Faşist diktatörlüğün dümeninde bulunan AKP-MHP bloku emperyalist sermayenin yarı-sömürge yarı-feodal sistemlerde neden olduğu ağır tahribatın ve bu sermayenin ekonomik krizinin devamı olarak yaşanan buhranda süreci yönetmeye çalışıyor. Ekonomik buhranın tüm politik ilişkileri ve denklemi de bozması ve bu alanda da bir krize yol açması genel geçer bir yasadır. Faşist diktatörlüğün uzun zamandır içinden çıkamadığı, bu yasadan kaynaklanan politik krizi kökleşmiş, belirginleşmiş olarak devam etmektedir. Muhalefetin uzun bir zamandan sonra gündem belirleyen bir güce erişmesi, egemen bloğun onun karşısında ve daha da önemlisi gerçeklik karşısında zayıfladığının bir göstergesidir. Yönetmekteki başarısızlık ve bunun derinleştirdiği klikler arası çatışma ve mücadele iktidar bloğunun aleyhine ilerlemektedir.
Krizin çok saçaklı olduğu böylesi durumlarda faşizmin süreci yönetme biçimi de esasta daha fazla saldırganlıktır. Verili politik dengeleri korumak, sürdürebilmek ve krizin kendi üzerindeki faturasını hafifletmek için baskı mekanizması devreye girer. Bu mekanizma toplumun tüm kesimlerine düne göre daha fazla uygulanır. Ulusal ve uluslararası duruma, genel politik iklimin ve çelişkilerin boyutuna uygun olarak bu baskı mekanizması şekil alır.
Emperyalistler arası çelişkinin yoğunluğu, bu yoğunluğun yarattığı saflaşma ve konumlanış, bileylenen savaş baltaları, pazar alanlarına yönelik hevesler baskı mekanizmasının dozu açısından güçlü ve yönlendirici etkiler olarak karşımıza çıkar. İçinden geçtiğimiz süreç, özellikle Ortadoğu’da uzun süredir devam eden savaş iklimi, Kuzey Afrika, Kafkasya ve Ukrayna’ya kadar uzanan emperyalist kışkırtma, işgal girişimleri ve işgaller uluslararası ölçekte faşizmin baskı mekanizması için çok uygun bir iklim anlamına gelmektedir. Tüm bu süreçlerin bir parçası ya da uzantısı olan Türk egemen sınıfları, ekonomik ve siyasi krizi yönetmek için içerde ve dışarda saldırganlığı tırmandırma, saldırganlık tehdidini sürekli diri tutma üzerine kurmuştur. Emperyalistler arası çelişki ve çatışmanın derinleşmesi, sorunlu tüm alanlarda gerginliklerin ortaya çıkması Türk egemen sınıflarını daha güçlü rol alma, çıkarlarını bu fırsattan yararlanarak büyütme yoluna sokmuştur. Özellikle Irak Kürdistanı ve Suriye Kürdistanı üzerinden bu açık hevesini somut işgal girişimine büründürmekte, her fırsatı bu işgali statükoya çevirme ya da genişletme aracı olarak kullanmaktadır.
Bu yönelimini hayata geçirmek ve kitlelerin yaşadığı tüm yoğun çelişkiye, sorunlara rağmen yönetme aracı olarak ise kuruluş felsefesinde yer alan Türk-İslamcılık temeline oturmuş iki temel ideolojik argümanı kullanmaktadır. İslamcılıkta “ikna edici AKP”, Türklükte ise “ikna edici MHP” korelasyonu söz konusudur. Ki millet ittifakı içinde de kendini ispatlamış temsilciler hazırda bulunmaktadır. Şovenizm her durumda güçlü bir argüman olarak kullanılmaktadır. Tüm sorunlar dışardaki nedenlerle açıklanmakta ya da “Allah’ın hikmeti” olarak sunulmaktadır. İç ve dış politikada Kürt ulusuna ve Kürt ulusal hareketine yönelik inkâr ve imha savaşı Türk şovenizminin köpürtülmesinde en işlevli toplumsal çelişkidir.
Türk şovenizmi, devletin “bekası” için toplumsal destek işlevi de gören karşıtlık Kürt ulusal sorudur. Türk hâkim sınıfları hem içerde hem de dışarda güvenlik kodlamalarını, beka sorununu uzun zamandır bu meseleye bağlamıştır. Tüm toplum kesimlerini bu karşıtlık üzerinden şekillendiren bir ana yönelim söz konusudur. Bu ona hem politik ve askeri saldırganlık için hareket kabiliyeti kazandırıyor hem de şovenizmle zehirlenmiş ve toplumsal bilinci felç edilmiş geniş bir kesimi yönetme kolaylığı sağlıyor. Böylece Kürt ulusal hareketini kuşatmaya alarak yok etme ya da ehlileştirme seçenekleri arasında tercihe zorlamayı ummaktadır.
Kuşkusuz işçi sınıfını, emekçileri sadece bu sorun üzerinden parçalayan, bu şekilde yönetmeye çalışan bir durum söz konusu değildir. Kitlelerin emperyalizmden kaynaklanan sorunlara olan tepkisini de gerçeğin üstünü örterek, parçası olduğu sorundan kendisini dışına atarak, gerici karakterli bir şovenizmle manipüle etmektedir. Suriyeli ve uzak Asyalı göçmenler üzerinden de “bahşetme” ve “karşıtlık” temellerine oturmuş ikisi de şovenizmi besleyen bir siyasi hat izlemektedir.
Tarihsel bir sorun olan ezilen inançlar meselesi de faşizmin çok sık kullandığı ve her an elinde bulundurduğu bir yönetme aracıdır. Son süreçte alevi inancının kurumlarına yönelik saldırılar ve bu saldırıların protesto edilmesine yönelik kolluk güçlerinin sınırlayıcı ve saldırgan tutumu egemen sınıfların saldırganlık dozunu arttıracağına dair belirtilerdir.
Yaşanan ekonomik ve siyasi kriz faşist klikler arasında yeni politik denge arayışlarını arttıran bir faktördür. Güç dengelerinin değişimine dair arayışlar arttığı gibi, mücadele de keskinleşmektedir. Ortadoğu’da yaşanan büyük çaplı çatışma ve gerginlik, devamında Ukrayna’da Rus işgali ve NATO-ABD’nin savaş kışkırtıcılığı, yine Çin’i kuşatma siyaseti ve onun için varoluşsal bir mesele olan Tayvan sorunun kaşınması ya da ABD’nin Trump döneminde gündeme getirdiği “Tek Çin siyasetinin gözden geçirilmesi” siyaseti ve aynı süreçte Sırbistan ve Kosova sınır gerginliğinin patlaması dünyanın zaten büyük olan politik krizinde çarpan etkisi yaratmaktadır.
AKP-MHP bloku bu krizlerin her birini “güçlü devlet” imajını besleyecek ve Türk egemenlerinin genel yönelimini hayata geçirecek, onların çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanma avantajına sahiptir. Bunun yanında büyük ekonomik krizin egemenler için kârlılık oranlarında yarattığı kayıpları işçi sınıfı ve emekçilerin mücadele ve hareketini, hak arayışını törpüleyerek faturayı kolayca emekçilere yıkan ekonomi politikasındaki işlevlilik de ona bir avantaj olarak dönmektedir. Bu durum ve gelişmeler hâlâ AKP-MHP için, güç kaybetse de esas güç olmayı sağlayan faktörlerdir. Buna rağmen Millet ittifakını oluşturan faşist blok ekonomiyi ve siyasi süreci yönetmekte zorlanan hâkim bloğu kitlelerin günbegün dolup taşan öfkesini bir kaldıraca çevirerek politik güç devşirecek rotada ilerlemektedir. Bu blok efendilerine temel yönelimin esasta sürdürüleceğine dair taahhütler vererek krizli ortamdan gücü eline geçirmek için faydalanmaya çalışmaktadır.
Son süreçte asgari ücretin revize edilmesi, ücretlilere zam, KYK borç faizlerinin silinmesi, otomobilde vergi indirimleri gibi bir dizi meselede tavır ve tutum alma çağrısı yapan Kılıçdaroğlu bu pratik sorunları gündemleştirdi. Kamuoyu inisiyatifin muhalefet lehine değiştiğine bu şekilde ikna da edildi ve “Kılıçdaroğlu söyledi AKP yaptı” sloganı rağbet gördü. Millet ittifakı bıçağın kemiğe dayandığı sorunlar hakkında yaygın ve etkili bir çalışma yapmaktadır. Bu sayede kayıkçı dövüşünü andıran bu dalaş, “o söyledi bu yaptı” tartışmaları kitlelerin, harekete ve mücadeleye geçmeksizin, parlamento yoluyla, bu faşist sözcüler aracılığıyla hak kazanabileceği şeklinde yalancı ve gerici bir politik iklime dahil olması sağlanmaktadır.
Faşist kliklerin “amansız” mücadelesi özellikle kitlelerin yakıcı sorunlarının kaldıraç olarak kullanıldığı, güçlü toplumsal yarılma ve karşıtlıkla zemininde gerçekleştiğinden bu kliklerin kitleleri kendilerine yedeklemeleri mümkün hale gelebilmektedir. Bu, halkın kurtuluş mücadelesi için ciddi bir tehlikedir. Kitlelerin kendi sorunları için kendi hareketlerini yaratmalarının önündeki önemli engellerden biridir bu.
Bu sorunu besleyen başka ve önemli bir faktör de işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin nereye ve nasıl yöneleceği ile ilgili oportünizmin yarattığı karmaşa ya da kafa karışıklığıdır. Oportünizm yelkenlerini reformizm ve tasfiyecilikle dolduran bir siyasi çizgiye sahip olagelmiştir. Devrim ve kurtuluş programlarını geriye iten bu çizgi iyileştirme amaçlı türlü taktiklerle özellikle ileri kitleleri manipüle etmektedir.
Halk güçlerinin ilerici birikimini içeren bir dizi mücadele halihazırda gerçekleşmeye devam etmektedir. Kürt ulusal mücadelesi bunlardan birisidir. Yine çeşitli güçlerin ittifakları, “parlamento içi solun” kamuoyu oluşturan çıkışları vs. söz konusudur. Her bir mücadelenin kendi sloganları, hedefleri vs. vardır. Komünistler ne bu mücadelelerin slogan ve kavramlarına, ne egemen sınıf kliklerinin kendi içlerindeki tanım ve yaklaşımlara angaje olabilir. “Faşist diktatörlük rejimine karşı mücadele” yerine “Faşist şefe, diktatöre, tek adam rejimine” gibi sorunun esasını örten, faşizmin gerçekliğini karartan sloganlara prim verilmemelidir. Komünistler tam ve kesin kurtuluşu içeren, tarihsel ve siyasal gerçekliği tam karşılayan yaklaşımını titizlikle koruyacaktır. Zira gerçek kurtuluşun yani devrimin adeta iğdiş edildiği, iyileştirmelerin devrime ikame edildiği tasfiyecilik şartlarında politik taktiklerden daha çok devrimin temel ilkelerine odaklanmak, onu güçlendirmek asıl meseledir. Kuşkusuz bu durum her çatışmadan ve çelişkiden faydalanmayı, o çatışma ve çelişmeyi derinleştirmeyi, bunu pekiştirmeyi ve bunları devrimci siyaseti geliştirmek için kullanmayı ihmal etmeye neden olmamalıdır. Ancak tüm bunlar için de halkın bağımsız eylemini örgütlemek, halkı hemen her düzeyde örgütlenmeye seferber etmek olmazsa olmazdır. Devrimin stratejisi olan Halk Savaşına bağlanmış güçlü ve yaygın çalışma asıl görevimiz olmalıdır.