CHP’de üç milletvekilinin istifa etmesi, Muharrem İnce’nin kuracağı yeni partinin ürünü mü?
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ saldırıya uğradı, saldıran MHP, kollayan AKP mi?
Tayyip Erdoğan Saadet Partisi Danışma Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’le görüştü, yeni ittifak arayışı mı? İstanbul Sözleşmesi kaldırılacak sözü verildi mi?
Cumhur İttifakı bileşenleri değişecek mi yenileri mi eklenecek? Millet ittifakında Sarıgül ve İnce olacak mı? İttifaklar kriz içinde yeniden kendilerini tahkim mi etmek istiyor?
Erken seçim olacak mı? MHP ve AKP “hayır” diyor ama gündemde mi tutuyor? HDP kapatılma tartışması erken seçimden mi kaynaklı?
Cumhurbaşkanı AB ile ilişkilerin selameti için Reformlar gerçekleşecek diyor, MHP-AKP arasında reformların içeriği ve kapsamı konusunda derin bir çatlak mı var?
“Tedbirlere halkımız dikkat etmiyor” diyen Cumhurbaşkanı, parti il kongrelerinde salonlarını tıklım tıklım doldurtuyor ve pandemi döneminde bu doluluğu tebrik ediyor.
ABD’nin yeni Başkanı Biden ve ekibi “Türkiye için ne kadar sorun” olacak? Kürtler lehine mi davranacak, işgali ve saldırganlığı destekleyecek mi?
Ve salgınla boğuşan, aşı tedirginliği yaşayan, gerçekleşen zamlarla boğulan, sosyal alanı daralan, işsizler ordusunun bir parçası olmayı bekleyen halk yığınları… Söndürülemeyen ve gün gün daha güçlü enerjiyle hareket eden Boğaziçi Direnişi. Zindanlarda Kürt Ulusal Hareketi’nin başlattığı süresiz açlık grevinde 60’lı günler. Süleyman Soylu’nun “bitirdik” dediği gerillanın kış ayında gerçekleştirdiği eylemler ve direniş. Maden, inşaat, hizmet sektöründe süren ve yenileri sürekli eklenen işçi direnişleri. Atanmayı bekleyen öğretmenler, ulaşılmaz olan ve sürekli çöken eğitim. Eksik olmayan vahşi kadın cinayetleri ve her gün ortalama üç kadının öldürülmesi. Tırmandırılan homofobi, geleceksizliği kader olarak kabul etmesi beklenen gençlik.
Tayyip Erdoğan-AKP-MHP liderliğinde ve yönlendirici gücü altında olan Türk hakim sınıflarının yönelimi ve hakim sınıf klikleri arasındaki mücadele, parçalanma ve ittifak arayışları artık açık ve içerde kalan bir karakterde değildir. AKP-MHP arasındaki sorunlar da, AKP içindeki huzursuzluk da, CHP’de yaşanan ayrışmalar da, Millet ve Cumhur ittifaklarının pamuk ipliğiyle bağlı yapısı da kendini gerçekleştiren ve eğilim kazanan özellikleriyle gün yüzüne çıkmaktadır. Tüm bu gelişmelerin toplamı ise krizin doğurduğu ve yeni krizleri tetikleyen gerçekliğe işaret etmektedir. Egemenler arasındaki sertlik karşılıklı olarak “terörist”, “militan”, “vatan haini”, “sözde” gibi kavramlarla kalmamakta, fiziki cezalandırmalara, tutuklama tehditlerine, “karakola ve mahkemeye” giden sürece daha fazla evrilmektedir. Faşist kliklerin uzun zamandır olmadığı kadar emperyalist ağa babalarına açıktan yaltaklanıp, destek isteme durumları söz konusudur.
Ortadoğu ve Kürt meselesinde, Rusya ile işbirliğini derinleşitirip Kürtlere daha fazla saldırı mı, ABD’nin bölge politikasında daha iyi rol kapmak ve Kürtlere yönelik saldırılara zemin hazırlamak için cihadistleri daha etkin kullanma mı, yoksa Kürtlerle yeniden bir uzlaşma ve barış arayışı mı? Şeklinde üç seçenek olabildiğince pervasız ve açık bir şekilde tartışılıyor. ABD’nin AB ile daha güçlü ortaklıkla Ortadoğu’da daha etkin olma yöneliminde, Rusya ABD arasındaki keskin kutuplaşmada çelişkilerden faydalanmanın daralacağına dair okuma, ABD’nin kendilerine neyi ne düzeyde dayatacağına dair bir endişeye dönüşmüştür. Bu eksende Kürtlere içerde ve dışarda saldırının dozu artmış, son beş yılda elde ettiği avantajların henüz yetmediği ve direnci kırma ve çökertmede istediği sonucu elde etmede zamana ihtiyaçları olduğu anlaşılmıştır. Krizin başladığı noktalardan biriside budur. Belirsizlik, herhangi bir çizgi değişiminde tüm ilişkilerin ve buna bağlı olarak güç dengelerinin değişmesi ve toplumsal destek güçlerinin yönetilmesini sağlayan zeminin (saldırganlık, şovenizm) kaybedilmesi dolayısıyla ekonomik krizin yarattığı çelişkilerle birlikte yönetme sorununun artık derinlemesine değil yatay eğilim kazanarak yayılması, yalın kat “çözümsüz”lükle zincirlenmesi.
KRİZ VE HER CEPHEDE ARANAN DENGE
ABD ve AB’ye yönelik reform vaatlerinin, toplumsal çelişkileri yönetmekle değil bu güçlerle ilişkileri daha güçlü kılma amacı olduğu açıktır. Ekonomiden hukuk sistemine kadar uzanan bir reform söylemi dillendirilmektedir. Bu belirsiz reform söylemi, belli oranda bir siyasi argüman oluşturulsa da, tüm toplumsal muhalefete yönelik baskı mekanizması daha da sertleşmektedir. Bu rotanın terk edilmesi kolay olmayacaktır. Zira toplumsal muhalefetin direnç eşiği daha da güçlenmekte ve zincirlerinden boşaldığı noktada bunun güçlü örgütlenmeler ve hareketle sonuçlanması “tehlikesi” vardır. “Z kuşağına 20 yıl önceyi anlatın, ne haldeydik görsün” diyen Tayyip Erdoğan, 100 yıllık bir deneyime güçlü şekilde yaslandığını es geçmektedir. Yani halkın hareketinden ve örgütlülüğünden 100 yıl önce de 70 yıl önce de 50 yıl ve 30 yıl ve de 20 yıl önce de tıpkı bugünkü gibi korkulmakta ve faşist devlet bu korkuya paralel konumlanmaktadır. Z kuşağının geriye gittiğinde göreceği şey; Tayyip Erdoğan’ın 100 yıllık bir geleneğin sürdürücüsü, azgın ve pervasız bir devamcısı olduğudur.
Boğaziçi direnişi, Kürt direnişi, işçi sınıfının direnişleri, komünistlerin savaşta ve çizgisi ekseninde sürdürdüğü direniş hiç kuşkusuz bir ortak paydada buluşmaktadır. Bu da kemiğe dayanan bıçağın artık tahammül edilmeyecek derece de çelişkiler yarattığıdır. Boğaziçi Direnişi, “kayyum” rektör eleştirisi ve pratik karşı koyuşu ile, birikmiş bir siyasal baskı ve yönetmeye dair tutumun kristalize olmasıdır. Siyasal baskının kabul edilmeyeceğine, Melih Bulu’nun sistemin “turşusunu” kurmak için görevden alınıp kullanılmasına dair net ve berrak bir tutum söz konusudur. Bu, yönetim biçimine, siyasal keyfiyete, baskı ve aşağılamaya dair bir konumlanıştır.
Boğaziçi’ni aşan bir demokratik arayış, mücadele isteğini tetikleyen bir toplumsal destek ve sahiplenme söz konusudur. Geniş kitleleri kuşatan ve saran zincirin üniversiteler ayağındaki bir halkasının kopması demek (verilen toplumsal destek düşünüldüğünde), egemenler açısından krizli yapıda ödeyeceği fatura anlamına gelmektedir. Bu faturanın bununla sınırlı kalmayacağı, tüm halkalara, iç ve dış politikaya doğru etki edeceği, toplumu yönetme biçiminde yeni sorunlara kapının aralanacağı görülmektedir. Egemenlerin yaşadığı kriz, yönetme noktasında oluşturdukları avantaj ile ciddi bir çelişki içindedir.
Bu bağlamda emperyalistlerle olan ilişkide, kendi iç dengelerinde, halk kitlelerin çelişkilerinde verili dengeyi sürdürme olanakları görülmemektedir. Bu temelde direnişlerin, erken seçim tartışmalarının, reform vaatlerinin, Kürtlere yönelik yeni askeri tehditlerle barış olasılığı arasında pandül gibi sallanan durumun, ittifak arayışlarının, anayasa ve başkanlık sistemi tartışmalarının, kliklerin birbirine daha fazla bileylenen hallerinin ortaya koyduğu tablo krizin artık yeni bir denge sağlamak için tarihin kapısını tüm gücüyle dövmeye başladığına işarettir.
Bu tablo güç dengeleri arasında değişim eğilimini de içermektedir. Bundan devrimci temelde en üst düzeyde faydalanmak ise süreci karşılayacak devrimci siyasetin, kesin ve kararlı bir konumlanışıyla olanaklıdır. Bu ise en başta proleter devrimci çizginin, var olan durumda Komünist Manifestodaki şu tutumu korumasıyla olanaklı olacaktır: “Komünistler işçi sınıfının acil hedeflerine ulaşılması ve o andaki çıkarlarının gerçekleşmesi için savaşırlar; ama şimdiki hareket içeresinde, bu hareketin geleceğini de temsil eder ve gözetirler.” Proleter devrimci çizgi hareketin içinde konumunu ve geleceği temsil ettiği bilinci ile hareket etmelidir. Buna göre şekillenmeli ve genel siyasi çizgi ve yönelim etrafında sınıf mücadelesine daha güçlü yaslanmalıdır.