Mart ayının sonunda yapılacak olan yerel seçimlere, ekonomide yaşanan olumsuzlukların daha fazla belirginleştiği işçi sınıfının eylemliklerinin arttığı bir ortamda gidiyoruz. Bunun yanında hakim sınıflar arasındaki çelişkilerin yoğunlaştığı, somutta yaşanan ittifaklarla ve yerel seçimlere stratejik olarak bakılmasıyla görülmektedir. Egemenler nezdinde Mart ayında yapılacak yerel seçimlerin, iktidar ve muhalefet cephesiyle stratejik olarak ele alınmasının temel nedeni; iktidar tarafından yeni hükümet sistemini 24 Haziran genel seçimleri ile oluşturulan “hakimiyet”i pekiştirmek iken; muhalefet tarafından ise bu mevcut durumun tam tersini oluşturmak ve yaşatmaktır. Dolayısıyla yerel seçimler süreci egemenlerin yoğun mücadelesine tanıklık edeceğimiz bir zeminde gerçekleşecektir. Bu süreç boyunca her türlü pragmatizmin benimseneceği gibi, şovenizm gibi argümanların da dillerden düşmeyeceği kesindir.
Diğer yandan ezilen ve sömürülen sınıflar cephesinde ise, TDH ve reformistlerin yerel seçimler üzerinde belirlemiş olduğu politik hat da ortaya çıkmış oldu. Buna göre hemen hemen sol hareketin tümüne baktığımızda seçimlere dair belirlediği politika; ya iktidarın yapmış olduğu seçim hileleri ve faşizm vurgusu sebebiyle boykot ve seçimlerin teşhir edilmesi; ya da HDP’nin desteklenmesi şeklinde iki ana blok olarak konumlandığı görülüyor. Bunun yanında CHP’yi örtülü olarak destekleyen veya aleni şekilde CHP’den aday gösteren kimi sol çevreler olduğu gibi; sosyal şovenizm batağına saplanmış TKP gibi partilerden seçime katılan ve Kaypakkaya’yı önder olarak gördüğünü iddia eden yapılar da mevcut..
Yerel seçimler vesilesiyle ortaya çıkan tabloya bakıldığında, devrimci ve reformisti ile sol hareketin süreç ve sonuç birlikteliğinden çok, ya sürece ya da sonuca hapsolarak konumlandığı görülmektedir. Kuşkusuz her çevre seçimler nezdinde belirlenmiş olduğu politikaya ilişkin kendine gerekçeler sunmaktadır. Bu gerekçelendirmelerin başında ise Marksist ustalardan yapılan alıntılar baş köşede yer almaktadır.
O halde denilebilir ki birbirinden farklılık arz eden politik tavırlar, verili anda nasıl oluyor da aynı kaynaklardan desteklenebiliyor. İlk olarak kaynakların problemli olabileceği ihtimali akıllara gelebilir, ama söz konusu Marksist kaynakların tarihsel olarak sınandığı ve doğrulandığı aşikar. O zaman geriye bir başka seçenek olan yorum ve analiz farkı ortaya çıkıyor demektir. Ki TDH’nin politika nezdinde içselleştirip ve anlayamadığı da bu realitedir. Teoriyi ve politikayı koşullardan ve olgulardan bağımsız saf olarak algılamak, her kapıyı açan maymuncuk gibi kullanmaya hizmet eder. Özelde politikanın bu minvalde kullanılması, politik ortamlardan devrimci uğruna yararlanılmasına engel olur. Nitekim sonuca odaklanmış ve bunu deklare etmekle mutlu olmuş siyaset tarzının elde edeceği yegane şeyin hüsran olacağı bellidir. Lakin ısrarla bu noktada inat edilmesinin temel nedeni politik sefaletten başka bir şey olmasa gerek. Zaten taktik adına belirlenen politikaların çerçevesi incelendiğinden bu durum tüm çıplaklığıyla görülmektedir. Oysa ki sınıf mücadelesi arenasında tekillikten ziyade birçok değişken etkindir ve bu değişkenler sürekli hareket halinde olup, bazıları mücadelenin dışına atılmakta iken bazı yeni unsurlar da mücadeleye dahil olmaktadır. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki sınıf mücadelesi koşullardan ve öğelerden yalıtık, zaman ve mekandan arındırılmış bir alan değildir. Fakat yerel seçimler özgünlüğünde ele alınan ve pratikleştirilen taktik politikalar bize bayatlamış bir tat vermeye devam etmektedir.
Aynı zamanda yerel seçimler vesilesiyle oluşturulan ittifaklar da benzer anlayışla oluşturulmakta ve savunulmaktadır. İttifak ve uzlaşma konusu salt yerel seçimlerin dışında son dönemlerde kimi başlıklar altında da karşımıza çıkmaktadır. İşleyiş tarzı ise sol ve sağ savrulmalarla dolu öznelci bir kavrayışı temsil etmektedir. Öyle ki ittifak ve uzlaşmalara atfedilen gerekçeler Lenin’in emperyalistlerle, Mao’nun Çan Kay Şek ile ittifakına kadar götürülmektedir. Süreç içinde kendi özgün yanları ile ortaya çıkan ve uygulanan bu ve benzeri pratik adımlar tarihsel olarak doğruluğunu teyit etmiştir. Her biri sınıf mücadelesinin binbir çeşit zorlukları ve değişkenleri içinde sınanmış ve zaferle çıkan pratiklerdir. Günümüze kopya edilmesinden ziyade, kullanılan yöntemin açığa çıkartılması ve güncelle ilişkisi sorgulanmalıdır. Ayrıca sadece güç ilişkisinin bile belirleyici faktör olacağını unutmamak gerekir. Yine önemli bir yan da gerek Lenin’in gerekse Mao’nun, KP’nin bağımsızlığını sekteye uğratacak pratik adımlardan kaçındıklarıdır. Aksine süreç içinde KP hegemonyasının daha fazla güçlendiği bir tablo karşımıza çıkmaktadır. Ama günümüz siyasetinde oluşturulan ittifak ve uzlaşmalar TDH’nin gelişimi için manivela aracından çıkarak liberal ve reformist anlayışlara daha fazla bağımlı hale gelmiştir. Hiç şüphe yok ki bu çizilen tablo politika üretmek bir yanda mevcut politik çizgisini dahi koruyamamaktadır.
Bizler için ise kavranılması gereken önemli husus, yerel seçimlerle oluşan konjonktüre politik müdahale ile stratejik hattı beslemek olmalıdır. Ancak bu çerçevede oluşturacağımız faaliyet kazanç sağlayacaktır. Fakat öncünün yerel seçimler bağlamında belirlemiş olduğu tavrı biçimsel faaliyete indirgemek, tam da belirttiğimiz gibi politik sefalet olacaktır. Bu yaklaşım ve tarzdan mümkün olduğu kadar kaçmak gerekmektedir. Çünkü tavrın biçimi ancak muhtevasıyla anlam bulabilir. Halihazırda yoğunlaşmak zorunda olacağımız kısım ise burasıdır. Öncelikli hedefimiz DHD kapsamında kitleleri kazanmaktır. Bunun tek bir hamlede olamayacağı açık olmakla beraber, alandan alana kitleden kitleye farklılık taşıyacağı bellidir. Örneğin Karadeniz bölgesinde ilk elden kitleleri sistemden koparmak faaliyetin ağırlıklı merkezi olabilecekken, Dersim gibi alanda ise daha ileri ve üst bir faaliyet açığa çıkabilmektedir. Yine bu kapsamda kullanılacak materyal, dil ve şiarların belirlenmesi de somut durumun incelenmesiyle oluşturulabilir. Kısacası “somut politik görevler, somut duruma uygun saptanmalıdır.” (Lenin)
Unutulmaması gereken bir diğer nokta ise, yerel seçimler özelinde oluşturulacak politikanın taktik ve araç niteliğinde olduğudur. Bu bağlamda önemli olan, uygun taktiği saptamak ve pratikleştirmektir. Fakat yerel seçimler özgünlüğünde öncünün belirlediği taktik politikaların doğruluğunu veya yanlışlığını süreç içinde tartışmak sığ bir anlayışa tekabül edecektir. Sadece sonuca odaklanmış boykot ve katılımı tartışan anlayış, kendisini dev aynasında görmekte ve geniş kitleleri peşinden sürüklediğine inanmaktadır. Bir tavır beyanı ile her şeyin çözüme kavuşacağını zannetmektedir. Nihayetinde politik saha belirginleşmiş, politik roller dağılmış ve politik yönelim saptanmıştır. Şimdi önümüzde duran görev öncünün politikasını bu minvalde yaşama geçirmektir. Eğer doğru yöntem ile eksiklerimizin ve somut durumun incelenmesi yapılırsa, politik yönelimimiz özel ile genelin bağlantısı içinde yaşam bulacaktır.
Sonuç olarak 31 Mart Yerel Seçimleri vesilesiyle TDH’nin politik taktiği eski hastalıkları ve anlayışları barındırdığını bizlere göstermektedir. Bir gelenek halinde sürmekte olan bu politik sefaletten kurtulmak gerekmektedir. Özellikle seçim gibi yoğun politik atmosferler böyle bir imkanı nesnel anlamda sunmaktadır. Tabi ki özne olarak politikanın taktik ve stratejik ayaklarında gelişme kaydetmemiz elzem olandır. Her bir faaliyetçi yerel seçimler özgülünde öncünün belirlediği politikayı zaman geçirmeksizin bulunduğu alana uygulamalıdır.
*Bu makale Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Mart tarihli 31. sayısından alınmıştır.