Salgın sürecinin siyasi ve ekonomik krizi derinleştirmesiyle birlikte halk kitlelerinde ortaya çıkan açlık, yoksulluk, işsizlik ve sefalet devletin, siyasi durumu dengede tutma, oluşabilecek kitle hareketlerini önlemeye yönelik politikaları da gündeme gelmiştir. Bu politikalarını yer yer “demokrat” gözükerek çoğunlukla ise faşist saldırganlıkla özünde de sömürü sistemini koruma ve sürdürme adına gerçekleştirmektedir. Bunun en çarpıcı örneğini ölüm orucu direnişini 323 gün sürdürdükten sonra şehit düşen İbrahim Gökçek ve sonrası süreçte gelişen olaylarda görebiliriz.
İbrahim Gökçek’in 323. günde şehit düşmesiyle birlikte cenazeye ve cenazeye katılanlara dönük devletin polisi, askeri ve faşistler tarafından saldırılar gerçekleştirilmiştir. Alevi inancının ibadethanesi olan cemevine dönük saldırılar gerçekleştirilmiş, gaz bombaları atılmıştır. Cenaze günü devlet kendi savunduğu egemen dinin bile kurallarını çiğnemiş, kapılar, pencereler kırılarak zorla cemevine girilmiş ve İbrahim Gökçek’in naaşı, ailesi, yoldaşları ve dostlarından kaçırılarak Kayseri’ye gönderilmiştir. Çünkü dinde, dinin kuralları da egemen sınıfların politikalarına göre şekillenmekte, egemen sınıfların çıkarına uygun düşmediğinde ona dair yeni fetvalar verilebilmektedir, öyle ki bu durumda İbrahim Gökçek’in ailesi de bu saldırılara maruz kalmıştır. Cenazenin kaçırılarak Kayseri’ye gönderilmesiyle devletin her zaman elinin altında tuttuğu faşist, paramiliter güçler de bir anda devreye girmiştir. Faşistler tarafından, cenazeye dönük tehditler savurulmaya başlanmıştır.
Bir süredir kamuoyuna da yansıyan devrimci, demokrat ve yurtsever hareketin şehitlerinin mezarlarının tahrip edildiği bilinmektedir. Tüm provokasyon girişimlerine rağmen Kayseri’ye defnedilen İbrahim Gökçek’in şimdi de mezarından çıkartılarak yakılacağı tehdidi devam etmektedir. Bu tehditleri savuranlardan biri olan Kayseri Ülkü Ocakları Başkanı Serdar Turan, Devlet Bahçeli’nin emriyle görevinden alındı ve ildeki tüm ülkü ocaklarının ikinci bir emre kadar kapatıldığı belirtildi.
DEVLET NEYİ HEDEFLEMEKTEDİR?
Kayseri Ülkü Ocakları’nın kapatılmasının iki yönlü bir sonucu ortaya çıkmaktadır. Birincisi; faşistlerin tasmasını elinde bulunduran devletin şu anki kriz döneminde onların ortalığı daha da alevlendirmesine ihtiyacı yoktur. Toplumsal sürecin isyanlara gebe olduğu, devletin hem siyasi hem ekonomik krizinin salgınla derinleştiği böylesi bir süreçte devlet toplumsal dengeyi koruma adına faşistlerinin ipini sıkı tutmaktadır. En ufak bir kıvılcımın yangına dönüşeceğinin bilincindedir ve bundan korkmaktadır.
İkincisi; AKP-MHP arasındaki ittifaktaki çıkar çatışmasının yansımasıdır. AKP hem faşistlere sahiplerinin kim olduğunu gösterirken MHP’ye de gözdağı vererek iktidarın asıl kimde olduğunu bir kez daha bildirmiştir. AKP hem MHP’ye hem de faşist paramiliter güçlerine sınırlarının ne olduğunu keskin çizgilerle belirlemiştir.
Gıdasını ırkçılık-şovenizm, militarizm ve devrim- komünizm düşmanlığından alan devlet, “terör” yaftasıyla da pekiştirmeye çalışmaktadır. Kitle dinamiğinin yükseldiği, devrimci dalga ve hareketlerin halk içerisinde kök saldığı, direniş ve mücadele hattıyla egemenleri yıpratmaya başladığı andan itibaren her daim elinin altında olan faşist çetelere ve katillere sarılırlar. MHP, BBP ve ülkü ocaklarında cisimleşen fakat sistemin çarkları içerisinde öğütülen her sistem partisinde varlık gösteren faşist çeteler ve katiller sürüsü, devrimci, demokrat ve yurtseverler başta olmak üzeri muhalif tüm kesimlere saldırmak için tetikte tutulmaktadırlar. Faşist çeteler bu anlamıyla TC devletine yönelen her direniş ve başkaldırıda temel düstur olarak saldırı hareketinin en aktif dinamikleri olmuştur. TC devleti bütün kirli işlerini yaptırdığı bu güruhu olabildiğince besleyerek her daim elinin altında bir sopa olarak bekletmektedir.
Devletin bu pratikleri toplumsal bir hareketin ortaya çıkmasından kaçındığını, buna yönelik her hareketi bastırmaya ve dengelemeye çalışacağını göstermektedir. Bu da devletin ne denli büyük siyasi ve ekonomik kriz içerisinde olduğunun apaçık göstergesidir. Biz devrimciler buradaki esas halkaya yönelmeli, devletin krizini daha da derinleştirmeli ve korkularını büyütmeliyiz.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Mayıs 2020 tarihli 61. sayısından alınmıştır.