[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Faşist diktatörlük 2015’te başlattığı topyekûn saldırı dalgasına bir solukluk mola vermeksizin devam ediyor. ABD emperyalizmi ve NATO ile sıkı pazarlıklara, Rusya’nın yoğun bir ekonomik-siyasi kuşatma altında olmasının yarattığı yeni imkânlara da dayanarak Irak Kürdistanı ve Suriye Kürdistanı’na 20 Kasım’da yoğun bir hava saldırısı başlatmıştır. Bunun için ABD’den hava sahasını kullanma izni aldığını anlıyoruz. Endonezya’nın başkenti Bali’de gerçekleşen zirvede İsrail ve Mısır ile ilişkileri düzeltecek adımlar atması, ABD ile uyuma verdiği önemi ve dikkati de görünür kılması bu yöndeki hareketinin ön hazırlığı olarak yorumlanabilir. Hava saldırılarının sadece İstiklal’deki patlamaya “yüreklere su serpen” bir cevap niteliğinde olacağını düşünmek saflık olacaktır. Sözü geçen patlama hakkındaki gerçekler de olayın bu yönde gelişmediğini somutlaştırmaktadır.
Bu saldırının kapsamının ve boyutunun ne olacağını kesin olarak bilemeyiz. Buna rağmen tahminlerde bulunabiliriz. Saldırıların kapsam ve boyutunu belirleyecek olan birinci öğe Kürt Ulusal Mücadelesinin direniş ve tutumu iken diğeri ise emperyalistlerle yürüttüğü pazarlıklar, onlardan koparacağı tavizler olacaktır.
Halk kitlelerine ve direniş halindeki devrimci, demokratik güçlere karşı topyekûn saldırısını faşizm siyasal-ideolojik ve askeri çerçevede yürütmektedir. Kürt ulusal kazanımlarına, onun örgütlü siyasal ve askeri güçlerine yönelik imhayı da içeren; ama esasta boyun eğdirme ve onu kendi gerici siyasal çizgisine mahkûm etmeyi hedefleyen bir yaklaşım içindedir. Bu siyasal eksen üzerinde Irak Kürdistanı ve Suriye Kürdistanı’nda işgali yaymayı da içeren saldırılar sürdürmektedir. Ulusal Kürt güçlerine yönelik saldırının yanında diğer toplumsal güçler de devletin tüm zor aygıtlarıyla sindirilmeye çalışılmaktadır.
Türk egemen sınıfları Kafkasya’dan Ortadoğu’ya, Akdeniz’den Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir cephede tüm gücünü seferber eden bir saldırganlık içindedir. Bunun için “güçlü devlet, güçlü lider” retoriği ile yalınkat bir şovenist politika izlemektedir. Şovenizme dayalı siyasal ve ideolojik saldırganlık tüm siyasal, kültürel, sanatsal, sportif alanları kuşatmaktadır. Bu faşist saldırganlığı “darbe karşıtlığı”, parlamento, seçim vs. gibi sahte aparatlarla perdelemeye çalışan, güçlü bir ideolojik hegemonya alanı da yaratmaktadır. Bu, çok yönlü kuşatmanın ve yoğun saldırının altında öfkeyle bilenen kitlelerin yönetilmesinde ciddi kolaylaştırıcı bir politik iklimin oluşmasını da sağlamaktadır. Her şoven histeri Cumhur ve Millet ittifaklarının organize yarışının bir unsuru olmuş, bu iki gerici faşist blok arasında sıkışan geniş kitleler, tüm ekonomik, siyasal, demokratik sorunların yarattığı öfke ve tepkiye rağmen adeta felç haldedir. Seçim yarışına kilitlenen halk yığınları “100 yılın seçimleri” ile her şeyin değişeceği gibi boş ve geleceksiz bir beklentiye hapsedilerek “gerçeğin çölünde” sürüklenmektedir.
Bu gerçeklik içinde halk güçlerinin bir bölüğü de reformist hayalleri tüm enerjisi ile pazarlayanların objektif etkisi altında kalmaktadır. Halkın kurtuluş isteği bir taraftan da bu cendereye sokulmaktadır. Egemen sınıfların güç dengelerindeki her olası değişimi ve bunun için gelişen her taktiği çölde vaha görmüş biçarenin umudu gibi, “demokratik alanı” genişletme gerekçesiyle kabul eden, bu kirli oyunda yer edinmeye çalışan reformist tutumlar meşrulaştırılmaktadır. Anayasa değişikliği gerekçesiyle yapılan ziyaretle, Edirne-Amed hattında yapılan jestle beklentilerin kabarması, kafa bulandıran “anlamlı” tartışmaların oluşturulması hiç zor olmamaktadır. Fırsattan yararlanma çağrılarının buna teşvik amacı taşıdığını da ekleyelim.
Karşılıksız kalacak görünse de bu hamlelerin genel atmosferin karakterini anlamak bakımından veri olduğunu söylemeliyiz. Türk egemen sınıfları her adımı bir saldırı, kuşatma, yok etme, hareketsiz kılma, boş beklentiler oluşturmaya odaklamış durumdalar. Bu hamlelerin her biri topyekûn süren saldırının bir parçası olarak devreye girmektedir. S. Kürdistanı ve I. Kürdistanı’na başlatılan 20 Kasım saldırısından hemen önce 14 Kasım’da yani Tayyip Erdoğan G-20 zirvesine giderken, İstanbul Taksim’de sivilleri hedef alan bomba patlatıldı. 6 kişinin öldüğü, onlarca kişinin yaralandığı bu eylem bir şovenist kampanyayla hızla YPG-PYD’ye ve dolayısıyla PKK’ye mal edildi. Biçimi, amacı, zamanlaması vs. göz önüne alındığında eylemin bir provokasyon, komplo teorisine tenezzül edilmeyecek kadar yönlendirmeli olduğu açıktır ki eylem sonrası oluşan devlet yönelimi ve 20 Kasım saldırganlığı sorunun bir yanını açıklığa kavuştururken, diğer yanı ise AKP-MHP bloku içinde süren mücadelenin uzantısı olarak kendini göstermiştir. Seçimlere giderken güç dengelerinin aleyhine değişmemesi için AKP-MHP’nin tüm olanakları sonuna kadar zorlayacağı açıktır. Ancak bu blok eliyle sürdürülen topyekûn saldırganlığı, bir seçim yatırımı ve taktiği olarak görmek gelişmelerden uzak bir yaklaşım olacaktır. Gelişmeler topyekûn saldırının “meyvelerinin” seçimler için kullanılması olarak okunmalıdır.
Faşist diktatörlüğün bölgede kaybettiği konumu elde etmek için attığı adımları Kürt Ulusal Mücadelesine diz çöktürülmesine yönelik bir yoğunlaşma olarak okunmalıdır. Nitekim İran Kürdistanı merkezli büyüyen ve yetkinleşen isyan, TC’nin saldırganlığıyla eş zamanlı İran’ın da Erbil ve Süleymaniye’ye yönelik gerçekleştirdiği hava operasyonları bölgede örtülü ve açık bir mücadelenin, arayışın ve biçim verme çabasının göstergesidir. İran ve TC tüm bölgede daha güçlü aktör olmak için zıt kutuplarda adımlar atmaktadırlar. Dolayısıyla gerçekleşen saldırı bir seçim yatırımına indirgenemeyecek kadar bütünlüğe sahiptir. Her gelişmeyi ve durumu seçim bağlamına oturtmaya odaklı bir düşünce söz konusudur. Devrimci eylemleri de devletin parmağı olan provokasyonları da TC’nin dış politikadaki hamlelerini de Kürt Ulusal Mücadelesine yönelen genel saldırganlığı da seçim ekseninde değerlendiren, kitlelere bu ambalajı sunan bir yaklaşım sürece hükmetmektedir. Bu düşünce, gelişmeleri doğru okumaktan doğru tutum almaya kadar bir dizi alanda kitleleri maniple eden sorunlara neden olmaktadır. Sunulan bu tablo, halkın bilincini bulandıran, sorunları yanlış kavramasına yol açan bir tablodur.
Patlayan her silah, bomba ya da hak arama eylemi hızla ve etkili bir çalışmayla seçim sandıkları, seçim takvimi gösterilerek olumsuzlanmakta, AKP-MHP’nin gücünü korumasına hizmet eden bir bağlama oturtularak değerlendirilmektedir. Özellikle 7 Haziran-1 Kasım süreci hatırlatılarak, tarihin tekerrür ettiğine kitleler inandırılarak gözler bağlanmaktadır. Devletin içinden geçtiği süreç 2015 sürecinden çok farklıdır. Savaşta inisiyatifi kaybetmiş, bölgede hedeflerinden sapmış, iç klik mücadelesinin bir boğazlaşma evresinde olduğu, kitlelerin hareketli ve yönetilebilir olmaktan çıktığı bir koşulda devletin başlattığı topyekûn saldırı hamlesi süreci ile savaşta inisiyatifi ele aldığı, kitleleri yönetebilir bir noktada tuttuğu, “güçlü ve her şeye hâkim olan ve hükmeden devlet, dünya lideri, dünya devleti” propagandasıyla ayakta duran devlet gerçekliği ve süreci farklıdır. Doğal olarak bu durum devlet açısından farklı yaklaşımları, ele alışları ve tutumu da getirir. Sıkılan her kurşunu, patlayan her bombayı hangi amaç objektif verileri içinde değerlendirmeksizin provokasyon olarak değerlendirmek, seçim sürecine bağlamak, AKP-MHP blokunun hizmetine sunulan bir şey olarak görmek nesnel durum ve koşulları okumaktan uzaklaşmak demektir. Provokatif eylemler için de aynı yaklaşım geçerlidir. Her provokatif eylemin de amacını benzer bir şekilde açıklamak gerçeklerden, somut durumdan hareket etmemekten kaynaklanır. Böyle davranmak istediği yeri görmek için konumlanan ve buradan “gördüğünü” değerlendiren biri gibi davranmaktır. Dolayısıyla yanılgılı bir duruma işaret eder.
Gelişmeleri ve olayları bir bütünlük ve devletin genel yönelimiyle değil, seçimle sınırlı veya egemen sınıf kliklerinin uzlaşmazlıkları içinde değerlendirmek bizi gerçeklerden uzaklaştırır. Elbette kliklerin pay kavgası da bu süreçlerde rol oynar; ama bunun genel bir belirleyen olduğu doğru değildir. Bu, halkı sisteme bağlamanın, devrimci eyleme düşmanlaştırmanın, halkı korku ve panik ikliminde pasifize etmenin, yalancı ve hayalci kurtuluş reçeteleri ile kandırmanın bir yöntemidir. Özellikle burjuva liberal aydınlar, reformistler ve Millet İttifakı denen faşist blok bu eksende kol kola girmiş durumdadır. Halka gerçekleri, gelişmelerin iç yüzünü ve özünü anlatmak başta komünistlerin ve devrimcilerin sorumluluğu altındadır. Bu, doğru bir bilinç ve doğru bir mücadele hattı ve onu yönlendiren doğru bir politik yönelimle olanaklıdır.