Günlerce süren “diplomatik görüşmeler”, pazarlıklar sonrasında, Türk egemen sınıfları Efrin’i işgal amaçlı havadan yoğun bombardımana girişirken, karadan ise paravan cihatçı örgütleri, ÖSO adı altında toparlayarak saldırı hamlesini 19 Ocak’ta başlattı. Saldırı öncesi ve sonrası yığınla değerlendirmeler ve söylemler oldu. Öncesinde, “ABD buna izin vermez”, “Rusya-Şam hava sahasını kullandırmaz” vb. değerlendirme sahipleri, saldırı olduğunda ise “ABD-Rusya Kürtlere ihanet etti, yalnız bıraktı” vb. türden değerlendirmeler yapmaya başladı. Kimi çevrelerin de şaşkınlık içerisinde olduğu biliniyor. Alana hakim olan ve sahada esas unsurlar olarak bulunan Kürt güçleri de Rusya’nın “ihaneti”ne, ABD’nin sessiz kaldığını ve sözlerini tutmadığını, Türk devletini cesaretlendirdiği gibi haber ve açıklamalarına tanık olduk. Oysa ki, siyasal, diplomatik ve askeri görüşme ve ilişkilenme içerisinde olan PYD-YPG ve SDG güçleri, olayın gerçekliğinin ne olduğuna esasta hakimdirler. Dolayısıyla “ihanet”, “sözlerini tutmama” vb. ABD ve Rusya’ya siyaseten, diplomatik eleştirilerdir.
Meselenin esasını, bölgede bazen açık bazen gizli şekilde süren emperyalist hegemonya savaşımının hamleleri olarak görmek gerekmektedir. Hegemonik güçlerin yerel güçlerle, devletlerle ilişkilenme biçimleri ve taktik yönelimlerini belirleyen şey, ekonomik, siyasal ve askeri çıkarlarıdır. Dolayısıyla bu sahada gerçekleşme şeklinin de gelişmelere göre değişkenlik göstermesi kaçınılmazdır. Burada sorunu doğru anlamak için stratejik müttefikleri yerinde tespit etmek bunun dışında kalan ilişkilerin esasta taktik ve geçici olduğunu kavramak gerekir. Bölgede ABD, Türkiye ve diğer Sünni gerici bölge devleriyle stratejik ilişki içindedir. Rusya ise İran ve Suriye eksenli oluşmuş bir stratejik birliğe önderlik etmektedir. Bunun ekseninde dolaşan ve yer yer kafa karıştıran oldukça güçlü taktik ilişkiler silsilesi söz konusudur. Aşağıda belirteceğimiz kimi taktik ilişkiler köklü müttefiklik ilişkilerini zedeleyip, dönemsel farklılaşmalara götürürken bunun köklü kopuşa neden olacak düzeyde seyretmediğini belirtmek gerekir. Var olan bağımlılık ilişkilerinin ve kapsamlı siyasal-ekonomik-askeri bağlaşıklığın kopuşuna el verecek olgunlukta bir keskinliğin olmadığı nesnellik söz konusudur. Burada özellikle emperyalizmin yarı-sömürgesi olan devletlerin bir emperyalist bloktan diğerine bölgesel çıkarları düzeyinde de olsa hemen geçemeyeceğini, bunun bir sistem değişimine tekabül ettiğini anımsatmakta fayda var.
Ancak Ortadoğu coğrafyasında köklü stratejik ilişkiler ve bağımlılık düzeyine rağmen savaşın geldiği boyut karmaşık ve yer yer ulusal çıkarları içeren özgün taktik ilişkilere olanak sunmaktadır. Bölgesel güçler açısından harekatın her bir aşamasında taktik politika ve ittifakları değişebilir, karşıt güçlerle birlikte iş tutma durumu olabileceği gibi, sert karşıtlıklar da yaşanabilmektedir. Karşılıklı olarak ittifak güçlerini aşırma, kazanma, rol çalma ile hamle üstünlüğünü yakalayarak sahada inisiyatifi alma durumu yaşandı, yaşanıyor. Dolayısıyla bu sahada kalıcı “dost” olmayacağı gibi, ittifakların ömrü de uzun olmayabilir. Ki yaşanan da budur. Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkiler, uçak düşürme krizinden “Astana Müzakereleri”ne evrilerek ortaklaşan yönelimler buna örnektir. Keza, ABD’nin “sahadaki IŞİD karşıtı savaştaki ortağımız” dediği SDG’ye (esasta Kürtler) işgal harekatındaki Türk devletinin saldırganlığını onaylayan “dengeli” arka çıkışı ya da örtülü desteği buna örnektir.
Suriye’de IŞİD’e karşı savaş adı altında bölgenin en istikrarlı ve demokratik gücü olan PYD-YPG ile siyasal-askeri ilişkiler hem ABD hem de Rusya tarafından kurulmuştur. Karşılıklı çıkarların şekillendirdiği bu ilişkide SDG, esasta ABD ile ortak hareket etmiş ancak Efrin’de ise Rusya ile “dostane” ilişkiler içinde olmuştur. Rakka’nın IŞİD’den alınması, Tabqa üssünün alınması ve ABD’ye sunulması, ardından Deyr-el Zor’un alınması, sahada Rusya-Şam ittifakına karşı hamle üstünlüğünü getirirken, karşı blokta ciddi kızgınlıklara neden olmuştur. ABD-SGD ortaklığının devamında 30 bin kişilik sınır koruma gücünün oluşturulması istemi, siyasi diplomatların alana ineceği ve SDG ile ilişkileneceği vb. açıklamalar, ABD`nin “Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu”nu tanıyabileceklerine dair yorumları beraberinde getirmiştir. Alana hakim olma yönelimindeki bu hamlelerde, Kürt hareketi Rusya-ABD arasında denge siyasetinde ağırlıkla ABD’yle birlikte hareket etmiş, bu da Rusya, Suriye ve Türk egemenlerinin kaygılarını artırmıştır.
Bu kaygılar sözkonusu devletler nezdinde SDG’yi (aynı zamanda ABD’yi) Fırat’ın doğusuyla sınırlama ve bu alanda inisiyatif almaya yöneltmiştir. Rusya, Türk egemenlerinin Kürt hareketini ezme, cihatçı güçleri kullanarak bölgeye yerleşme istemi ile kendi çıkarları çerçevesinde ortaklaşmıştır. Görünürde Rusya, Türkiye’yle savunma sanayi anlaşmaları, enerji yatırımları üzerinden de geliştirdiği ve Türkiye’yi bölge politikalarında ABD bloğunda uzaklaştırmaya dayalı politikasında belli bir yol kat etmiştir. Efrin’i işgal saldırısında Rusya’nın Suriye hava sahasını TC’ye kullandırmasında bunun da etkileri vardır. Bu noktada Rusya’nın, Şam’ın Türkiye ile olan çelişki ve tepkilerine rağmen, Türk egemenleri hatta İran ile aynı politik çıkarlar zemininde geçici de olsa ortaklaştığı görülmektedir.
Rusya bu “ihanet” hamlesi ile kendince “bir taşla iki kuş vurma” hesabı gütmektedir. Türk egemenlerine işgal saldırısı için yeşil ışık yakarak “Afrin’e karşı İdlib’i alma” pazarlığı ile İdlib’de Suriye devletinin hakimiyetinin yolunu açmış, ekonomik-askeri-siyasi pazarlıklarla büyük avantajlar koparmıştır. Öte yandan Kürt hareketini ABD ile hareket etmesinden dolayı “terbiye etme, sınırlama” taktiği izlemektedir. Sınırlanmış, güçten düşürülmüş Kürt hareketini kendine tabi kılma koşullarını dayatarak politikasına eklemlemenin peşindedir. Bu alanlarda Kürt hareketi yerine, Şam-Rusya etkinliğini inşa etme hesabını gütmektedir.
Nitekim, saldırı öncesi iddialara göre Rusya`nın PYD ile Hmeymim hava üssünde yapılan bir görüşmede, Efrin’in yönetiminin Şam’a devredilmesini, Suriye ordusunun Efrin’e ve sınırlara yerleştirilmesi dayatmasında bulunduğu, Kürt güçlerin bunu reddetmesi ile hava sahasını Türk egemenlerine açtığı ifade edilmektedir. İşgal hareketinin altıncı gününde Efrin kanton yönetimi Suriye devletini topraklarını korumaya davet etmiştir. Keza, Suriye’nin “Hava savunma unsurlarımız Türk uçaklarını düşürmeye hazırdır, işgale izin vermeyeceğiz” tavrından, Rusya’nın baskısı ve yapılan pazarlıklarla vazgeçtiği de ifade edilmektedir. YPG komutanlarından Sipan Hemo da “Şam ile diyalog kanallarının açık olduğunu, Şam’ın yardım etmek istediğini ancak Rusya’nın buna engel olduğunu” ifade etmiştir.
ABD’nin saldırı öncesinde ilk açıklamaları ise “Biz Afrin sahasının dışındayız, yokuz”, “operasyon bölge istikrarını olumlu etkilemez” şeklinde geçiştirmeci, örtülü onay verme şeklinde idi. Bu açıklama ile kapalı kapılar ardında yapılan kirli pazarlıklar sonucu “sessiz(!)” kalarak saldırıya açık destek vermiştir. ABD Türk egemenlerine “operasyonun sınırlanmasını, kısa sürede sonuçlandırılmasını” talep ederken “Türkiye’nin sınır güvenliği ve PKK terörüne karşı hassasiyetini” anlıyoruz kabilinden açıklamalarla da “denge” politikası gütmekte, Türkiye’yi gözden çıkarmayan, Rusya’nın kucağına iyiden iyiye itmek istemeyen bir taktik izlemektedir.
ABD’nin “hayal kırıklığı” yaratan tutumu, bizler açısından son derece tanıdıktır. Kürt ulusal hareketi ile kurduğu ilişkiler, “IŞİD’e karşı” silah yardımları bölgeye yerleşme ve alan kapma çerçevesindedir. Her emperyalist güç gibi emperyalist çıkarları gereği her taktiğe başvurmaktan ve çıkarlarına uygun ilişkiler geliştirmekten kaçınmıyor. Türk-Kürt çatışma ortamına yeşil ışık yakıp, buradan Kürt hareketi ve SDG’ye açık mesaj vererek iyiden iyiye Rusya ile ilişkilerini koparmasını ve kendisine koşulsuz eklemlenmesini istemektedir. Öte yandan Türk egemenlerine el uzatarak “stratejik ortaklık”larını devam ettirmektedirler. Her iki emperyalist güç de bu işgal saldırısına destek vererek karlı çıkmanın peşindedirler. Burada açık olan bir şey var ki, o da; Türk faşist egemenlik sisteminin katliam ve işgal saldırısının sorumluları sahadaki esas oyun kurucular olan ABD ve Rus emperyalist güçleridir.
ABD ve Rusya’nın Fırat’ın batısı ve doğusu temelinde bir tasnif ile Suriye üzerinde örtülü bir alan kapma mutabakatına vardıkları bilinmektedir. ABD Fırat’ın doğusunda bunu SDG ile tesis etmeye, Rusya’nın ise Suriye rejimi ile batıyı kontrolüne almaya çalıştığı görülmektedir. İşte Türk hakim sınıflarının bölgedeki rolünü kısıtlayan da bu durumdur. Elinde kullanacağı yegane güç İdlib’de ilişkide olduğu Cihatçılar ve Suriye geri cephesi olan egemenlik alanlarında “eğit-donat” ile savaşa hazır tuttuğu bir ÖSO gibi askeri güçler vardır. Bu temelde Türk egemen sınıfları Fırat’ın doğusunda aktör olma rolünü kaybettiği oranda Rusya ile ilişkileri sıkılaştırarak Batıda bir alan tutma hesabına odaklanmıştır. ABD’nin Efrin’e müdahaleye sessiz kalması esasta müttefik gücünün Rus alanına girmiş olmasındandır. Rusya’nın “tepside sunduğu” Efrin hediyesi ise Türk-Kürt gerginliği ile tarafları kendine bağlama, ABD ile Türkiye ilişkilerini daha fazla germe ve hiç kuşkusuz Efrin’in TC’ye kolay lokma olmayacağına dair bir kanaatten ileri gelmektedir. Ki Kürtleri Suriye rejimine yaklaştırmaya çalışarak Kürtlerle ilişkisini dolaylı biçimde de olsa sürdürmekten geri durmamaktadır.
İşgal saldırısında her emperyalist gücün belli oranda çıkarı ve hesabı vardır. Fırat’ın batısında her karmaşa ve devam eden savaş ABD’nin işine gelirken Rusya, Türkiye’yi Suriye politikasının gerçekleşmesi için kolaylaştırıcı bir unsur haline getirmek istemektedir. Zira Türk devletinin yaptığı hamlelerin her biri bölgesel aktör olmaya değil kendi siyasal sınırlarını korumaya ve Kürtleri etkisizleştirmeye yöneliktir. Bu siyasal savunma konumu, onun askeri saldırganlığı ile derin bir çelişki içindedir ve doğal olarak yönetilebilir değildir. Bu sebepten TC için Efrin operasyonunda siyasi ve askeri başarı şansı da sözkonusu olmayacaktır.