“Ekonomi tahsilli” Tayyip Erdoğan, “faiz-enflasyon” arasındaki neden sonuç ilişkisini tartışa dursun, döviz kurundaki ataklar adı konmamış bir devalüasyon yaratmaya devam ediyor. Emperyalist sistemin içinde bulunduğu ekonomik krizin tüm sonuçları Türkiye ekonomisini alt üst edecek şekilde etkilerde bulunuyor. Düşük faiz politikası adı altında yaratılan manipülasyon, ülkeyi emperyalist sistemin ve onların yerli uşaklarının kurulu sisteminde daha ucuz bir emek gücü haline getirmenin örtüsü olmuştur. Parası sürekli değer kaybeden ülke, kompradorlara düşük faizle kredilerle besleyen ve düşük maliyetli ihracat ürünleri üretmenin koşullarını sağlayan bir yaklaşımdır hayata geçirilen. Şişirilmiş büyüme rakamları, patronların cebinin ne kadar büyüdüğünü bize anlatmaktadır. Ucuzlayan emeğin ne kadar acımasız ve pervasız sömürüye maruz kaldığını ifade etmektedir.
Döviz kurlarında bitmek bilmeyen ataklar, yoğun bir zam kampanyası olarak gerçekleşmektedir. Ücretli emekçilerin ücretleri erimekte, ucu ucuna geçim koşulları sefalete, sefalet ise açlığa evrilmektedir. AKP-MHP bloğunun hayata geçirdiği ekonomik-politikada iç klik mücadelesi ve ayrışmasına da neden olmaktadır. Bu kapışma 2 yılda dört Merkez Bankası başkanı, biri “damat” olmak üzere iki maliye bakanı, bir dizi ekonomi bürokratı değişimine neden olmuştur. Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın ise duruma itiraz ettiği, bakanlıkta yeni bir değişimin kapıda olduğu ifade edilmektedir. Son olarak küçük ortak Devlet Bahçeli “Merkez Bankası’nın bağımsızlığını savunmanın” vatana ihanet olduğunu vurgulayarak, AKP içi mücadelede Tayyip Erdoğan’ın arkasında durduğunu gösterdi. AKP-MHP’nin ekonomide oluşan sorunlara, genel tepkiye ve iç çatlaklarına karşı “ekonomik kurtuluş savaşı” kavramı “tahvil” edildi. Ancak bu alandaki yangın ve politik karşılığının sertliğini hiçbir şoven kampanyanın, şahlandırılmaya çalışılan “ulusal gururun” gideremeyeceği açıktır.
AKP-MHP hükümeti, ekonominin düzeleceğine dair verdiği tarihlerle oluşan tepkilere karşı zaman kazanmaya çalışacak kadar zayıf ve çaresiz bir durum içindedir. Ancak içine girilen süreç yoksullaşmanın gün gün artmasına paralel olarak gün gün erken seçim çağrısı yapan koronun büyümesini getirmektedir. Bu koro daha gür bir şekilde bu talebi haykırmaya başlamıştır. Bilhassa Millet İttifakı’nın amiral partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu “sandığa davet” mitingleri ile adeta erken seçim startını da vermiştir. Kılıçdaroğlu, sadece erken seçim çağrısı ile yetinmemektedir. Diğer yandan ittifak güçlerinin ilişkisini pekiştirmekte, bunun gereğine uygun olarak politik hamleler yapmaktadır. “Helalleşme” kavramı ile “İslamcı” tabana ve özellikle onların temsilcilerine kamuoyu önünde taahhüt veren, güvenlerini kazanan bir adım atmıştır. Bu hamle ile klasik “laik- anti laik” eksene dayanmayacağını, AKP ile 2002’den bugüne inşa edilen Türk-İslam temeline dayanan güç dengelerinin ve siyasal şekillenişini kabul ettiğine dair bir taahhüt olarak okumak gerekmektedir. Araya sıkıştırılan Roboski, Gezi şehitleri vs. ise bu faşist klik için sadece kullanılan demokrasi sosu niteliğindedir. Bu kuşkusuz aynı zamanda ABD emperyalizminin Türk devletine Ortadoğu ve bölge için biçtiği “rol model” ölçülerine de uyum sağlayacağının taahhüdü olarak okunabilir. “Ilımlı İslam” modelinin pek ala CHP liderliği altında diğer ittifak güçleriyle hayata geçirilebileceğinin köşe taşları döşenmektedir.
Yaşanan ekonomik ve politik krizin, faşist kliklerin mücadelesini kızıştırması, kavganın dozunun artması krizin tipik sonuçlarıdır. Bu durum faşist klikler de yoğun bir arayışı da yeni saflaşma girişimlerini de güçlerin “al-ver” pazarlığına daha güçlü tutuşmasını da getirecektir. Nitekim Tayyip Erdoğan, Saadet Partisi reddetse de açık ittifak teklifini yapmıştır. Millet İttifakı içinde çatlak yaratmaya dair üçüncü bir seçenek olarak Yeniden Refah Partisi eliyle CHP ve AKP ekseni dışında İYİP önderliğinde “benzer partilerin” bir ittifaka gitmesi gündeme getirilmiştir. Bu ve benzer tartışmalar, öneriler, fikirler süreç ilerledikçe, erken seçim süreci daha fazla belirginleştikçe büyüyecektir. Klikler arası mücadele kadar kliklerin içinde de gerginlikler tırmanacaktır. Bunun tüm belirtileri (Cemil Çicek ve Devlet Bahçeli gerginliği, Fatih Erbakan ve Muharrem İnce’nin 3. İttifak tartışması vs.) vardır. AKP-MHP’nin ilerleyen süreçte, elindeki tüm ekonomik güç, medya ve devlet olanaklarıyla Millet İttifakı içinde yarılmalar yaratma girişimi eksik olmayacaktır. Benzer şekilde Millet ittifakı da benzer hamleleri yapacak, verili krizi daha fazla güçlenmenin, daha etkili bir kamuoyu oluşturmanın, bir bütün Türk hâkim sınıflarına ve emperyalistlere daha fazla güven vermeye yönelik adımlar atacaktır. Faşist güçler içinde Millet İttifakı’nın daha avantajlı, gündeme yön verme kabiliyetinin daha iyi olduğu vurgulanmalıdır.
Halk güçlerini temsil eden, “parlamento içi” ya da “parlamento içinde olma hevesli” güçlerinde gündeminde seçim ittifakları vardır. HDP ile daha önceki seçimlerde Kürt Hareketi önderliğinde demokratik ve liberal güçlerin ittifakının dışında kalan TKP, Sol Parti, EMEP ile bu süreçte ortaklaşma çalışmaları ve üçüncü yol seçeneğini en geniş tabanlı şekilde kurma çalışmaları söz konusudur. Bu girişimin birleştirici öznesi ya da önderliğine ise TİP soyunmaktadır. Reformist güçlerin, seçimler dönemindeki birleşme, ittifak ve güçlerini seferber etmeye dair çabası, yaratıcılığı ve yüksek enerjilerinin faşizmin halkı ekonomik ve politik olarak cendereye aldığı şartlarda mücadele için harcanmadığını parlamentarizmin boyutunu anlamak için bir ölçüt olma durumu vardır. Halk güçleri içinde olan bu siyasal öznelerin, kitleleri seçimler eksenine kilitleyen, çareyi ve çözümü orda aramasına neden olan hatları şimdi daha güçlü birleşme eğilimindedir. Ancak reformist güçler içindeki sosyal-şoven etki, egemen güçlerin Kürt düşmanlığındaki kararlılığının bu güçler üzerindeki caydırıcı etkisi bu ittifakı zorlu bir yola sokmaktadır. Bu birleşme olanağını da zayıflatmaktadır. Esas paydaşlığı, AKP ve Tayyip Erdoğan’ın devlet içindeki gücünü azaltma ya da yok etmeye endeksli siyasal çizgilerinde bulan güçlerin, “Cumhurbaşkanlığı” sistemi içinde parlamenter anlayışlarının onları faşist klikler arası mücadelenin sadece bir parçası yapmaya götüreceğini söylemek müneccimlik olmayacaktır.
İşçi sınıfının ve ezilenlerin gündemlerinden sadece birisi erken seçim, ittifaklar ve güç değişiminin nasıl olacağına dairdir. İşsizlik, yoksulluk, artık oldukça sık aralıklarla gerçekleşen devalüasyonlar ve ona bağlı olarak zam kampanyaları, küçük esnafın iflası ve asgari yaşam koşullarının ortadan kalkması esaslı meselelerdir. İşçi sınıfı, emekçiler, Kürt ulusu temel hak ve özgürlüklerinden yoksun, ağır bir faşist saldırganlık altındadır. Örgütlenmelerine, hak arayışlarına ve ekonomik taleplerine yönelik faşist saldırılar asla azalmamakta sürekli artmaktadır. Bu durum kuşkusuz bir sistem krizidir. Faşist kliklerden birisinin iyi birisinin daha kötü yönetmesini aşan ölçüde bir sistem krizidir. Kitlelerin bu durumu tam anlamaya kavramaya ihtiyacı vardır. Tüm sorunlar, saldırılara karşı sokaklara çıkmak, örgütlenmek zorunludur. Son olarak “geçinemiyoruz” tepkisi ile sokaklara taşan eylemsellik, çıkış çok anlamlıdır. Ancak çözümün erken seçim talebi olmadığı, hükümetle sınırlı bir soruna indirgenemeyeceği AKP-MHP’ye karşı mücadele edilirken anlatılmalıdır. Devrimin programı, devrimin gerekliliği, devrim için örgütlenmenin zorunluluğu esas meseledir. Bu fikirle donanmayı bekleyen çelişkilerin varlığı kabul edilmediği takdirde, iyileştirmeciliği içeren kitleleri kandıran “hükümet istifa”, “erken seçim” gibi çağrılara odaklı birlikler, mücadele çizgileri sürece damgasını vuracaktır. Bu ise faşist kliklerin mücadelesine payanda olmayı getiren mücadele için yıkıcı bir tablo oluşturacaktır. Buna geçit vermemeliyiz.