Faşizme karşı zaferin tarihi: 8 Mayıs 1945

sene 1941 değil artık

Moskova kapılarında değil artık Berlin kapılarında dövüşüyor artık

seninkiler bizimkiler

bütün namuslu dünyanınkiler…

Nazım Hikmet

1 Eylül 1939’da Nazi ordularının Polonya’yı işgali ile başlayan insanlık tarihinin en kanlı ve vahşi savaşı, 7 Mayıs 1945 tarihinde Sovyet ordularının Berlin’e girişi ile sona erdi. Böylece 60 milyon insanın yaşamını yitirdiği II. Emperyalist Paylaşım Savaşı halkların zaferi ile sonuçlandı. Bugün bu tarihin üzerinden tam 82 yıl geçti. Her yıl bu tarihlerde bir yandan, o dönem, vahşeti yaşayan yüzlerce insanın gözyaşları ve acıları tazelenirken, halkların Kızılordu’ya olan minnettarlığı alevlenmekte, diğer yanda da emperyalistler Sovyet ordularının bu zaferini yok saymak için çeşitli yöntemler bularak tarihi çarpıtmaya çalışmaktadır. “Avrupa’yı faşizmden Amerika kurtardı” türünden propagandalar ile Normandy çıkartmasını örnek veren emperyalistler, sanki faşizmin yenilmesinde Sovyetler Birliği’nin hiçbir rolü olmamış gibi göstermeye çalışmaktadır. Oysa bu tarih, milyonlarca Sovyet yurtseverinin kanı uğruna Kızılordu’nun tüm dünya halklarına armağan ettiği bir zaferin tarihidir. Zaten tanıklar, tarih ve gerçekler emperyalistlerin söylediklerini yalanlamaya yetmektedir.
Sovyetler Birliği’nde yükselen işçi iktidarı gün gün daha ileri noktalara taşınırken; Nazi faşizmi ise bu iktidarı ortadan kaldırmanın yollarını arıyordu. Almanya’nın saldırdığı ve işgal ettiği ülkelere bakıldığında da bu gerçek rahatça görülebilir. 1-28 Eylül 1939 tarihleri arası Polonya; 7-9 Nisan 1939’da Norveç ve Danimarka; 10 Mayıs’ta Hollanda, Lüksemburg ve Belçika işgal edilmişti. Kısa bir zaman sonra Sovyetlerin sınırlarına ulaşan Naziler, arkalarını sağlama almak için de Haziran ayında Fransa’yı işgal etmişti. 2 Şubat 1943 tarihinde Stalingrad zaferine kadar Nazi ordularının ilerleyişi devam etti. Ancak bu ilerleyiş aynı zamanda Nazilerin, faşizmin tam anlamı ile bozguna giden süreçleri idi. II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın en uzun, en kanlı çatışmalarının yaşandığı bu cephede kahramanlık destanları yaratan Kızılordu erleri, Nazilere büyük kayıplar verdirerek bir anlamda savaşın kaderini belirlemişti.

Stalingrad direnişi savaşın adeta dönüm noktası oldu. Büyük direnişe ve can kaybına sahne olan Stalingrad direnişi, Hitler ordularının Stalingrad’a saldırması ile başladı. 6 milyon Sovyet vatandaşının öldüğü direnişte, Sovyet halkı Stalin’in radyo konuşması ile yüz binler olup faşizme karşı anayurt savunusunu gerçekleştirdi. Savaşın dönüm noktası olan direnişle, Naziler önemli bir güç kaybetti ve savaşın sonucu belli oldu.

1917 devriminden sonra Lenin’in önderliğinde kurulmaya başlanan yeni toplumun bütün bir Sovyet halkında yarattığı -dünya halklarına da sirayet eden- bilinçli ve inançlı iyimserlik, gelecek konusunda duyulan sabırlı güven, İkinci Paylaşım Savaşı’nda sergilenen olağanüstü yurt savunmasının en nesnel zeminini oluşturuyordu. Sovyet halkı ve tümüyle bir halk ordusu biçimindeki Kızılordu’nun, anayurdu istila ederek içlerine doğru ilerleyen faşist Alman ordularına karşı giriştiği büyük savaş; gerçekte sadece Sovyetler Birliği’nin değil, faşizmin bizzat işgali altındaki bütün bir Avrupa halkının ve “Sovyetler düştükten sonra” sıranın geleceği diğer ulusların da savaşıydı. Faşizme ve Alman emperyalizmine karşı duyulan büyük nefret, Sovyet yurttaşlarının kahraman direnişinde somutlaşıyor ve bütün halklar, en azından gönülleriyle bu büyük savaşta Sovyetler’i destekliyordu. Sovyet direnişinin uyandırdığı heyecan, işgal edilmiş Avrupa ülkelerindeki, kimi yerde dağınık, kimi yerde umutsuz direnişleri ve partizan savaşlarını hararetlendirdi. Avrupa’da ve işgal altındaki başka ülkelerde, uluslar, Nazi işbirlikçisi rejimlere, iştahla Sovyetlerin yıkılmasını bekleyen sözde “müttefik” hükümetlere ve başka pek çok olumsuzluğa rağmen, Sovyet direnişinin moraliyle saflarını güçlendirdiler ve “yenilmez” sanılan Alman savaş makinesine karşı moralle savaştılar. Sovyetler açısından, savaşın en kritik, en zorlu aşaması olan Stalingrad savunması, bütün o direnişlerin odaklandığı bir dönüm noktası olarak yerini aldı İkinci Paylaşım Savaşı tarihinde. Her açıdan tahkim edilmiş, teknik olanakları geniş ve saldırı gücü yüksek Alman istila ordusu, bu küçük şehrin önünde, tüm tarihin en ağır bozgunlarından birine uğradı. Sovyetleri istila için gelen Alman ordusu, aylarca kuşattığı, ağır silahlarla yakıp yıktığı, dünyayla bağlantılarını kestiği Stalingrad’ın önlerinde, kelimenin gerçek anlamıyla yok oldu. Anglo-Amerikan müttefikler, ancak Sovyetler Alman ordusunun direncini kırdıktan sonra gerçek anlamda katıldılar savaşa. İkinci Paylaşım Savaşı’nda Nazi ordularının yenilmesini sağlayan, Stalingrad savunmasını bir dönüm noktası olarak belirleyip söylenebilir ki, Sovyet halkının topyekûn direnişiydi. Bütün bir ülke ve halk, tüm dünya halklarının samimi desteğini yanında hissederek, önce kıstırıldığı ve her türlü insani olanaktan mahrum bırakıldığı bir kentin içinde, sonra faşist orduyu püskürte püskürte girerek özgürleştirdiği Avrupa’nın doğu ülkelerinde amansız bir savaş verdi. Sovyetler Birliği, yeni bir düzeni kurma konusunda kanı ve canıyla bedel ödeyerek kararlılığını dolaysızca bildiren halkıyla birlikte, artık tüm dünya için, eskisinden daha da büyük bir umudu temsil ediyordu. Emperyalist egemenliğin varlığını en fazla tehdit eden de, bu umudun evrensel düzeydeki yaygınlığıydı. Faşistlerin Stalingrad’da görmeye başladıkları ve sonlarını getiren kabus, tüm zorba egemenlikler için bir “tehdit” olarak algılanıyordu nitekim.

2 Şubat 1943 tarihinde Nazi orduları geri çekilmenin son noktası olarak Berlin’e sığındılar. “Avrupa’yı faşizmden kurtardığı” iddia edilen Normandy çıkartmasının tarihi ise 6 Haziran 1944’tür. Kızılordu, 2 Şubat 1944’te büyük kayıplar vererek ve verdirerek durdurduğu Nazilere karşı 1944 Haziran’ında Doğu Avrupa’da bir saldırı hareketi başlattı. Ve Kızılordu Romanya ve Bulgaristan’ı aldı. Ağustos ayında iki koldan faşizmin üstüne yüklenen Kızılordu karşısında iyice yıpranan Naziler çareyi kaçmakta buldu. 1945 yılı başlarında ise Hitler ordularının artık Kızılordu karşısında savaşamayacağı gerçeği iyice ortaya çıkmıştı. ABD Başkanı Roosevelt, İngiltere Başbakanı Churchill ve SSCB önderi Stalin Kırım’da bir araya gelerek Almanya’nın koşulsuz teslim olması konusunda anlaştılar. Anlaşmanın ardından Ocak 1945’te Kızılordu erleri Budapeşte’ye, Nisan başında Viyana’ya ve Berlin’e hareket etti. Ve 25 Nisan’da Hitler’in sığınağı Berlin kuşatıldı. Berlin’de bir yeraltı sığınağında saklanan Hitler yenildiğini anlayınca 30 Nisan tarihinde bir günlük eşi ile birlikte intihar etti. 8 Mayıs 1945 tarihinde Almanya resmen teslim oldu ve bu tarih faşizmin yenilgisinin tarihi olarak belleklerdeki yerini aldı.

Kahramanca savaşan Kızılordu’ya seslenen komutan Stalin 3 Temmuz 1941 tarihindeki konuşmasında “bu savaş aynı zamanda bütün Sovyet halkının Alman faşist ordularına karşı yürüttüğü faşist bir savaştır. Faşist zalimlere karşı bütün halk tarafından yürütülen ana yurt savaşının amacı yalnız ülkemizin karşısına dikilen tehlikeyi ortadan kaldırma değil, Alman faşizminin boyunduruğu altında inleyen bütün Avrupa halklarına da yardımdır… Bu savaş Hitlerci faşist orduları tarafından gelen esaret ve esaret tehlikesine karşı özgürlükten yana olan halkların tek cephesi olacaktır” diyordu.

Bugün Kızılordu’yu ve komutanı Stalin’i “canavar” olarak göstermeye çalışanlara en büyük yanıt aslında bu tarihin kendisinin incelenmesidir. Bu gerçeği o dönem vahşeti yaşayan ve halen hayatta olanlardan bir kişinin şu minnettarlık dolu sözlerinde de bulmak mümkündür; “Stalin bizim için bir semboldü. Stalin ve Kızılordu’nun bizler için değeri çok büyüktü. Stalin demek direniş demekti. Ben bu yaşa gelmemi Kızılordu’ya borçluyum. Kızılordu’nun zaferi olmasaydı, Almanya’yı yenilgiye uğratmasaydı bugün hayatta olamazdık.”

Evet Stalingrad direnişinin, Sovyet ordularının yıkılmaz komutanı Stalin dünya halklarına umuttur ve umut olmaya da devam etmektedir. Onun önderliğindeki Kızılordu faşizmin onca gücüne rağmen yenilmez olmadığının bir ispatıdır.