[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Ülkemizde esasında süreklilik arz eden devrimci durum emperyalizm ve onun uşağı komprador bürokrat burjuvazi ve büyük toprak ağalarının yoğun saldırılarıyla geriletilmeye çalışılsa da bugün ivmenin giderek yükselme biçiminde olduğunu saptamalıyız. İçinden geçtiğimiz şu dönemde doğru politikalar ışığında, etkin müdahaleler gerçekleştirebildiğimiz takdirde iktidar mücadelesinde ilerlemeler kaydetmemiz, kolektifimizi daha da genişletip çelikleştirmemiz mümkündür. Bunun için elverişli bir zemin mevcuttur. Emekçi kesimlere yönelik genel politikalarımızı her çalışma alanına özgülemek, yerelleştirip somutta uygulamak, öncelikle hedeflediğimiz kitlelerin içinde olmak, sorunlara duyarlı ve çözüm sunacak tarzda yaklaşmak zorunludur. Ancak bunların gerçekleşmesi faaliyetçilerimizin gelişim düzeyleriyle, faaliyete kafa yoruş biçimiyle ve bütün bir kolektifin yaşamı, pratiği ve müdahaleci olmasıyla birebir ilintilidir.
Faaliyetin aksamasının ve politikalarımızın uygulanmamasının esas nedenlerinden birini faaliyet yürütenlerin ideolojik duruşu, politik yetkinliği ve pratikteki ustalığı meselesi oluşturmaktadır. Bu üç noktada yaşanan sorunlar, yetersizlikler yakıcılığını bugün de hissettirmektedir.
Pratiklerimizi incelediğimizde müdahalesizlik, hantallık ve tutkusuzluk görmekteyiz. Birçok yoldaşımız faaliyette dar pratiğin içine hapsolmuş, mekanikleşmiştir. “Görev verilir, yaparız” anlayışı hâkim olduğu için yetkinleşme, kendini daha fazla geliştirme yönünde güçlü bir çaba harcanmıyor. Esasen militan olmanın kendisini yadsıyan bu durum yerinde sayma, yapı içinde edilgen, memur tavrıyla hareket etme gibi sonuçlar üretiyor.
Mücadeleye büyük bir coşku ve heyecanla giren, hatta örgütlenmeden önce kendi başına koşturan, emek harcayan insanların, bir noktadan sonra düşünmeyen, verilen görevlerin altında ezilen, anlamsız bir şekilde koşturan bireylere dönüşmeleri önemli bir sorundur. Eğer tek bir kişi bile benzer bir durumdaysa bu, özenle üzerinde durmayı gerektirir. Bireyin içinde bulunduğu durumu koruması, bu sınırların dışına çıkmaması, kendini yeniden üretmeden aynı noktada takılıp kalması hem bireyin kendisinden kaynaklanan eksikliğin, kavrayışsızlığın bir yansımasıdır hem de bir bütün olarak örgütlülüğün, önderliğin müdahalesizliğinin, yoldaşların önlerini açamayışının bir yansımasıdır.
Kolektifimizde var olan darlık, kadro eksikliği faaliyet yürüten her bireyin omzundaki yükün kaldıramayacağı kadar ağır olmasına neden oluyor. Çalışmalara katılan, görev almaktan çekinmeyen, sorumluluklar üstlenen bir kısım yoldaşımızın yeni olması, belli bir deneyim sorunu yaşaması, teorik ve siyasal yetersizlikleri nedeniyle mümkündür ki aldığı görev ve sorumlulukların niteliğiyle bir tezatlık içerisinde görünebilirler. Örgütlü mücadeleye istekli ve coşkulu bir şekilde giren yoldaşların aldıkları görev ve sorumlulukları kavramaları, bu noktada yetkinleşmeleri ister istemez belli bir zaman alıyor. Burada sorun yoldaşların sahip olduğu bilgilerin, deneyimlerin, verdikleri çabanın, kısacası gerçekliklerinin dışına çıkma, gelişimlerinde bir sıçrama yaratma düzeyleridir. Pratikten daha ileri bir bilinçle çıkmak, dolayısıyla ileri bir düzey yakalamak kendiliğinden olamayacağı için önderlik meselesine gelip dayanır. Bu bireyin kendine, kolektifin bireye önderliğidir. Pratiğimiz içerisinde yarattığımız olumluluklar ve olumsuzluklar, hangi koşullar altında ve nasıl gerçekleşti, benzer durumlarla karşılaşıldığında olumluyu büyütme, olumsuz olanı geriletme gibi bir hareket geliştirebildik mi, nerede tıkandık, aştık mı, nasıl aştık? Bu ve benzer sorular sorulmuş ve bunların yanıtları alınmış olmalı. Böylece pratikten öğrenme süreci işletilmiş olur. Doğrular gibi yanlış ve hatalarımız da bizimdir. Doğrularından böbürlenmeyen, hatalarından korkmayan, hatalarının altında ezilmeyen bir militan yapısı edinmek gerekiyor. “Yaptığımız sayısız hatayı amaca uygun ve dikkatle tahlil etmeyi ve yavaş yavaş, fakat yorulmak bilmeksizin ortadan kaldırmayı öğrenmemiz gerekiyor.” (Lenin)
Sınıf mücadelesinde bireysel ve kendiliğinden bir duruş sergilemek yerine, örgütlü davranmak, iddialı oluşumuza uygun biçimde sürecimizi ilerletmek, bunun için iradi olmak gerekiyor. Örneğin, okumak, bilgi sahibi olmak, gerçeğin kendisini kendi bakış açımızla yazmak gibi bir çabamız olmalı, bunu planlı, programlı bir faaliyete dönüştürmeliyiz.
Kitleyle iç içe olmak, enerjik biçimde kitle çalışması yürütmek devrimi ve Proletarya Partisi’ni örgütleme hedefinin gereğidir; kitleyle ilişkileri olan, kitleyle bir bütünlük oluşturan yoldaşlar içerisinde “örgütsel görevlerin yoğunluğundan kaynaklı olarak” bu çalışmaları zayıflattığına tanık oluyoruz. Bu konuda bir diğer sorun kitle faaliyetini üç-beş kişiyi görmeyle sınırlandırmak, ilişkileri daraltmaktır.
Bu ve benzeri sorunların, bireyin kendini yenilememesi, var olanla yetinmesi ve önderliğin bu duruma müdahale etmemesi gibi etkenler nedeniyle büyür, ilerler. Kendini yenilemenin, daha fazla üretmenin, mücadelenin anlam ve önemini her pratikte daha derinden kavrayarak ilerlemenin yolu, öncelikli olarak her yoldaşın kendine ve çevresine karşı mücadeleci olması, okuyup araştırması ve MLM’yi kavramaya çalışmasıdır. MLM’yi öğrenip kavramadan yapılan faaliyetle hiçbir sorunun üstesinden gelemeyiz. Sorunlar içinde boğulup kalırız ve soyut inanç, bağlılık bizi bir noktaya kadar ilerletir ama ideolojide derinleşmiş, politikada yetkinleşmiş ve pratikte ustalaşmış bir kadro yaratamaz. Bunun bir tek yolu vardır, o da inancı bilimle yoğurmaktır, ikisini bütünleştirebilmektir. Diğer önemli bir nokta ise kitle faaliyeti yürüten bizim kitleyle iç içe olma sorunudur. Halkla bütünleşme, onlarla kaynaşma ciddi bir iştir. Halkla gerçek bir bütünlük kurulmadan onların Proletarya Partisi’ni, örgütlülüğümüzü tanımalarını, gerçeklerini kavramalarını sağlamadan, böyle bir yönelime girip bunun sonuçlarını almadan kimin için mücadele ettiğimizi ve bedel ödediğimizi kavrayamayız. Yalnız başına koşturan, halktan uzak ve ona yabancılaşmış birey, mücadelenin hedeflerini, nedenlerini unutmuş bireydir. Halka uzaktan bakan, ama onun acılarını, yoksulluğunu, gücünü kavramayanlar yılgınlığa düşer, “bu halktan bir şey çıkmaz” demeye başlarlar. Böylesi örnekler çokça yaşandı. Hepsinin bu noktaya gelmesinin tek nedeni kitleye yabancılaşmalarıdır. Kitleyle ne kadar iç içe olursak, o kadar onları tanır, kavrarız, aynı zamanda da o kadar kendimizi tanır, kavrarız, karşılıklı bir etkileşimle, bir değişim yaratılabilir.
Bu noktalarda yapılması gereken yaşamlarımızı, pratiklerimizi sorgulayıp doğru bir yönelime girmektir; ancak o zaman politikalarımız uygulanmaya başlar ve daha da zenginleştirilir ancak o zaman bulunduğumuz her yerde, her alanda direngenliğin, cesaretin ve kararlılığın yolunda ilerleriz. Belirlediğimiz politika ve yönelimlerin canlı ve yaratıcı bir biçimde halk kesimleri arasında yaşam bulması için kitleyle iç içe olmak, bunun bir aracı olarak etkinlikler, eylemlilikler örgütlemek, kitlelerin benimseyip, sahiplenecekleri pratikler geliştirmek gerekir.
Tabii buraya kadar sıraladığımız noktalar bireyin mücadeleciliği ile ilgiliydi. Ancak bu sorunlar salt bireysel müdahalelerle çözülemez. Esas ve etkileyici müdahale kolektifin müdahalesi ve denetimidir. Özellikle sürecin önemli gelişmelere gebe olduğu ortadayken.