Politik durum analizine bakıldığında kapitalist sistemin yaşadığı çoklu krizin yansımaları görülecektir. Türk hâkim sınıfları açısından yönetememe krizi ekonomik, siyasi ve ideolojik alanda oldukça belirgindir. Komprador niteliği zayıf ve güçsüz olan Türk burjuvazisi toplumun tüm kesimlerine saldırmakta, güçsüzleştikçe saldırının boyutunu arttırmaktadır.
Kapitalizmin genel bunalımının etkileri fazlasıyla hissediliyor. Doların sürekli tarihi rekor kırması en somut örneği teşkil ediyor. Yarı-sömürge bir ekonomisi olan TC en kırılgan ekonomiler arasında yer alıyor. Emperyalist sermaye akışına bağımlı hale getirilen ekonominin, istikrarsız hali daha da artıyor. Belli oranda (yıllık 5 milyar dolardan fazla) emperyalist sermaye gelmediğinde TC ekonomisi kriz eşiğine geliyor. Jeopolitik riskler (Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika’daki savaş hali) ve ülkedeki siyasi kriz güvenli liman isteyen emperyalist sermayenin ülkeden kaçmasına neden oluyor. Yapısal krizin emperyalist sermayeyi kendi ülkesine çekmesi de bu kaçışın temel etkenlerinden. Ülke ekonomisinin emperyalist dayatmalar nedeniyle ağır sanayi üretimi yerine inşaat ve dayanıklı tüketim aletleri üzerinde yoğunlaşması gelinen aşamada ekonomiyi içinden çıkılmaz bir hale getirdi. Son yıllarda savunma sanayi ve maden- enerji ağırlıklı sermaye birikimine yöneliş ekonomiyi canlandırmaya yetmiyor. Mevcut sanayi üretiminin teknolojik niteliğinin orta ve düşük seviyede olması sorunu katmerleştiriyor. Saldırgan dış politika nedeni ile Ortadoğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika pazarının daralması ihracat oranının düşmesini beraberinde getirdi. Arap ülkelerinin (başını S. Arabistan’ın çektiği) Türk mallarına ambargo uygulaması Türk burjuvazisinin pazar payını düşürdü. Tüm bu etkenlere paralel kredi derecelendirme kuruluşları TC’yi “yatırım yapılamaz ülke” (çöp ülke olarak tabir ediliyor) konumuna düşürdü.
Ekonomideki bu kriz hali işçi sınıfı ve ezilen kesimlere vergi yükü, süreklileşen zam, işsizlik, yoksulluk ve açlık olarak yansımaktadır. Aynı zamanda içten içe sisteme yönelik öfkenin de birikmesine neden oluyor. Ekonomideki kötüye gidişin faturası damat Berat’a kesilmiş olsa da esas korku geniş kitlelerin alanlara çıkmasından ileri geliyor. Türk burjuvazisinin zayıf ve güçsüz olması, ekonominin kriz eşiğinde olması, kitlelerdeki tepkinin birikmesi, hâkim sınıflar arasındaki çatışma gibi etkenler faşist saldırganlığın arttırılmasını getirmektedir. AKP, faşizmle hem ekonomik krizin görünmesini hem de kitlelerin sokağın gücünü kullanmasını engellemeye çalışıyor. Bu saldırganlığın icracısı AKP olsa da egemen sınıfların istediği, hiç de rahatsız olmadığı, hâkim kliklerin ortaklaştığı bir saldırganlıktır. Zira söz konusu olan devlettir ve gerisi teferruattır!
AKP-MHP başkanlık sistemiyle iktidarını kalıcılaştırmak için tüm yetkiyi elinde toplamaya yöneldi. Egemen sınıfın ezilen sınıfı ezme aracı olan devlet mekanizmasını yeniden organize edilmesi sorunu yarattı. CHP-İYİP egemen sınıflar için olmazsa olmaz olan devlet aygıtındaki aşınmanın yarattığı tehlikeyi görerek duruma müdahale ediyor. Hâkim sınıflar arasında yaşanan ayrışma- çatışma, siyaset arenasına doğrudan yansıyor. Özellikle dış politikada Kuzey Suriye’ye yönelik yapılan operasyonların devlet politikası olmayıp AKP-MHP politikası olarak niteleyen CHP-İYİP’in destek vermemesi yaşanan siyasi krizin derinliğini göstermesi açısından önemlidir. Zira, Türk hâkim sınıfları Kürtlere yapılan saldırıda ortaklaşamama durumu söz konusudur. Kuşkusuz ki bu Kürtleri sevdiklerinden değil siyasi çıkar hesabından ileri gelmektedir.
FAŞİZM VE DEVRİMCİ GÜÇLER
Bu bağlamda faşizmin ilk hedefi devrimci-komünistler ve Kürt Ulusal Hareketi (KUH) olmaktadır. Ekonomik ve siyasi krizler aynı zamanda kurulu düzenin en zayıf olduğu dönemdir. Bu zayıflığı sınıf savaşımı kapsamında, ezilen sınıfların lehine çevirecek olan krizi derinleştirip, burjuva iktidarını sarsacak olan devrimci öznelerdir. Bundandır ki faşizm önce devrimci hareketleri hedef alarak geniş kitleleri öndersiz bırakmayı amaçlar.
Siyasi, ideolojik ve askeri yöntemlerle topyekûn yapılan saldırı tamamıyla fiili ve fiziki imhaya yöneliktir. Faşizmin, devrimci yayınları yasaklatması, en demokratik eylemleri terörize etmesi, gözaltı ve tutuklama furyası, işkence, silahlı mücadeleye fiziki imha, en ilkel yöntemleri (kelle kesme, uzuv koparma, cenazeye işkence gibi) devreye sokma gibi saldırılarla devrimcilere “nefes aldırmama” politikası güçsüzlüğünün ve biçare oluşunun ürünüdür. Bu faşist abluka ile hem devrimcilerde hem de geniş kitlelerde inançsızlık, güvensizlik ve umutsuzluk yaratılmak istenmektedir. Devrimci güçlerin kitleler ile olan bağı açık terörizmle kesilerek, sömürücü düzene sorunsuz itaat hedeflenmektedir. Hâkim sınıflar buna her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor. En ufak bir kıvılcımın yangına dönüşeceği korkusundan hareketle açık terörizmde sınır tanınmıyor. Devrimci güçlerin legal ya da illegal sistemi hedef alan eylemlikleri ve hatta cenaze törenleri dahi en azgın saldırılarla karşılanıyor.
Yaratılmak istenen korku imparatorluğunun farkında olmadığı gerçek; korkunun da dağları delen gücünün olmasıdır. Faşizmin en koyu ve kıyıcı anında bile Alman devrimcileri Nazizme karşı Almanya sokaklarını boş bırakmıyor, savaşıyordu. Yaşanan baskı sürecinin iç dinamikleriyle kavrandığında, sürecin yarattığı devrimci olanak ve fırsatlarında olduğu görülecektir. Faşizm bu köhne düzenin krizlerini kapatmakla görevlendirilirken, yaşanan krizler ezenle-ezilen arasındaki çelişkiyi derinleştirmek için devrimci olanak sunmaktadır. Mesele objektif koşulların devrimin lehine çevirecek olan sübjektif gücün etkinliğinde düğümlenmektedir. Bu düğümü çözecek olan yine devrimci öznelerdir.
FAŞİZMİN PANZEHRİ ANTİFAŞİST MÜCADELEDİR
“En gerici” niteliğiyle faşizm toplumun tüm ilerici-devrimci dinamiklerini yok eder. Kurulu düzenin yarattığı sorunları demagoji ve kör şiddet yöntemleriyle sümen altı eder. Geniş kitlelerin bilincini dumura uğratır. Toplumu her alanda esir alır. Toplumu, bireye, bireyi kendisine yabancılaştırır ve çürütür. Faşizmi onun ideolojik argümanlarına, toplumun kılcal damarlarına kadar temizleyecek olan Demokratik Halk Devrimidir.
Türkiye’de faşizm yeni değildir. Bir asırlık tarihi vardır. Faşizmin varlığı-yokluğu tartışmalarında kilit nokta antifaşist mücadeledir. Faşizmin varlığını kabul etmek aynı zamanda ona karşı mücadele etmeyi önkoşullar. Bundandır ki “aydın”, “entel” çevreler faşizm yerine onlarca değişik kavram kullanırlar. Otoritanizm, totalitarizm, despotizm, popülizm bunların başında gelir. Bu kavramlar antifaşist mücadeleyi içermez. Kavramlaştırmaların özünde düzeniçicilik vardır. Faşizmi, kapitalizmin yaramaz çocuğu olarak gören bu kesim düzeniçinde “reformlarla”, “iyileştirmelerle” uslandırabileceğini savunur. İtalya ve Hitler örneklerine okunan lanetler, bugün yaşanan faşizme karşı bir şey yapmamanın vicdan rahatlamasıdır. “Aydın”, “entel” sorum(suz)luğunun dayanılmaz hafifliğidir bu.
Daha “sol” cenahta faşizmin hakkı teslim edilir. Faşizme faşizm denir. Fakat bu cesaretli konuşmada önemli bir nüans vardır. Faşizme faşizm denilirken sınıfsal bağlamından koparılır. Cümlenin sonuna bir “ama” eklenerek antifaşizm reformist çizgiye çekilir. Faşizm diye iktidar olan partiye, partinin başkanına ve hükümete faşist denilir. Faşizmi bir sistem sorunu olarak görmeyen reformistler, burjuva liberal değerler ekseninde antifaşist mücadeleyi hükümeti düşürmeye indirger.
Devrimci öznelerin faşizmi sınıfsal özüyle ele alıp antifaşist mücadele vurguları yapmaları tek başına faşizme karşı ideolojik ve sınıfsal duruşu göstermeye yetmez. Teori ve pratiğin uyumunda kimi devrimci siyasetlerin faşizm koşullarında dümeni liberalizme ve reformizme kırmaları, sivil toplumculuk (hayvan hakları, çevrecilik, hümanizm, cinsiyetçilik vb.) gibi burjuva ideolojinin etkisinde kalmaları ve savrulmaları oldukça uyarıcı ve dikkat çekicidir. Liberal savrulmanın en bariz görünümü antifaşist mücadelenin antikapitalist, antiemperyalist mücadele ile olan bağının koparılmasıdır. Dolayısıyla faşizm ve antifaşist mücadele vurguları, antifaşist mücadeleyi kuşa çeviren, sistem için zararsız hale getiren bir öze sahiptir. Sömürü düzenini hedeflemeyen, iktidar perspektifinden yoksun bir antifaşist mücadele düşünülemez. Faşizmle problemi olanların emperyalist-kapitalist sistemle de problemi var demektir. Faşizm kötü yöneticilerin diktası değildir. Antifaşist diktatörleri değil, diktatörlüğü hedefler. Diktatörler diktatörlüğü değil diktatörlük diktatörlüğü yaratır. Mussolini, Hitler, M. Kemal gibi, Erdoğan gibi diktatörleri yaratan tarihsel koşulları sınıfsal bir bakışla tahlil etmeyenlerin bugün yaşananlara faşizm diyemeyenlerle aynı kulvarda yüzmektedirler.
Antifaşist mücadele topyekün saldırıya topyekün karşı koymaktadır. Devlete ve devletin tüm kurumlarına karşı verilen mücadeledir. İktidar bilinciyle geniş kitlelerin örgütlenmesi, sevk ve idare edilip savaştırılmasıdır. İktidarı hedeflemeyen işçi sınıfı ve ezilen kesimleri bu bilinçle örgütlemeyen antifaşist mücadelenin burjuva reformculuğundan hiçbir farkı kalmaz. Antifaşizmin antikapitalist, antiemperyalist olmasının ayırıcı olması iktidar mücadelesidir. Zira faşizm ve antifaşizm, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf savaşımında anlamını bulur. Sınıf savaşımı iki sınıf arasındaki iktidar mücadelesidir. Bu nesnel gerçeği gözardı edenler anti-Marksist bir kavrayışla anti-faşist mücadeleyi sınıf savaşımından kopartıyor. “Saray faşizmi”, “İslami faşizm” gibi tanımlamalarla verilen “anti-faşist” mücadele ile işçi sınıfı ve ezilen kesimlere iktidarı alma hedefi unutturuluyor. Enternasyonal proletaryanın devrimci-militan gücü Marksist söylemler kullanılarak budanıyor. Dahası, basın açıklamaları, legal mücadele anti-faşist mücadele ile özdeşleştiriliyor. Anti-faşist mücadele bunları kapsamakla birlikte illegal ve silahlı mücadeleyi esas alır.
MLM’ler için anti-faşist mücadele, Demokratik Halk Devrimi doğrultusunda geniş kitlelerin örgütlenmesi ve savaştırılmasıdır. Faşizm koşullarında, her alanda tek kişi kalınsa dahi direnişin tüm olanca gücümüzle sürdürülmesidir. Faşizmin gayesi tüm direniş olanaklarını, örgütlenme alanlarını bertaraf etmektir. Hiçbir şekilde, en ufak bir sesin çıkmasını engellemektedir. Bundandır ki Yeni Demokrasi’nin şiarını haykıranlar en ağır biçimde cezalandırılır. Açık terörist diktatörlükler devrimcileri kitlelerden koparmak ister. Cenaze definlerine dahi izin verilmemesi burada anlam kazanır. Faşizm, işçi sınıfı, köylülük, gençlik (öğrenci, işçi, köylü, semt) kadınlar içerisinde, DKÖ’lerde faaliyet sürdürmenin engellenmesidir. İlerici, demokrat ve devrimci dernek, lokal, radyo, TV, dergi vb. kapatılmasından tutalım, koronavirüs bahanesi ile özellikle devrimcilerin miting, konser, basın açıklaması gibi kitlelerle buluşacağı faaliyetlerin yasaklanması, internet adreslerine erişim engellerinin konulması, tüm baskılara rağmen sokağın gücünü kullananlara gözaltı, işkence ve tutuklamalarla baskının artırılması, faşizmin somutlaşmış halidir. Devrimci mücadeleyi tamamıyla tasfiye etmek amacıyla faşist saldırganlık alabildiğine yoğunlaştırılmaktadır. Öyle ki gerilla mücadelesinde ölümsüzleşenlerimizin cenazeleri DNA eşleşme bahanesiyle ailelerine uzunca bir süre verilmemiştir. Yaratılmak istenen korku dağlarıdır. Yılgınlık, yorgunluk ve umutsuzluktur. MLM tavır, koşulların tüm ağırlığına rağmen mevzileri terk etmeden, son mermiye, son damlaya kadar halka, devrime, partiye olan inanç ve güvenle savaşmaktır.
Faşizm antifaşist mücadeleyi koşullar. Korku dağları devrimci mücadeleye yeni olanaklar, fırsatlar yaratır. Baskı ve zulüm egemen sınıfların güçsüzlüğüdür. Bu güçsüzlük sınıf mücadelesi için en büyük fırsattır. Faşizmin sömürücü düzene karşı kitlelerde oluşan tepki ve öfkeyi baskı ve zulümle bastırması, bastırdıkça toplumda basınç oluşturması, patlama anının her geçen gün yaklaşması faşizmin yarattığı en önemli olanaktır.
Hakim sınıfların ekonomik, siyasi ve ideolojik alanda yaşadıkları bunalım ve yönetememe krizi, geniş kitlelerin eskisi gibi yönetilmek istememesi (toplumdaki AKP karşıtlığı) devrimci mücadeleyi yükseltmek için bir fırsattır. Hakim sınıflar arasındaki çelişkiden yararlanma zemini sürecin yarattığı bir olanaktır.
Sömürü düzeninin çürümüşlüğü, her alanda teşhir olmuşluğu, kitlelerde inandırıcılığını yitirmesi bir fırsattır. İşçi sınıfının ve yoksul halkın yaşadıkları sorunların etrafında örgütlenme zemininin güçlü olması bir olanaktır.
Kapitalist emperyalist sistemin iç çelişkileri nedenli yaşadığı genel bunalım bir fırsattır. Alternatif olarak sosyalizmin yakıcı bir şekilde hissedilmesi olanaktır.
Mesele MLM’lerin bu olanak ve fırsatları anti-faşist mücadele ruhuyla devrimin çıkarına kullanabilmesinde düğümlenmektedir. Faaliyet alanlarındaki yoldaşlarımız anti-faşist mücadele bilinciyle donanmaları, 71 devrimci kopuşunun anti-faşist mücadele ruhunu kuşanmaları, Demokratik Halk Devrimi’nin koşulsuz gereğidir.
Bu bağlamda faşizmin en koyu olduğu, aynı zamanda mücadelelerin ivme kazandığı dönemlerde Proletarya Partisi saflarında savaşan ve ölümsüzleşen yoldaşlarımızın mücadele deneyimleri bizler için oldukça önemlidir, rehberimizdir. İnancın, kararlılığın, cüretin ve isyanın yılmaz temsilcisi olarak ölümsüzleşen yoldaşlarımız bu karanlık, sisli zamanlarda yolumuzu aydınlatan kızıl birer meşaledirler.