Meydanlarda “kimseyi sokağa çıkartamayacaksınız” diye adeta yırtınarak bağıran Tayyip Erdoğan, hiç böyle bir derdi olmayan kişiyi hedefliyor. Ezber cümlesine yine meydanlarda şunu ekliyor: “15 Temmuz gecesinde tankların arasından kaçıp Bakırköy Belediyesine gitmiş olabilirsin ama bu defa kaçmaya fırsat bile bulamazsın, onu bil” diyor. Bu sözlerin muhatabı Kemal Kılıçdaroğlu. Kuşkusuz bu sözler havaya söylenmiş sözler değil. Zamlar, yeni vergi uygulamaları, işsizlik ve ekonomik nedenlerle Fransa’da başlayan “sarı yelekliler” eylemi bağlamında Tayyip Erdoğan’ın depreşen “sokak” korkusunu Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden politize etme ve saldırıya dönüştürme biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Bu söylemlere birde “Fırat’ın Doğusuna yöneleceğiz” diyerek Rojava’da işgalin yeni halkalarla genişletileceğine yönelik tehditler eklenip, dört başı mamur bir şovenizm-gericilik içeren bir seçim kampanyası AKP-Tayyip kliği tarafından başlatılmış oldu.
Gezi anıştırması yaparak, “sarı yelekleri” kendi kendine hezeyan yapan ve bir süredir “aman ha” diyerek tehditler savuran AKP-Tayyip kliği, Kılıçdaroğlu’na dahi sokakları yasaklamayı salık veren politik söylemle eli yükseltiyor. Kuşkusuz sokağa dayalı muhalefetin değil egemen sınıf klikleri arasındaki mücadelede muhalefet kliğin temsilcisi olan Kılıçdaroğlu’na yönelik bu mesaj bir noktada manasız. Sokakta yeri olmayan bu faşist kliğin temsilcisine “sokağa çıkarsan sonun ölüm olur” tehdidi, halk muhalefetine yönelik göz dağının çapını ve boyutunu gösterme biçimidir. Bu aynı zamanda tırmanan ekonomik kriz ve seçimlerin yarattığı politik iklimin Tayyip Erdoğan tarafından kendisi ve CHP ekseninde odaklanan bir mücadele şekline bürünmesine yönelik yönetme biçimidir. Bu eksene oturmuş mücadele aynı zamanda sistemin garantisi ve Tayyip Erdoğan’ın en mahir şekilde yürüttüğü mücadeledir. Zira kitlelerin, CHP eksenine yönlendirilecek ve bir seçim vesilesiyle oraya kilitlenecek muhalefet ruhu kutuplaşmış kitlelerin daha kolay yönetilmesini sağlayacağı gibi, daha önemli olan Şovenizm kampanyasını etkin kılma olanağı yaratacaktır. Zira bu seçim vesilesiyle bir kez daha faşist kliklerin kimin daha iyi faşist ve Türk şovenisti olduğuna yönelik yarış söz konusu olacaktır.
Tayyip Erdoğan ve kliğinin özellikle Fransa’da “sarı yelekliler” takıntısına (ya da korkusuna) kısaca değinmekte fayda var. Döviz kurunda Ağustos ayı boyunca yaşanan hareketlilik ve emperyalist asalakların tatlı vurgunları ile durulan ve denge bulan süreç sanki ekonomik kriz koşullarının kaldırıldığı algısına dönüştürülmeye çalışılmıştır. Oysa Kasım ayı verileri var olan ekonomik krizin derinleşerek devam ettiğini göstermektedir. İşsizlik oranındaki resmi artış, sanayi üretimindeki daralma, bütçe açığındaki rekor artışların durdurulamaması tepetaklak gidişin göstergeleri. Ki Merkez Bankası hemen önce faiz artışlarını sabit tutma kararıyla ilgili açıklamasında yüksek enflasyona dayalı bir ekonomik sorun, durgunluk yani kriz içinde olunduğunu açık bir şekilde kabul etmişti. Bu ortamda seçime giden egemen sınıflar arasında bir yandan keskin bir mücadele söz konusu olacakken diğer yandan toplumsal patlamalara gebe olan koşullarda kitleleri rıza ve şiddet yolu dahil her türlü faşist yol ve yöntemle kontrol etme kaygısına itmektedir. Bu bağlamda Tayyip Erdoğan ve şürekâsının sarı yelekliler korkusu ve bu bağlamda CHP’ye odaklanmış bir şekilde kitlelere verdiği mesajlar kendini en ileri düzeyde anlatma biçimi olarak görülmelidir. Bunun yan ürünü ise seçimler vesilesiyle faşist klikler arasındaki mücadele de güç devşirme ya da pekiştirme olmaktadır.
Seçim bu bağlamda Gezi korkusu, sokağa ve meydanlara çıkılması durumunda ölüm ve imha tehdidi, muhalefetin ancak seçimler vesilesiyle kendisini ifade edebileceği başka türlü muhalefet biçimine ve yöntemine müsaade edilmeyeceği yönlü faşist saldırıyla, ideolojik kuşatmayla, korku iklimini tırmandırmayla start almıştır.
Bir Seçim Ve Bir Şovenizm Kampanyası Daha
Türk hakim sınıfları için bugün en önemli korku Kürt meselesidir. Özelde ise Rojava. Rojava’daki her gelişme Türk hakim sınıfları için hayati derecede önemli olmaktadır. Çünkü Kürtlerin dört parça Kürdistan’da ulusal hak kazanımlarında en ileriyi temsil eden bir özelliği söz konusudur. Buradaki her Kürt kazanımı TC’nin bölünme ve parçalanma korkusunu, Kürt halkının ulusal mücadelede daha enerjik bir ivme kazanması anlamına gelmektedir. Bu bağlamda var olan dengeler içinde Rojava’da Kürt ulusal kazanımlarını boğmak, emperyalistlerin ezen uluslar lehindeki konumlanışını bu boğma hareketinde silaha çevirme hesabı yapmaktadır. Bu bağlamda Rusya ve ABD icazeti ile Afrin’i işgal etmiştir. Şimdi Kobane ve Cizire kantonlarını hedef haline getirmiştir. Bir süredir devam eden tehditler Minbiç’te ABD ile ortak devriye ve bu alanda elde ettiği tavizlere dayanarak işgal tehdidine dönüşmüştür. Son günlerde sınıra işgal hazırlıkları yapacak askeri ve lojistik bir sevkiyat yaparken, Tayyip Erdoğan ağzından birkaç gün içinde işgalin başlayacağı ilan edilmiştir. Ancak bu alanın Afrin kadar kolay izin alınacak bir bölge olmadığı açıktır. Burada emperyalist güçlerin gözettiği dengeler ve hesaplar hiç kuşkusuz Afrin’e benzememektedir.
Faşist diktatörlüğün Rojava’da işgal için belirttiği birkaç gün bir türlü gelmemektedir. Çünkü henüz ABD’den beklediği işareti almamıştır. Türk devleti emperyalist güçlerin sınırlarını sonuna kadar zorlayıp direnç gördüğünde çark etmekten hiç geri durmamıştır. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu tamda Rojava’ya yönelik tehditler havada uçuşurken Baas rejimi ile çalışabileceklerine dair söylemler geliştirmiştir. Ancak Rojava için belirlenen birkaç gün hızla tükenirken Çavuşoğlu da Esad söyleminde çark etmiştir. “Çalışabiliriz” söylemi “demokratik bir seçim olur ve Esad kazanırsa çalışmaya hazır olmalıyız” şeklinde bir şarta bağlanmıştır. Bu Türk egemenlerinin aynı anda iki ipte birden oynamaya çalışan beceriksiz cambaz görüntüsü bir kez daha kendini göstermiştir. Faşist diktatörlüğün Rojava’ya yönelik tehditlerinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden bağımsız olarak bu işgal hevesine karşı mücadeleci güçlerin sert ve kesin bir duruş göstermesi zorunludur. Ancak bu işgal söyleminin aynı zamanda bir Şovenizm kampanyasına dönüştüğü, Kürt düşmanlığını daha fazla ve güçlü şekilde körüklemeye yönelik yeni bir adım olduğu açıktır. Buna karşı Kürt ulusunun dört parçada özgürce Ayrılma hakkı olduğu, buna yönelik her saldırıya ilhak ve işgale karşı mücadele içinde olunması gerektiği ezen Türk ulusundan halk kesimine ısrarla kararlılıkla anlatılmalıdır. Özelde Faşist diktatörlüğün şovenizm kampanyasına karşı “Kürt Ulusunun Özgürce Ayrılma Hakkı” daha cüretli, atak ve yaygın bir propagandayla savunulmalıdır. Seçim süresi boyunca gerici Kürt düşmanı yönelim ve özel kampanyaya karşı Kürt ulusunun temel hakları ve özgürlüğü aktif propaganda edilmeli, özellikle ileri kitlelerin şovenizmin etkisinden kurtarmaya yönelik etkin çalışmalar ve net kesin, kararlı bir duruş sergilenmelidir. Bu seçim süreci yine Kürt düşmanlığını odak noktası yapacak kampanyalarla örgütlenecektir.
Bulunduğumuz koşullar hali hazırda durulmayan bir politik krizin büyüyerek gelen bir ekonomik krizle çakıştığı koşullardır. Bu bağlamda faşizmin topyekün saldırısına karşı daha direngen ve kesin çizgileri belirlenmiş net politik yönelim ve tavizsiz bir çizgiyle süreci karşılamak elzemdir. Reformist çözümlerle arasına kesin çizgi çekmiş, devrimci çizginin halk için gerçek sonuçlar üreteceğini kavrayan bir yaklaşımla mücadelenin olduğu her cephede süreci karşılamak asli görevimiz olmalıdır.