Düşman, bir zamandır keşif uçaklarını aktif kullanarak Dersim’de de toplu kayıplar verdirmişti gerillaya. Belli tedbirleri vardı. Ama hala bilinmezlikler barındırıyordu Heronlar. Henüz tam olarak çözülebilmiş değildi. Son günlerde HPG’li arkadaşların verdiği kayıpların nedenleri, sohbet konularının başında geliyordu. Ders ve deneyim çıkarıp tedbirler üzerine yoğunlaşılıyordu. Buna rağmen hareket tarzında sürece uygun bir değişime gidilememiş, “Çözüm Süreci”nin etkilerinden çıkılamamıştı hala…
Henüz çok uzun zaman olmamıştı bir araya geleli. Son hazırlıklar gözden geçirilmiş, ilk saldırı grubunun hemen ertesi gün çıkması kararlaştırılmıştı. Sayıları kalabalıktı. Grup komutanı, bir an grubu dağıtıp dağıtmama arasında ikilem yaşadı. Tam müdahale edeceği sırada geç kaldığını haber veren bir ses, yankılanmaya başladı gökyüzünde. Gelen Heron’du.
O an orada bulunan tüm gerillalara hareketsiz kalmalarının talimatı verildi. Heron’un hareket alanı netleştirilmeye çalışıldı. Vadinin Hozat tarafından girişinde Anuklu ve Tağar köyleri arasında bir çizgide seyrediyordu. Bir süre takip edilen hareketliliğe dair kısa bir değerlendirme yapıldı.
Bu arada hemen arkalarında bulunan noktada da Tuncay yoldaş, bir kayanın üzerine çıkmış, kendilerinin göremediği anlarda Heron’un hareketliliğini aktarıyordu. Ancak hiçbir tedbir almamıştı.
Birçok belirtiyi yorumlayıp, görüntü verdiklerini düşünüyorlardı. Daha fazla bir arada duramazlardı, dağılmaları gerekiyordu. Zira toplu kalmaları, toplu imhaya davetiye çıkarıyordu, tehlike büyüktü… Ancak asıl tehlikeyi fark edemiyorlardı. Arkalarında şelale tarafında ikinci bir Heron dolaşıyordu. Bunun farkında değillerdi. Onlarsa tüm hareketliliklerini tek Heron’a göre yapıyorlardı.
Heron’un hareketliliğini takip etmeye devam ediyorlardı. Bütün hareketleri kontrollü bir şekilde, Heron’un kuzey yamacı olarak bilinen sırtın arkasına geçtiği anda parça parça oluyordu. Ancak yanıldıklarını anladıklarında artık çok geçti. Bir kez daha Heron’a baktıklarında sırtın arkasına geçmediğini fark etmişlerdi… Heron hiç gözden kaybolmuyor, güneşten kaynaklı dönüş aldığı noktada görüntüsü kayboluyordu sadece. Ancak vadinin dışına çıkmıyordu. Oysa bütün gruplar Heron altında dağılmış, kendileri ise görüntünün verildiği noktada kalakalmışlardı…
İki kişi hemen oradaki bir taşın altında mevzilendi. Diğer iki kişi ise az ötede bulunan bir mevziye doğru hareketlendi. Yaklaşık iki saat boyunca dolandı Heron gökyüzünde. Hattını hiç değiştirmiyordu. Hep aynı güzergahtaydı.
Birbirine yakın olan noktalar sadece “uçak geldi” diye seslenebildi. Sonra bir rüzgarı anımsatırcasına “fırrr” diye bir ses. Özlem, Zilan ve Ekin yoldaşlar, kendi noktalarına ulaşmış, ses almadıkları için de akşam yemek hazırlıkları yapmışlardı. “Heron gitti” diye yaktıkları küçük ateşin közünde ısınıyorlardı o ara. Özlem, elinde tabakasından çıkardığı tütünü sarmakla uğraşıyordu. Ekin ve Zilan ise Özlem’in tam karşısında yan yana sokulmuş sohbet ediyorlar, ellerindeki çubukla közü karıştırıyorlardı.
Ne olduğuna anlam verecek bir zaman bulamadan hemen on metre altlarında patlayan roketin basıncı ve parçalarıyla oldukları yere düştüler. Özlem’in elinden sarmaya çalıştığı tütün düşmemişti. Çevirmeye çalıştığı içi tütün dolu olan sigara kağıdı parmaklarının arasında kalmıştı… Her zaman özenle baktığı saçları toza bürünmüştü… Vücuduna küçük küçük şarapnel parçaları saplanmış ama yüzündeki gülümsemeyi yok edememişti.
Hemen karşısında ise Zilan ve Ekin şarapnel parçaları ve basınçtan çok ciddi etkilenmişlerdi. Ama yine de ölüm ayıramamıştı onları. Yoldaşlığın birçok paylaşımını yaşayan bu üç kadın partizan ölümü de birlikte karşılamışlardı.
Uçaklar vadi içine sortiler yapıyor, Heronların koordinesinde görüntü aldıkları her yere bombalar yağdırmaya devam ediyordu. Vadi adeta cehenneme dönmüştü. İkincisi kazan bombasıydı. Kadın gerillaların kaldığı noktanın karşısındaydı diğer grubun bulunduğu yer.
Uçak vuruşlarının olduğu noktanın dışında kalan bütün gruplar olası bir operasyona karşı konumlanmışlardı. Bazıları henüz şehit düşenler olduğunu bilmiyorlardı. Bazıları ise uçak vuruşlarının her anına tanıklık etmişlerdi.
Aşkın, Bakış ve Hakan savunma görevi nedeniyle Bozan’daydı. Uçak vuruşlarını tarifi olmayan duygularla takip ediyorlardı. Bulundukları yer, uçakların vurduğu alanın dışındaydı. Sesler kaybolduktan sonra ne konuşacaklarını bilmiyorlardı ama söyleyecek çok şeyleri vardı… Aşağıda olanları ne bekliyor tam olarak bilmiyorlardı ama neler olabileceğini tahmin ediyorlardı.
Son günün sabahıydı. Artık intikam zamanı gelmişti. Daha gün ışımadan hareketlendiler. Şelale yönüne doğru savunmalı bir şekilde geçtiler. Çırçırik köyünün altında uygun bir yere konumlandılar. Hemen üstlerinde düşmanın kalabalık bir gücü vardı. Hedef olarak burayı belirlemişlerdi.
Aşkın Bakış’la silahları değiştirdi. Kanas şimdi ondaydı. Az sonra kalabalık bir düşman gücü tam konumlandıkları noktanın altından Çırçırik köyüne doğru hareket halindeydi. Eller tetikte bekliyorlardı. Düşmanın artçı gücü de noktanın önünden geçtiği anda bastılar tetiklere… Mermiler büyük bir öfkeyle yönelmişti düşmanın üstüne. Bağırışlar, kaçışmalar ve panik, sloganlarla karşılanıyordu Partizanlar tarafından. Düşmanın diğer güçleri de eylem alanına gelmeye çalışıyordu. Karşılıklı bir çatışmaya dönmüştü.
Onlarca namluya, düşenlerin ruhunu kuşanarak çarpan yüreğiyle karşılık veriyordu. Şarjörler bir bir boşalıyor düşman çaresizlik içinde saldırıyordu. Partizan geleneğine yeni bir destandı eklenen. Az sonra sol yanında bir sızı hissetti. Eli hala tetikteydi. Sağına soluna vuran mermilerin hedefine girmişti artık. Ama yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle sıktı son mermisini. Gücü tükenmiş. Zorlanıyordu soluk almakta. Ama içi rahattı son nefesini verirken.
İşte böyle yazıldı 24-28 Kasım 2016 tarihinde Aliboğazı’nda yazılan destan… Teslim olmayanların, her türlü tekniğe rağmen iradelerinden hiçbir şey kaybetmeden yaşayanların destanı…
*Bu yazı ilk olarak 11 Kasım 2018 tarihinde ikk-online4.net sitesinde yayınlanmıştır.