Her 8 Mart sürecinde olduğu gibi bir kez daha “örgütlenme” eksikliklerimiz yakıcı/acil görevler olarak karşımızda duruyor. Örgütlü hareket edememenin bir sonucu olarak çalışmalarımızdaki dağınık gelişim, sürekli benzer sorunlarımızı tartışmayı/çözüm aramayı önümüze koymasından kaynaklı “kısır döngü” hissine kapılmalara yol açabiliyor.
Tüm kadın örgütlerinde ve bizde 8 Mart, 25 Kasım ya da Bir’imize yönelik herhangi bir saldırı haberinin basına düşmesiyle ortaya çıkan görüntü kadın olduğumuzu böylesi günlerde hatırlama algısı yarattığı için düşündürücüdür. Ancak böylesi günlerde diğer günlerde olduğundan daha fazla kimliğimize yönelik saldırıların “acısını” yaşamak, öfkemizin bilenmesi “doğal” bir refleks olarak anlaşılmalıdır. Sistemli çalışma yürütmekteki eksikliklerimizin yarattığı psikolojik atmosferde mahcuplukla birleşen umutsuzluğun kadın mücadelesinde çok daha hassas olduğunu da yaşıyor, biliyoruz.
Önümüze görevler koyup yerine getirmekte eksik kaldığımızda Mao yoldaşın “zafer, kazanılana kadar yenilgilerden ibarettir” sözünü aklımızdan çıkarmadan yukarıda ifade ettiğimiz eksikliklerimizle mücadele ederek ilerleyelim. Binlerce yıllık ezilmişliğimize nasıl teslim olmuyorsak çalışmalarımızın dağınık ilerlemesine de teslim olmuyoruz. Bir yanda ideolojik saldırı olduğu diğer yanda kimliğimize yönelik saldırıların alabildiğine pervasızlaştığı bir süreçte daha fazla örgütlenmeye odaklanmamız gerekirken, kadınlara ulaşmaya, bilinç taşımaya bu kadar ihtiyaç varken kadınların öncüsü MLM kadınların edilgen bir pozisyon alması ise bu açıdan kabul edilemezdir. Bu sebeple yolumuzun uzun, inişli çıkışlı ve birçok yenilgi ile iç içe olduğunu bilerek Demokratik Halk Devrimi’nin ihtiyaçları özgülünde ve kadınları kendi sorunları çerçevesinde örgütlemeli ve örgütlenmeliyiz.
İdeolojik olarak burjuva, küçük burjuva anlayışlar kadın hareketine yön vermeye çalışırken ortaya çıkan örgütlenme ve mücadele anlayışından etkilenmediğimizi de iddia edemeyiz, etmiyoruz. Uzunca bir süredir örgütlenme anlayışımıza sirayet etmiş çok ciddi ideolojik olarak sorunlu yaklaşımlar bulunmaktadır, bununla kesintisiz mücadelemiz sürecek. Böylesi bir süreçte kadınların bilinci ciddi derecede bulanıklaşır. Hedef kitlemizden tutalım da çalışma tarzımıza, yayın anlayışımıza, politik yönelimlere rengini vermeye çalışan anlayışlara kadar birçok alanda ideolojik mücadeleyi esas alıyoruz. Bununla birlikte kadın kitlelerini örgütleme konusunda öncelikle sorunlarımızı doğru tespit ederek görevlerimizi basitten karmaşığa, kolaydan zora, yakından uzağa doğru belirlemeli ve yerine getirmeliyiz.
Konumuzun başına dönecek olursak, mücadelemizin mevcut durumu kadın çalışmalarını önemli tarihsel günlerde “hatırlama” şeklinde olduğu üzerine yaptığımız vurgu esasta doğru zeminde görevlerimizi doğru tespit etme çabasındandır. Kadın olduğumuzu neden böylesi günlerde hatırlıyoruz? Kadın sorununa yaklaşımdaki sorunlarımızı neden böylesi bir süreçte ele almaya başlıyoruz? “8 Mart geliyor, mutlaka bir şeyler yapmalıyız” şeklinde ifade edilen kaygı, çaba ne anlama geliyor? Bu soruları sormak “kötü” bir durumu değil tam aksine çok iyi bir kaygıyı ifade etmektedir. MLM kadınlar olarak “kaygı” duymaktan anladığımız ne yapacağını bilelememe anlamında değil çözüm üretmek, olamaz zannedileni olur kılmaktır.
Bahsini ettiğimiz çelişki ve sorunlarımızın ideolojik politik gerekçelerini kendi dışımızda aramıyoruz. Tam aksine önce kendimizden başlıyoruz. Birçok sorunu ve ihtiyacı görüyor, gereğini yerine getirme sorumluluğunu alma süreci kendiliğindenliğe bırakmama vb. örgütlenme noktasında attığımız adımlar önemlidir. Beklemeci anlayışlarla, toplumsal cinsiyet rollerimizle aramıza devrimci mesafeler koyuyor bizi sisteme zincirleyen hiç bir olguyu kabul etmiyoruz. Biz proleter devrimci kadınlar tarihsel misyonumuzu, bugünün tarih yazıcıları olduğumuzu bilerek “neden?” sorularını sordukça ve değerlendirmelerimizde kendi tarihsel misyonumuzu ne kadar oynadığımız, nasıl oynadığımız gerçeği ile yüzleştikçe daha güçlü daha örgütlü görevlerimizi kavrıyoruz.
Sürekliliği sağlanmış bir faaliyet örgütleyemememizin bir sonucu olarak ortaya çıkan “kadın olduğumuzu 8 Mart’ta hatırlama” şeklinde kendini var etmeye çalışan yaklaşımlarla mücadelenin koşullarından birisi çalışmalarımızı sürekli ve sistemli bir biçimde örgütlemektir. Muhakkak sürekliliği sağlanmış bir faaliyet örgütlememiz gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ancak neden yeteri kadar yapamıyoruz, yapmıyoruz? Bu durumu incelemeliyiz.
Yukarıda da ifade ettiğimiz olgular çerçevesinde kadın kimliğimizle ben-biz neden örgütleniyoruz ve neden herhangi bir kadın hareketinde değil de MLM çizgide örgütleniyoruz, örgütlenmeliyiz? Bu soruların cevabını vermemiz hayatidir. İhtiyaç duyduğumuzda bu soruları tekrar tekrar sormamız gerekebilir, bundan da korkmamalıyız. Bilinci örgütlü, örgütü bilinçli yapmanın koşulu da budur.
REKLAM HİÇBİR ŞEY ÖRGÜTLENME HER ŞEYDİR!
Yukarıda sorduğumuz soruları cevaplandırdıktan sonra “tarihsel günlerde kadın olduğunu” “hatırlama” anlayışının altında yatan yanlış fikir olarak “reklam kaygısı” anlayışını tartışmalıyız. Bahsini ettiğimiz anlayışın bir yanını içimize sızmaya çalışan bölümü diğer yanını ise farklı kadın örgütleri oluşturmaktadır. Öncelikle içimize sızmaya çalışan örgütlenme çizgisinde birçok yanlış anlayış birçok şekilde ortaya çıkmaktadır; bilinçli örgütlülüğü değil kalabalık görünmeyi, yayınımızı kitlelerle buluşturmayı değil sadece çıkarmayı, kadınları bilinçlendirmeyi değil kafa-kol ilişkileri ile yanımızda (çevre-çeperimizde) tutmayı, kadın sorunu çerçevesinde sınıf perspektifli cinsiyet politikasını değil yüzeysel ezilmişlik anlayışını esasa koyma vb. biçimlerde karşımıza çıkar/çıkıyor. Başta işçi ve emekçi kadınlar olmak üzere kadınları örgütleme hedefinden uzak bu yaklaşım küçük burjuva örgütlenme (örgütlenmeme) anlayışının içimize sızmaya çalışan en tipik biçimidir. Bu durum bir kitleselleşme kaygısı dahi değildir. Zira her devrimci (devrimci olmayan) kadın/hareket elbette kitleselleşme kaygısı güder. Ancak kitleselleşme adına ortaya çıkan sistem içine kanalize olma durumunu da kabul edemeyiz.
Burada bir kez daha Mao yoldaşın şu sözlerini hatırlayalım “biz kitleselleşmeyi peşimizde milyonların yürümesi olarak görmeyiz, biz kitleselleşmeyi; kitlelere bilinç taşımak olarak görürüz” bu çizgiyi kadın mücadelesinde yorumladığımızda örgütlenmedeki temel eksikliğimiz daha anlaşılır olacaktır. Kitleselleşmek ancak kadınlara bilinç taşımayla mümkün olan bir olgu olduğuna göre örgütlenme temelimizi/misyonumuzu kadınlara bilinç taşıma esasına oturtmalıyız. Niceliğin niteliğe, niteliğin niceliğe dönüşmesi olarak tarifleyeceğimiz bilimsel gerçekliğe uygun çalışmalarımızı örgütleyelim.
Diğer kadın örgütleri ile ortak platformlarda birlikte eylem, etkinlik vb. örgütlemesinde daha çok karşımıza çıkan “kitlesellik” konusu son yıllarda burjuva, küçük burjuva kadın hareketlerinin yön vermeye çalıştığı bir eğlim olarak 8 Mart, 25 Kasım, Feminist Gece Yürüyüşü vb. eylemlerde de karşımıza çıkmaktadır. “Flama olmasın kadınlar kaygılanır”, “ kadınları bir kalıba sokmaya çalışmayın”, “bayrak, flama olduğunda kadınlar katılmıyor”, “örgüt ismi olmasın” vb. yaklaşımlarla örgütsüzlük kutsanmaktadır. Kitlesellik kaygısı adı altında gelişen durum en yüksek düzeyde bilinçli özne olma durumunun önüne konulmaktadır. Gücünü niteliğinden değil kalabalıklığından alacağını zanneden bu gibi anlayışlar “reklam kaygısı” ile hareket etmekte görüntüye ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Proleter devrimci kadınların tüm kadınlara bilinç taşıma gerekliliğinin bir ürünü olarak örgüt nerdeyse mahkum edilir hale gelmektedir. Bu kapsamda kadın kitlelerinden kopuk olunduğu yanılsamaları ve algısı da oluşturulmaya çalışılmaktadır. Kitlesellik kaygısıyla yapıldığı iddia edilen “eylemlerde flama olursa kadınlar katılmaz” belirlemesi aynı zamanda burjuva, küçük burjuva anlayışların esasta sistem içi uzlaşmacı tutumunun da bir ürünüdür. Bu durumda ideolojik düzlemde mücadele acil bir görev olarak karşımızda duruyor. Ve bütün bu gerçeklikle birlikte örgütlü bir biçimde bu alanlarda olmak “kendi rengimizi” bu alanlara vermek ancak ve ancak bu alanlarda yapacağımız ideolojik mücadeleyle mümkün olacaktır. Başta kendimizden başlayarak sadece kitlesellikle ölçülü bir örgüt ve eylem anlayışına karşı mücadeleden taviz vermemeliyiz. Özgürlüğümüzü kazanma noktasında erkek egemen, heteroseksist, cinsiyetçi, emperyalist-kapitalist sisteme karşı mücadelede örgüt en temel aracımızdır. Temel aracımızda oluşan sorunları çözmek ise temel görevimiz olmalıdır. Eylem ve etkinliğin amacını unutmak, niteliğini sıfırlamak, kitleselliği amaçlaştırmak ve bu noktada bilinç taşıma sorumluluğumuzu unutmak çok daha sorunlu bir duruma kapı aralayacaktır.
SEBATKAR DEĞİL SÜREKLİ ÖRGÜTLENME
Sürekliliği sağlanmış bir faaliyet örgütleyemememizde tek yönlü gelişen bir çelişki (hiçbir çelişki tek yönlü değildir) değildir. Çelişkinin bir yanında biz dururken diğer yanında bizi çevreleyen koşullar durmaktadır. Bir yanda tarihsel toplumsal rollerimiz dururken diğer yanda bu tarihsel toplumsal koşulları değiştirme irademiz durmaktadır. Çoğunlukla koşullar kendi iç çelişkilerimizi çözme noktasında bahanelere dönüşmektedir. Proleter devrimci kadınlar için koşullar hedefe ulaşmak için değiştirilmesi gereken olgulardır. Kadınlarla buluşmamızı etkileyen başta kendimiz olmak üzere örgütlenmemizi engelleyen erkek egemen bakış açısı ise, o zaman onları değiştirmek zorundayız. Cinsiyet kimliğimizin ikinci cins görülmesini istememe bilincine erdiysek erkek cinsinin ayrıcalıklı durumuna son verilmesi gerektiğini kavradıysak; bunu gerçekleştirme gücünün bizde kilitli olduğu gerçeğini de hızlıca kavramak zorundayız. Yakınmak, yılmak, pes etmek, umutsuzluğa kapılmak, esen her rüzgârın akımına kapılmak küçük burjuva sınıfların karakteridir. Proletaryanın sınıf karakteri ve sınıf ideolojisi dünyayı anlamanın yanında; esas olarak dünyayı değiştirmeye dayanmaktadır. Biz MLM kadınlar da bu noktada öncüsü olduğumuz sınıfın disiplininde ve ideolojik politik çizgisinde kadın sorunu noktasında sorumluluklarımızın gereğini layıkıyla yerine getireceğiz.
BİLİNÇLİ ÖZNELİK MİSYONUMUZU OYNAYALIM: 8 MART’I TÜM COŞKUMUZLA ÖRGÜTLEYELİM!
Cinsiyet eşitsizliğine karşı örgütlenme ve mücadelede “bilinç” “sorunumuz” derinlikli tartışmaya ihtiyaç olan bir konudur. Ezilen cinsiyet kimliğimiz ve ezilen sınıfa mensup olma hali (elbette çok yönlü ezilmenin diğer kapsamları) çok yönlü bilinç geliştirmeyi de gerektirmektedir. Ve çoğunlukla kadın bilincimizle sınıf bilincimiz karşı karşıya konulmaktadır ve kavrayıştaki zayıflığımız ekseriyetle kadın bilincimizdeki zayıflıktan kaynaklanmaktadır. Çünkü kadın bilinci noktasında zafiyetlerimiz bu alanda insiyatif almamızın önüne geçmektedir. Erkek egemen ideolojinin tesiri altında olduğumuzu böylesi bir toplumda proleter kadınlar olarak kadın özgürlüğü mücadelesi verdiğimizi aklımızdan çıkarmadığımızda kimliğimize karşı her türlü saldırıya karşı tetikte olmalıyız. Ancak proleter bir kadın hareketi olma iddiamızla birlikte bilinç eksikliğimizi öncelikle sınıfsallıkta aramak zorundayız. Kadın kimliğimizi sınıf bilincimize içerlemeliyiz, MLM kadınlar açısından ayrı, kopuk, karşıt olgular olarak ele alınmasına izin vermemeliyiz.
MLM kadınlar, kadın mücadelesinin en bilinçli özneleri olarak öncülük misyonuna sahiptir. 8 Mart çalışmalarımıza son kadın şehitlerimiz Nergiz ve Çidem yoldaştan aldığımız ilhamla sarılmalıyız. Gücümüzü gerçeklikle sınırlamayıp gerçeklikleri zorlayan adımlar atmalı daha fazlasını istemekten çekinmemeliyiz. Bulunduğumuz bütün alanlarda kadın kitleleriyle buluşmalı, örgütlenme çalışmalarımızda tam kapasite bir seferberlik yaratmalıyız. Çalışma alanlarımızda doğrudan ilişkiyi esas almalı bu anlamda kadınların üretim ve yaşam alanlarına yönelmeliyiz. Ekonomik kriz, seçimler ekseninde ortaya çıkan kadın düşmanı politikaların teşirini yapmak ve kadınları örgütlemek esasımızı oluşturmalıdır. Kadınlarla politik zeminde tartışma güçlü duyarlılık yaratma ve bilinçli hareketlilik geliştirmeyi hedeflemeli çevremizde daha edilgen “duran” kadınları çalışmalara katmalıyız. Politikalarımız etrafında kenetlenme, hareket etme sisteme yönelme noktasında MLM kadınların militan çizgisinde kadın kitlelerini örgütlemeliyiz. Tüm alanlarda komisyonlarımızı kurma/işletme, eğitim ve atölye çalışmalarımızı planlı ve sistemli bir hale getirme noktasında 8 Mart’ın yarattığı çoşku ve enerjiyi bir örgütlenme aracına dönüştürmeliyiz. Bu noktada geleceği bugünden kurmada attığımız her adımın değerinin farkında olarak görevlerimizi yerine getirelim.