Ülkemiz bir ekonomik kriz sarmalı içerisindedir. Artan hayat pahalılığı, işsizlik halkın yaşamını adeta cehenneme çevirmektedir. Öte yandan tüm ekonomik veriler burjuvazinin hızla 2001 benzeri bir ekonomik krize sürüklendiğine işaret ediyor. Döviz kurları, faiz ve enflasyon rakamları neredeyse her gün yeni bir rekor kırıyor. Tam da böyle bir süreçte Erdoğan’ın bir gece yarısı kararı ile Merkez Bankası (MB) Başkanını değiştirmesi mevcut ekonomik tablonun daha da kötüleşmesine yol açtı. Erdoğan’ın bu değişimle yeniden faizleri indirmeye niyetlendiğini düşünen emperyalist burjuvazi ve kompradorlar bu durumdan son derece rahatsız olmuşlardır. Nitekim değişiklik kararının ardından, yabancı sermaye girişi durmuş, dolar kuru Türk Lirası karşısında bir gecede %15 gibi tarihi bir yükseliş yaşamıştır. Yaşananlar bir kez daha Erdoğan’ın ekonomi yönetim biçiminin ve faizleri düşürme inadının tartışılmasına yol açmıştır. Komprador burjuvazinin önemli bir kesimi ve onların siyasal temsilcisi olan burjuva muhalefet, Erdoğan’ın faizleri düşürme inadını sert bir şekilde eleştirmektedir. “Akıl dışı” olarak nitelendirdikleri bu politikalar yüzünden ülkenin hızla uçuruma sürüklediğini dillendirmektedir. Böylece yaşanan krizi tamamen Erdoğan’a bağlayarak sistemi de aklamaya çalışıyorlar. Oysa bugün halkı ezen faiz-enflasyon kıskacı yarı-sömürge yapının kaçınılmaz sonucudur. Egemen kliklerin faizleri indirme- yükseltme tartışmaları da tamamen kendi çıkarları ekseninde yürüttükleri bir dalaştır.
Erdoğan’ın “faiz karşıtı” söylemleri sık sık dile getirdiği faizi düşürmek amacıyla kimi dönemlerde adım atmaya çalıştığı bilinmektedir. Son MB başkanı değişimi de bu yönde atılan bir adım olarak görülmektedir. Nitekim Naci Ağbal’ın görevden alınmadan önce faizleri tahminlerin üzerinde artmasının Erdoğan’ı “rahatsız” ettiği, yeni göreve atanan Şahap Kavcıoğlu’nun da faiz meselesinde Erdoğan’a benzer şekilde düşündüğü söylenmektedir. Ama Naci Ağbal’ın görevden alınması saray içinde klik çatışmasının ürünüdür. Bu faiz yükseltme kararından dolayı değildir. Enflasyonun resmi olarak %17 olduğu bir yerde faizin ondan az olmayacağını biliyorlar. Birçok çevrede Erdoğan’ın “faiz karşıtlığı” İslamcılığına bağlansa da bu büyük bir aldatmacadır. Elbette RTE’nin “faiz haramdır” tipi söylemlerle AKP’ye oy veren kitleleri konsolide etme amacı vardır. Ancak “faiz karşıtlığının” temelinde kendisi ve temsil ettiği büyük sermaye kliklerinin çıkarları vardır.
Şöyle ki; özellikle neoliberal sermaye birikim modeline geçişle birlikte emperyalistler, yarı-sömürgelerini daha çok finans alanı üzerinden gerçekleştirmektedir. Sermaye ihracı büyük oranda tahvil, borsa gibi alanlara yapılan yatırımlar üzerinden yapılmaktadır. Zira sermaye ihracının (emperyalist tahakkümün) bir diğer çeşidi olan doğrudan yatırım yani üretim alanına yapılan yatırımın emperyalistlere getirisi hem daha düşüktür hem de risklidir. Oysa finans alanına yatırım yaparak bir gecede devasa kârlar elde edebilmektedirler. Faiz oranı ne kadar yüksekse, emperyalist sermayedarların kârı o oranda yüksek olmaktadır. Yarı-sömürge ülkelerin sermaye birikimi zayıf olduğundan emperyalist sermayeyi ülkeye çekebilmek adına yüksek faiz oranları belirlemek zorunda kalmaktadırlar. Bu ülkelerde işbirlikçi yerli hâkim sınıflar işçi sınıfını-halkı sömürerek gasp ettikleri değerlerin önemli bir kısmını faiz ödemeleri ile emperyalist sermayeye aktarmak, emperyalistlerin kendilerine bıraktığı kırıntılarla yetinmek mecburiyetindedir. Faiz oranı ne kadar düşükse hâkim sınıflara kalan kırıntı da o kadar büyümektedir.
Erdoğan’ın “faizleri düşürme” çabalarının ardında da halkın sömürüsünden kendilerine bırakılan bu kırıntıyı büyütme amacı yatmaktadır. Bu çabaların halka dönük sömürüyü azaltma ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Para politikasının ayarlanması ve faiz oranlarının belirlenmesi halktan zaten gasp edilmiş olan artı-değerin egemen kesimlerce hangi oranlarda paylaşılacağına ilişkin bir tartışmadır. RTE’nin emperyalistlerle birlikte halkı iliğine kadar sömürmeye de ülkede yaratılan değerleri onlara peşkeş çekmeye de bir itirazı yoktur. Onun derdi faizi görece aşağıda tutarak, bu sömürüden, temsil ettiği sermaye kliklerinin daha fazla pay alabilmesini sağlamaktır.
Ancak faizi düşürme çabaları son yaşananlardan da görüleceği üzere her daim ters tepmektedir. Faiz düşürüldüğü veya bunu sinyali verildiği anda emperyalist sermaye girişi durmakta, daha önce girenler ise çıkmaya yönelmektedir. Bu durum döviz kurlarının aniden yükselmesine yol açmaktadır. Dövizin yükselişe geçmesi ise her alanda dışarıya bağımlı olunması nedeniyle, üretim masraflarını artırarak enflasyonun yükselişe geçmesine neden olmaktadır. Yani yük yine halkın sırtına bindirilmektedir. İğneden ipliğe gelen zamlarla halkın alım gücü daha da düşmekte, yoksulluk büyümektedir. Geçmişteki kriz dönemlerinde de sık sık rastladığımız üzere böylesi dönemlerde hâkim sınıflar soluğu, IMF vb. emperyalist kurumların kapısında almaktadır. Emperyalist sermayeyi yeniden ülkeye çekebilmek adına “kemer sıkma” politikaları devreye konulmakta, halktan gasp edilen değerler, emperyalistlere daha çok peşkeş çekilmektedir. Yani krizi aşma yolu, halk üzerindeki sömürüyü büyütmekte aranmaktadır.
Burjuva muhalefetin Erdoğan’ın faiz politikasına -daha doğrusu “iddiasna” itiraz etmesinin nedeni ise bunun halkın sırtına ek yükler bindirecek olması değildir. CHP ve şükerası bu politika nedeniyle ülkeye emperyalist sermaye akışının yavaşlamasından rahatsız olmaktadır. Bir anlamda “emperyalistlerin bıraktığı kırıntı ile yetinelim, aksi halde sermaye akışı durur, bu kırıntıları bile elde edemez hale geliriz” demektedirler. Öte taraftan Erdoğan’ın “düşük faiz” politikasının yarattığı ek maliyeti gündeme getirerek, bugün yaşanan krizi tamamen ona bağlamaya, böylece sistemi aklamaya çalışmaktadırlar. Yani “akılcı politikalar” uygulanırsa bu sistem içinde ne enflasyon ne de işsizlik sorunu olur, demeye getirmektedirler. Birçok küçük burjuva ve reformist çevrede “Erdoğan karşıtlığı” temelinde CHP’nin bu propagandasına alet olmaktadır. Böylece halk alenen Erdoğan’ın “rasyonel olmayan” politikalarına kanalize edilmeye çalışılmaktadır.
Oysa komünistler, bugün de yaşanan krizin yarı-sömürge, yarı-feodal yapının kaçınılmaz sonucu olduğunu çok iyi bilmektedir. Faiz ve enflasyon kıskacı ile halkın emperyalistler ve onların yerli işbirlikçilerince soyguna uğratılması yarı-sömürge ülkelerin makûs talihidir. Yarı-sömürgelerin zayıf sermaye birikimi nedeniyle emperyalist sermayeye olan bağımlılığı yapısaldır. Dolayısıyla ülkemiz hâkim sınıfları sermayeye erişebilmek adına halkın yarattığı değerleri emperyalistlere peşkeş çekmektedir. Yani yarı-sömürgelerde yaşayan halklar hem emperyalistlerin hem de işbirlikçi yerli hâkim sınıfların çifte sömürüsüne maruz kalmaktadır. Her alanda dışa bağımlı olan, emperyalist sermayeyi ülkeye çekmekten başka bir şansı olmayan yarı-sömürgelerde enflasyonun da, faizin de, işsizliğin de aynı anda yüksek olması sık sık ekonomik krizlerin yaşanması kaçınılmazdır. Şu ya da bu ekonomi politikalarının uygulanması en fazla krizi hafifletebilir veya ağırlaştırabilir o kadar. Dolayısıyla halk açısından yegâne çözüm yarı-sömürge yapıyı tasfiye edecek yeni demokratik devrimdir. Emperyalizme olan bağımlılık kırılmadıkça ne krizler ortadan kalkabilir ne de halk faiz-enflasyon kıskacında yoksullaşmaktan kurtulabilir.