17 yıllık hükümeti boyunca 19 seçime imza atmış olan AKP’nin Genel Başkanı R.T Erdoğan 2019 Yerel Seçimleri’nin ardından yapmış olduğu balkon konuşmasında “içinde milletin olmadığı bir siyasetin sonu nereye çıkar? Faşizme çıkar, diktatörlüğe çıkar” demişti. Birçok devrimci demokrat ilerici güç Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşmasını “gardı düştü, tökezlemeye başladı” vb. biçiminde okumuştu. Sistemin bugün kumanda merkezinde oturan AKP-Erdoğan iktidarı 17 yıl boyunca ürettiği faşist halk düşmanı politikalarını seçimler eliyle kitlere onaylatma konusunda tipik bir örnektir. Seçimlerin kitlelerin memnuniyetsizliğinin örtüsü ve ötelenmesi olarak kullanılması TC için ne sadece 17 yıllık AKP dönemini içermektedir ne de AKP gidip diğer faşist klik temsilcilerinin kumanda merkezine oturmasıyla değişecek bir olgudur. Seçimler bu eksende kitleleri oyalamanın önemli bir aracı olarak kullanılmaktadır. Tayyip Erdoğan konuşmasında yaptığı belirleme de bunu itiraf niteliğindedir. Bir devletin faşist olup olmadığı bir devlet başkanının diktatör olup olmadığı seçimler aracılığıyla ve halk eliyle seçilip seçilmemesine bakılarak belirlenemez. Ancak seçimlerin yapılıyor olması ve parlamentonun bulunması vb. olgular hakim sınıflar cephesinden halk düşmanı politikaları halka onaylatma ve halkı kandırıp oyalama ekseninde geçmişten günümüze kullanılagelmiştir. Tam da bugün hakim sınıfların temsilcilerinden biri olarak AKP 17 yıllık süreç boyunca kitlenin seçimlerde kendisine verdiği her bir oyu faşist politikalarının dayanak noktası güvenoyu olarak kullanmayı başarmıştır.
Devrimci, demokrat, ilerici kesimler içerisinde TC’nin son 17 yılına şaşı bakıp kör olma hali hâkimdir. Faşizmi AKP; AKP’yi de devlet gören bu bakış açısıyla düşman olgusu ilginç bir boyut almıştır. Düşman olgusundaki bu buğulu cam görüntüsü eşliğinde mücadele biçim ve yöntemlerine ilişkin de moda yöntemler geliştirilmektedir. Seçimlerde yürütülen tartışmalar faşizmi perdeleme politikalarının aracı haline gelmekte, bu eksende kitlelerin bilinci bulanıklaştırılmaktadır. Esas yöntemlerinde ısrar edenler bu noktada iddiasını ortaya koyanlar ise çağ dışı kalmakla yargılanır.
Erkek egemen Türk hakim sınıfları içte ve dışta çok ciddi ekonomik, siyasi, askeri bir krizin içindedir. İçte halkın sistemden memnuniyetsizliğinin ayyuka çıktığı ve bu eksende akacak yeni mecralar aradığı bir süreçten geçiyoruz. Sistemle umutları arasına mesafe koyan kitlelerin umut yollarının döşenmesine duyulan ihtiyaç sürecin bu eksende devrimci ihtiyaçlarını da açığa çıkarmaktadır.
Kadınlara büyük vaatler sunulan şu kısacık geçmişe bakıldığında kadın cinayetlerinin % 1400 artışı, eşit işe eşit ücret talebinin dahi dillendirilememesi, kürtaj hakkının yasaklanmaya çalışılması, işten çıkarma saldırıları, katillere ceza indirimleri, kadınların gece çalışma sürelerinin artırılması ve sektörün genişletilmesi, merdiven altı atölyelerde kadın emeği sömürüsün önün pervasızca açılması, çocuk ve yaşlı bakımının kadınların görevi olgusunun yerleştirilmesi politikaları uygulanmıştır. Üç çocuk söylemleriyle kadının geleneksel rollerinin pekiştirilmesi Kadın Bakanlığı’nın Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na dönüştürülmesi, yaşamın her alanında ötekileştirilen, baskı ve şiddet gören kadını değil sistemi koruyan politikalara ağırlık verilmiş bunların en tipik biçimleri sistemin kadın konulu söylem ve politikaları olmuştur. Bu politikalar yaşama geçirilirken devlet en çok da kadınların desteğini özellikle kendisine taban oluşturan kitlenin yarısını oluşturan kadınların desteğini arkasına almaya çalışan bir saikle hareket etmiştir. Kendi kadın düşmanı politikalarını savunma konusunda bu kesimden kadınları ortaya sürmüştür. Bu çerçevede örneğin pembe otobüs uygulaması çarpıcıdır. Kamuoyunda bunu destekleyen kadınlarla politikasını etkinleştirme yöntemi uygulanmıştır. Kabataş olayı çarpıcıdır. Ensar Vakfı’ndaki çocuk istismarına ilişkin aile bakanının “bir kereden bir şey olmaz” açıklamaları ibretliktir. Toplum böylesine soysuzlaştırılmaya alıştırılırken bu politikaların en esas konusunu hep kadınlar oluşturmuştur.
Bu sebeplerle sistemin kendisini meşrulaştırma zemini olarak seçimlerde kadınların durduğu yer ayrıca bir önem arz etmektedir. Yukarıda da söylediğimiz gibi bütün bu politikaları üreten uygulan kimdir? Bu politikaların amacı nedir? Peki, kadınlar ne yapmalıdır? Bu sorulara verilen cevapların politik öznelerinin körlüğünü içine alan bir tartışma yürütmeyeceğiz. Evet, AKP kadın düşmanı bir sistem partisidir. Ya karşıtı olduğu söylenerek kadınlara sunulan diğer seçenek kimdir? Mazbatası alındıktan sonra İmamoğlu “kadınlar geliyor, gençler geliyor her şey çok güzel olacak” dediğinde karşıtı olduğunu iddia ettiği AKP-Erdoğan’dan farkını nasıl koymaktadır. Söylemsellik, popülizm ve bu tarzda üretilen politikalarla kadınların devrimci enerjilerini soğuran ve bu enerjiyi sistem içine akıtmaya çalışan politikalar sürece damgasını vurmaktadır. Bu eksende üretilen politikalar, içeriği tartışılmaksızın geçici, küçük kırıntılarla kadınların aldatılmak istendiği süslü argümanlardır. Kadınların bilinçlerini bulanıklaştırmayı amaçlayan bu politikalara karşı kadınları örgütlemek temel sorumluluk alanımızdır. Bütün bu gerçekler ışığında sisteme güç taşıyan, aklanmasına yol açan, kadınların umudunu sistematik bir biçimde seçimlere bağlayan bu çerçevede kadınları kadın düşmanı faşist klik temsilcilerinden herhangi birisini seçmeye yönlendiren bütün politik görüş ve yaklaşımlara karşı set olmalı, kadınları gerçek kurtuluş yolunda örgütlemeliyiz.