“Faili Meçhullerin Failleri Tekrar Görev Başında!”

17 binin üzerinde kayıp. 700 haftadır bu kayıpları arayan aileleri ve yoldaşları. Faşist TC devleti son 40 yıllık süreçte, devrimci, demokrat, yurtsever ve ilericilere karşı, bilinen, açıktan yaptığı katliamların yanında, bizce faili çok net olmasına rağmen, “faili meçhul” adı altında, kirli savaşın en iğrenç yöntemlerini kullanarak  yüzlerce kişiyi gözaltında kaybetmiştir.

Adına “derin devlet“ dediği, ancak direkt devletin kendisi olduğu herkesçe malum olan bu katliam makinesi, kayıplarını arayan ailelere de yıllarca saldırmış, bir kısmını yine katliamdan geçirmiş, bir kısmını işkencelerden geçirdikten sonra tutuklamıştır. Hasan Ocak’ın gözaltında kaybedilmesinden sonra her Cumartesi günü İstanbul Galatasaray Lisesi önünde oturma eylemi yapan ve çocuklarının akıbetini soran, kamuoyunda Cumartesi Anneleri olarak bilinen Cumartesi İnsanları’na da yıllarca saldırmıştır. En son 700. hafta vesilesiyle kitlesel olarak yapılması planlanan eyleme, eyleme iki saat kala bizzat tescilli katillerden Süleyman Soylu’nun emriyle yasak getirildi. Bu faili meçhul cinayetlerin baş aktörlerinden katil Mehmet Ağar’ın “has elemanı” Süleyman Soylu daha sonra kameralar karşısına geçerek, yalanlarla, manipülasyonla kin kusmaya devam etmiştir. Devletin mahkemelerinde, resmi belgelerinde bile kayıtlı ve onaylı olan şeyleri çarpıtarak, bu meşru eylemlere ve Cumartesi İnsanları’na iftira atmış ve aynı zamanda da bundan sonraki süreçte açık hedef haline getirmiştir.

Yeni Demokrasi Gazetesi olarak, 1992 yılında Gözaltında kaybedilen TKP/ML davasından gözaltına alınan Hasan Gülünay’ın kızı Deniz Gülünay ile süreçle ilgili bir röportaj gerçekleştirdik.

Yeni Demokrasi- Merhaba, bize biraz kendinizden, Hasan Gülünay’dan bahseder misiniz? Hasan Gülünay kimdi, nasıl ve neden gözaltında kaybedildi?

Deniz Gülünay- Ben Deniz Gülünay, Hasan Gülünay’ın kızıyım. Hasan Gülünay 1963 Erzincan Kemah doğumludur. 12 yaşında İstanbul’a çalışmaya gelmek zorunda kalmıştır. Camcı çırağı olarak çalışmaya ilk adımını atmıştır. 1978 yılında TKP/ML ile tanışır ve onun bir sempatizanı olarak çeşitli faaliyetlerde bulunur. 1980 darbesiyle birlikte parti ile bağı kopar. Partiyle yeniden bağ kurmaya çalışırken de faaliyetine devam eder. Kendi yazdığı bildirileri evlere dağıtır. Genel ve yerel seçimlerde yine bu bildirileri oy pusulası olarak kullanır bildirilere imza olarak “devrimci şiddet” imzasını kullanır. Daha sonrasında neden TKP/ML değil de bu imzayı kullandığı sorulduğunda ise “bu bir devrimci eylemdir ve ben o zaman partinin örgütlü bir bireyi değildim parti adını kullandığımda doğru olmayacağını düşündüğümden bu yolu seçtim” açıklamasını yapmıştır. 1983 yılında tekrar TKP/ML ile tekrardan ilişki kurmuştur. 1987 yılında Halk Ordusu’nun şehir gerillası olarak parti saflarında yerini almıştır. 20 Temmuz 1992 yılına kadar bu alanda faaliyet yürütmüştür. 19 Temmuz 1992 yılında TKP/ML’ye yönelik bir operasyon kapsamında gözaltına alınmıştır. 20 Temmuz 1992 sabahı evden çıktıktan sonra gözaltına alınmıştır. Üç gün sonra eve gelen bir telefon ile “Hasan Gülünay gözaltına alındı onu her yerde gerçek kimliği ile arayın sorun” haberinden sonra annem Birsen Gülünay, dayım ile beraber İHD’ye gidip resmi kurumlara kayıp başvurusunda bulundu. 55 günlük bir açlık grevi yapıp işgal eylemleri gerçekleştirdik. 26 yıldır bir netice elde edemedik.

Y.D- 700. haftasında Cumartesi Annelerinin eylemine İstanbul’da izin verilmedi, kardeşinizin de içinde yer aldığı birçok kişi gözaltına alındı, gaz sıkıldı, darp edildi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce neden 700. haftada devlet bu kadar saldırdı?

Deniz Gülünay- 23 yıl sonra o meydan da bir saldırı gerçekleşmesi devletin esasta sessiz gibi gözüken ama kayıpların sesi olan ailelerden korktuğunun kanıtıdır. O meydan da oturan annelerden o meydan da yükselen esasta devrimci fikirlerden korktular. Korkuları ile yüzleşmek yerine saldırı ile yok etme geleneğini devam ettirdi devlet. O meydan da aileler ilk kez gaz yemedi, ilk kez göz altına alınmadı, son kez de olmayacağının farkındayız. Esasen bu saldırılarla adım adım bu sonu getirdiler. İlk önce IŞİD’in bombalama eylemlerini bahane ederek etrafımıza polis barikatı ile çember oluşturup alana giren herkesi arayarak oturma alanına alarak başladılar. İtiraz ettiğimizde “güvenliğinizi almak zorundayız valilik kararıdır” açıklamasını yaptılar. Esasta amaç bizi korumak değildi. Polis kalkanı ile bizi kapatıp dışarıdan görünmemizi engelleyecek şekilde konuşlanıp bizi insanlardan izole etmekti. İnsanlar çevrede toplanıp eylem bitimine kadar beklerdi her hafta. Polis barikatından sonra polis bekleyen insanlara göz dağı vererek bekleme yapmamaları yönünde “uyarılar” da bulunuyordu. Parça parça gelerek bitireceklerini zannettiler lakin insanlar yine izlemeye ve eyleme girmeye devam ettiler. Bu planları tutmadığı için de terör örgütleri vs. safsatalarını öne sürdüler. Bizler zaten 23 yıldır o meydan da resimlerini tuttuğumuz bu insanların sisteme muhalif kimliklerinden kaynaklı devletin hedefi haline geldiğini ifade ettik etmeye devam edeceğiz. Yasak getirerek bitireceklerini zannediyorlar. Kolay olmayacak bizi o meydandan silmek elbette ki. Bu meydanı bize davul zurna ile vermediler. Direne direne kazandık Galatasaray Meydanı’nı. Kimsenin de bu meydanı bırakmaya niyeti yok.

Y.D- Süleyman Soylu bu saldırıdan sonra kameraların karşısına geçip, kayıpların olmadığını, örgüt içi infazlar olduğunu, bu eyleme saldırma gerekçelerinin annelerin annelik duygusunu kullanarak toplumu kandırmalarına son vermek olduğu ve buna benzer birçok şey söyledi. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu açıklamayı?

Deniz Gülünay- Süleyman Soylu’nun yaptığı açıklamayı talihsiz bir açıklama olarak görüyorum. Erdoğan, aileleri görüşmeye çağırmış akabinde ise bir açıklama yapmıştır. Efendisi faili meçhul cinayetleri kabul etmiş bizzat Mehmet Ağar ve Tansu Çiller’in ismini vererek sorumluların yargılanacağını ifade etmiştir. Buradaki çelişkiyi nasıl açıklayacaklar merak içerisindeyim. Soylu gibi adamlar varlıklarını birilerinin ağzından çıkacak cümlelere bağlı yaşadıkları için onun bir kukla olduğunu düşünüyorum. Esas sorumuz şu Erdoğan Mehmet Ağar’ı hedef tahtasına koymuşken bugün eteklerinin altına almasının sebebinin ne olduğudur. Hemen her konuda açıklama yapan Erdoğan bu sefer sessizliğini koruması ise oldukça manidardır. Bunların derdi ailelerin hesap sormasını engellemek, örgütlerin orada olması filan da değildir. Faili meçhullerin bir numaralı katilleri olan M. Ağar ve T. Çilller yanında saf tutarken her Cumartesi günü Galatasaray’da kayıpların sorumlusu olarak isimlerinin geçmesini başka türlü engelleyemeyeceklerdi. Gerçekleri açıklamak da devlet geleneğinde olmayan bir durum. Saldırarak ve kayıp ailelerinin itibarını düşürerek ilgiyi desteği azaltmak istediler. Yine kaybettiler kaybedecekler.

Y.D- Bundan sonra sizce Cumartesi eylemleri nasıl devam etmeli?

Deniz Gülünay- Cumartesi eylemleri aynı kararlılıkla devam etmeli. Her kayıp yakını için her yer Galatasaray Meydanı’dır. Tabi dünden daha çok desteğe ihtiyacımız olduğu ortadadır

Y.D- Cumartesi Aileleri olarak talepleriniz nedir?

Deniz Gülünay- Kaybedilen yakınlarımızın akıbeti açıklanmalı, failleri yargılanmalıdır. Zaman aşımı tehdidinin kayıp dosyalarında uygulamasına son verilmeli ve etkili soruşturma yapılmasının yolu açılmalıdır. Toplu mezarların açılmasına izin verilmelidir.

Y.D- Teşekkür ederiz.

Deniz Gülünay- Ben Teşekkür ederim.