalmasına ve Soğuktan Donmasına İzin Verilmeyecek”, “İyi İnsan En Son Kendini Düşünür” gibi sloganlar manşete çekiliyor; yazılara duygu yüklü resim ve fotoğraflar eşlik ediyordu.[4] Hitler bir konuşmasında Kış Yardımı’nı şöyle tarif etmişti:
Açlığa ve soğuğa karşı başlatılan bu seferberliğe rehberlik eden ilke şu: Proletaryanın enternasyonal birlik beraberliğini bitirdik. Biz Alman halkının canlı birlik beraberliğini inşa etmek istiyoruz![5]
Eintopf (tek kap) sloganı altında yürütülen bir kampanya çerçevesinde, yurttaşlar kış aylarında düşük maliyetli türlü yemeği pişirip, böylece yaptıkları tasarrufu Kış Yardımı’na bağışlamaya davet ediliyordu. Nazi propaganda afişlerinde Tek Kap/Türlü kampanyasından “Reich için adak yemeği” diye söz ediliyor ve tüm Alman halkı Führer’e minnetlerinin göstergesi olarak daha çok bağışta bulunmaya çağrılıyordu. Hitler, afişlerde ve basında çıkan fotoğraflarda, misafirleriyle birlikte “türlü” yerken gösteriliyordu.[6]
Bağış kampanyalarında “mahalle baskısı” başvurulan başat araçlardan biriydi: Hitler Gençliği ve Alman Genç Kızlar Birliği[7] üyesi gençler (bağışları büyük ölçüde onlar topluyordu) kapı kapı dolaşıp bağış yapanlara plaka veriyor, bu plakalar duvarlara asılıyor, evinde plaka bulunmayanlar ayıplanıyordu.[8] Dört bir yana, “Ben Nasyonal Sosyalist Refah Örgütü üyesiyim, ya sen?” yazılı afişler asılıyordu. Nazilerin yerel Refah Örgütü şubelerinde de, toplanan bağış rakamları listeleniyor, böylece yeterli bağış toplayamayanların “düşük performansı” ifşa ediliyordu.[9] Halktan toplanan bu bağışlar dışında, memurların da maaşlarından kesinti yapılıyordu.
Hitler ve Goebbels, tek kap türlü sofrasında
Winterhilfswerk/Kış Yardımı bağış plakası
Kampanyaların amacı, halk arasında refahı sağlamak filan değil, Nasyonal Sosyalist Parti’ye itibar kazandırmak ve Nazilerin ırk programını ilerletmekti. Toplanan yardımların kime gönderileceği dikkatle seçiliyor, ırksal açıdan “makbul” olmayan kesimler dışarda tutuluyor, bağışların büyük kısmı Nasyonal Sosyalist Parti’ye üye olanlara aktarılıyordu. Ayrıca, yurttaşlardan toplanan bağışlar ve gönüllü yapılan hizmetler hükümeti sosyal hizmet yükümlülüğünden kısmen kurtarıyor, böylece sosyal refaha ayrılması gereken bütçede rahatça kesinti yapılıyordu.[10] Naziler, yurttaşların bağış seferberliğini Alman ulusunun onuru ve ihtişamıyla ilişkilendirmeyi ihmal etmiyorlardı. Hitler 1938’deki bir konuşmasında şöyle diyordu:
İlerde tarihçiler Alman ulusunun onurunu geri kazandığını, tarihimizin bir kez daha saygı değer bir tarih haline geldiğini yazacaklar. İnanıyorum ki büyük sosyal refah örgütümüz bu sene de benzer sonuçlara imza atacak. 1938’deki Kış Yardımı kampanyasının da, bu yılın tarihî görkemine layık olacağını umuyorum![11]
Tek kap yemek kampanyası propaganda afişi
1933’ten 1945’e kadar devam eden bu kampanyalar, Goebbels’in propaganda makinesi ve başlarda çok sayıda yoksul Alman ailesine gerçekten yardımcı olunması sayesinde ilk zamanlarda rağbet gördü; toplumda yayılan “rejime sadakatsizlik”le suçlanma korkusu da bu desteğin bir diğer dayanağı oldu. Cambridge’li ekonomist Claude William Guillebaud, Almanya ziyaretinin ardından kaleme aldığı Nazi sosyal politikalarını inceleyen eserlerinde, Üçüncü Reich döneminde sosyal refahın önemini ve “ulusal cemaat/birlik” (Volksgemeinschaft) gibi kavramların işçi sınıfı arasında rejime desteği güçlendirdiğini yazıyordu.[12]
Ancak 1930’ların sonlarına doğru, toplanan bağışların yoksul ve ihtiyaç sahipleri yerine silahlanma bütçesine aktarıldığı anlaşılınca halk arasında zaten mevcut olan rahatsızlıklar ayyuka çıktı. Savaşın başlamasıyla birlikte Naziler, bağış kampanyalarına katılımı yükseltmek için mahalle baskısı ve ifşa gibi örtülü cebir araçları yerine “Üçüncü Reich’ın bekası” sloganına başvurdular: Cephede canlarını feda eden askerlerden dem vurularak, fedakârlıktan kaçınan yurttaşlar suçlanıyordu. Hitler, 30 Ocak 1942’de yaptığı bir konuşmada bağış kampanyasını “plebisit” olarak adlandırıyor ve şöyle diyordu: “Varsın başkaları demokrasiden bahsetsin, gerçek demokrasi işte budur.”[13] Savaş devam ettikçe Nazilerin birlik beraberlik ve ihtişam söylemlerinin yerini açıktan cebir ve tehdidin alması, ve halk arasında artan rahatsızlık, bazı tarihçilere göre Nazi propaganda aygıtının “millî birlik” sloganının sanıldığı kadar etkili olmadığının işaretiydi.[14]
Ömrünü faşist propaganda aygıtının manipülasyonlarını karşı-ataklarla aşındırmaya adayan Brecht, 1934 ve 1935’te “hakikati” konu alan iki metin yazdı: “Hakikati Geri Getirmek” ve “Doğruları Yazmanın Beş Zorluğu”. Brecht’in bu metinlerde peşine düştüğü “doğruyu söyleme” pratiği, antik Yunan ve Roma kültüründe bu anlama gelen “parrhesia” kavramı ve pratiğinden farklıydı. Foucault’nun incelediği biçimiyle parrhesia’nın en önemli özelliklerinden biri şuydu: Doğruları söyleyen kişinin, daima “hitap ettiği kimseden daha güçsüz konumda” olması gerekiyordu: Yani parrhesia iktidarı muhatap alıyordu, bir tür “iktidara doğruları söyleme” biçimiydi.[15] Brecht ise, iktidarı veya kendisinden güçlü konumda olanları muhatap almıyordu; hakikat en çok kimin işine yarayacaksa, doğruların gösterilmesi en çok kime menfaat sağlayacaksa ona hitap etmenin derdindeydi: ezilenlere. Doğruların çarpıtılmasında çıkarı olan, zaten o doğruları bizzat çarpıtan güç sahiplerinin yüzüne hakikati haykırmanın içerdiği cesaretle ilgilenmiyordu Brecht. Doğruları çarpıtıp güç sahiplerine biatı teşvik eden propagandanın karşısına, hakikati bir silaha çeviren ve ezilenler arasında düşünceyi kışkırtan propagandayı çıkarıyordu: “İnsanı düşünmeye kışkırtan propaganda, hangi alanda olursa olsun, ezilenlerin davasına hizmet eder” diyordu.[16] Didaktik şiirinin ve epik tiyatrosunun temel hedefi de buydu.
Brecht 1934 tarihli “Hakikati Geri Getirmek” metninin başında şöyle diyordu:
Aldatmanın gerekli görüldüğü, yanılgıya düşmenin teşvik edildiği zamanlarda, düşünür, okuduğu ve işittiği her şeyi düzeltmeye çalışır. Ne okursa veya ne duyarsa, içinden tekrar eder ve tekrar ederken de onu düzeltir. Yalan beyanların yerine, cümle cümle, doğrularını koyar. Bunu uzun süre yapa yapa, artık hiçbir şeyi başka türlü okuyamaz, hiçbir şeyi başka türlü işitemez olur. […] Düşünürün bunu yaparken tek amacı aldatma ve yanıltma suçlarının işlendiğini göstermek değildir. Aynı zamanda aldatmanın ve yanıltmanın mahiyetine vâkıf olmak ister. Örneğin şöyle bir cümle okuduğunda: “Güçlü bir ulus, zayıf bir ulusa kıyasla daha zor saldırıya uğrar”, bu cümleyi değiştirmesi değil, ona ekleme yapması gerekir: “ama aynı zamanda [güçlü bir ulus] daha kolay saldırıya geçer”. Savaşın gerekli olduğu iddiasını duyduğunda, buna “hangi koşullarda” ve “kimin için” sorularını ekler.[17]
Bu kısa girizgâhın ardından Brecht, Nazi yetkililerinin basında yer alan demeçlerini “deşifre” etmeye geçmişti. Sol sütunda demeçlerden alıntılar aynen aktarılıyor, sağ sütunda ise Brecht’in o sözlerin altındaki hakikati gösterdiği cümleleri yer alıyordu. 1934’te Rudolf Hess’in basında yer alan Noel mesajı, Nazilerin Kış Yardımı kampanyalarını konu alıyordu:
Alman halkından yoldaşlarımızın fedakârlıkla yaptıkları bağışlardan ve her daim yardıma hazır olmalarından duyduğumuz haklı gururla bugün şunu söyleyebiliriz: Bu Noel ve bu kış, Almanya tek bir çocuğunun aç kalmasına müsaade etmeyecek…[18]
Brecht’in bu satırlardan “geri getirdiği” doğrular ise şöyleydi:
Mülk sahiplerinin, mülksüzlerin fedakârlıkla onlara bağışlamış olduğu şeylerin küçük bir kısmını gözden çıkarmalarından, ve sefaletlerine bizzat sebep oldukları insanlara yardım eli uzatıyormuş gibi görünmeye her daim hazır olmalarından duyduğumuz haklı gururla bugün şunu söyleyebiliriz: Bu Noel ve bu kış, Almanya’nın mülk sahibi sınıfları, mülksüz sınıflardan tek bir kişinin açlıktan tamamen ölmesine müsaade etmeyecek.[19]
Nazi propaganda aygıtı, Benjamin’in ifadesiyle, faşizmin “politikayı estetize etme” çabalarını temsil ediyordu. Brecht’in yaptığı da, yine Benjamin’in ifadesiyle, buna cevaben “sanatı politize etmek”ti. Benjamin 1935’te, politikayı estetize etme çabalarının varacağı son noktanın savaş olduğunu yazıyordu; çünkü mülkiyet ilişkilerini değiştirmeksizin, kitle hareketlerini ve mevcut teknik araçları belli bir hedefe yöneltmeyi ancak savaş başarabilirdi (“Tekniğin Olanaklarıyla Çoğaltılabildiği Çağda Sanat Eseri”). Kendiyle birlikte halkını da intihara sürükleyen Nazi faşizmi, Benjamin’in bu satırları yazmasından kısa bir süre sonra savaşla kendini imha edecekti.