[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
26 Eylül gece saatlerinde Mersin Mezitli’de İçişleri Bakanlığı bürokratlarının ve üst düzey polis şeflerinin dinlenme merkezi olan polisevine bir eylem düzenlendi. Yarım saatlik çatışma ve üst üste patlamalar eylemin şiddetini ortaya koyarken sonrasında yarattığı etki ve tartışmalar bakımından birçok alanı sarsan önemli bir eylem olarak tarihe geçti.
“Ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz, nefes aldırmıyoruz” hamasetine karşı Mersin’de gerçekleştirilen eylem, devlet açısından “bulutsuz gökyüzünde çakan şimşek” gibiydi. Eylem afallatıcıydı; çünkü Zap’a dayanan TC, kendi deyimiyle gerillaya “kilit” vurmaya hazırlanırken Mersin’de gerillanın mermileriyle gece aydınlanıyordu. TC için durum vahimdi. Yıllardır yaptıkları ve halkı önemli derecede ikna ettikleri propagandanın boşa düştüğünün farkında oldukları için ilk elden eylemi yapanların kimliklerini açıklayarak “her şeyi biliyoruz” imajı korunmaya çalışıldı. İkinci olarak ölen polis üzerinden kahramanlık hikayeleriyle kitleleri ajite etmeye dönük bir dil kullanıldı. “Savaş bakanı” H. Akar soluğu Şırnak’ta alarak “Asos’u vurduk, terörle mücadelemiz sürecek” diyordu ertesi gün. Devletin bu gürültülü ve reaktif davranışının ilk andaki etkisi, özellikle eylemi yapan gerillaların kimliğine dair açıklamaların etkisi HPG’nin eylemi üstlenmesiyle boşa düştü.
Eylem sonrası devlet açısından geliştirilen söylem ve uygulanan politika kuşkusuz şaşırtıcı değildi. Esas şaşırtıcı olan eylemden sonra Kürt Ulusal Mücadelesinin temsilcilerinden ve reformist cenahtan gelen “kınama” mesajlarıydı.
HDP’DE GELİŞEN “KINAMACILIK”
Demirtaş’ın “Mersin’deki silahlı saldırıyı kınıyorum. Siyasetin sorumluluğu, şiddet dışı çözümlerde ısrarcı olmaktır. Ölümleri durdurmaktır. Şiddetin her türlüsüne karşı çıkacağız, demokratik siyasette ısrarcı olacağız. Bunun herkes tarafından net olarak bilinmesini isterim.” sözlerine M. Sancar ve Buldan da katıldı. Buldan ve Sancar eylemi kınadıktan sonra, yaklaşan seçimlere işaret ederek, “Ortalığı bulandırmak, yeni bir şiddet dalgasını ve provokasyonları, Haziran-Kasım 2015 dönemindeki gibi kullanmak amacında olanların bu hevesleri karşısında suskun kalınamaz.” dediler.
Reformist cephenin eylem sonrası açıklamaları kınamalarla da sınırlı kalmadı. EMEP eylemi “terörizm” derekesinde ele alarak “terör eylemi” tanımını yaparken, TİP, “Saray rejimine güç verecek”, SOL Parti “İktidar politikalarına su taşıyacak” diye feveran ediyordu.
HDP’liler açısından yapılan kınama açıklamaları kuşkusuz ciddi bir akıl tutulmasına işaret ediyor. Söz konusu kınamacılığa karşı faşist S. Soylu’nun “katilsin, iğrençsin” küfrü bile nerede nasıl konum alınması gerektiğini ortaya koyarken ısrarlı “barış” vurgusunun günümüz açısından ne kadar anlamsız olduğunu görmek gerekiyor. Her şeyden önce bir savaş gerçekliği söz konusu ve savaşta o çokça karşı olunan “şiddet” eşitsiz bir şekilde Kürt halkına, özellikle de savaşçılarına yöneliyor. Kürt Ulusal Mücadelesinin kazanımları ve güçleri bir bir tasfiye edilmeye çalışılıyor; işgal operasyonları, SİHA saldırıları, kimyasal silah saldırılarıyla savaşan, direnen Kürde mutlak ölüm dayatılıyor. Bu operasyonlarda yer alan, bunları yönetenlerin dinlenme tesislerine tam da bu dayatmaya karşı olarak bir eylem yapılıyor. HDP işte bu “şiddet eylemini” kınıyor. Aynı günlerde Zap’ta gerilla eylemi gerçekleşiyor ve çok sayıda askerin öldüğü belirtiliyor. Ancak HDP’den benzer bir kınamanın gelmediğini görüyoruz. T. Kürdistanı’nın dışında yer alan Mersin’deki eylemin kınanması çokça eleştirilen “Türkiyelileşme siyaseti”nin bir sonucu olsa gerek!
Diğer yandan bu tutumun neden böyle geliştiği Buldan ve Sancar’ın sözlerinde ifadesini buluyor. “Seçim öncesi provokatif ortam” vurgusu legal siyaseti her şeyin üzerinde gören, kendini buradan var eden yaklaşımın ürünü olarak gelişiyor. Dikkat edilirse HDP de dahil TİP, EMEP, SOL Parti de bu bağlamda bir kınama tavrı geliştirdi. EMEP ve SOL Parti silahlı mücadelenin “tövbesi” üzerinden örgütlenen yapılar, TİP de geçmişten bugüne “tutarlı” reformizmin temsilcilerinden olduğu için varlık zeminleriyle uyumlu bir dil kullanmaları şaşırtıcı olmadı. Legal siyaset dışında mücadele alanı, iddiası olmayan “aynılar, aynı yerdeydi”. Ancak Kürt meselesinin çözümü doğrultusundaki mevcut siyasetin gelişmesini ve hatta genişlemesini esas olarak silahlı mücadeleyle sağlayan KUH (Kürt Ulusal Hareketi) için HDP nezdinde alınan tutum öteden beri var olduğu bilinen ikircikli, bir ölçüde çelişkili ve dolayısıyla sorunlu bir duruma işaret ediyor. On binlerce militanın ve halktan insanın kanıyla şekillenen büyük bir mücadele geleneğinin bir sonucu olarak var olan HDP’nin söz konusu kınamacılığı salt kendi zeminini tanımamakla açıklanamaz. KUH’un siyaset tarzı, genel politik çizgisi benzer durumların oluşması için elverişlidir. KUH’un Kürt meselesinin devrimci olmayan, özgürce ayrılma hakkını garantiye almayan, sözde demokratik çözüme endeksli bir silahlı mücadele çizgisi söz konusu. KUH’un reformizme dayanıyor oluşu, reformlarla sınırlı bir mücadele içinde hareket eden alanların hareket sahasını objektif olarak genişletiyor ve yer yer de örnekteki gibi karşı karşıya getiriyor. Bir başka ifadeyle KUH kendi gerçekliğiyle kontrolsüz karşı karşıya geliyor. Kendisini silahlı mücadelenin üzerinde görme eğilimindeki legal siyasetin temsilcilerinin “seçim şartlarında oluşları” da bu tepkilerin önemli bir nedeni olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda KUH’un HDP kınamacılığını “sinmişliğe” indirgemesi vücut bulan sorunlu yaklaşımı açıklamak için yeterli değildir.
EVRENSEL’İN REFORMİZM BORAZANLIĞI VE SORUNLU “TERÖR” TANIMI
Reformist cepheden eyleme dönük en sistematik, örgütlü tepki ve eleştiriler EMEP’ten geldi. Yusuf Karadaş, Nuray Sancar, İhsan Çaralan ve Ender İmrek imzası ile yayımlanan dört yazı Evrensel gazetesi bağlamında EMEP nezdinde meseleye yüklenen anlamı gösteriyordu.
Emek ve Özgürlük İttifakı’yla yeni bir ufka yelken açmışken sırası mıydı şimdi eylemin? Silahlara veda etmişken ve “demokratik siyaset” ile devrim hedeflenirken nereden çıkmıştı bu Mersin eylemi?
Dört Evrensel yazarının tonlarında eylemin zamanlamasına dair bir şaşkınlık öne çıkıyor. Bu şaşkınlığın en önemli nedeni kuşkusuz faşist diktatörlük gerçeğini, bu diktatörlüğün Kürt ulusu üzerindeki milli zulmünü ve buna karşı geliştirilen meşru silahlı direnişi görmeyişleridir.
Evrensel’de Mersin eyleminin bağlamında yayımlanan yazılar, reformizmin silahlı mücadeleye dönük tipik söylemlerini içermesi bakımından önemlidir.
İlk olarak Y. Karadaş’ın yazısındaki tespitlere bakalım. Y. Karadaş, “Mersin saldırısı ve bu saldırıdan sonra Erdoğan iktidarı ile onun Cumhur İttifakı’nın ortaya koyduğu tutum, ülkenin seçimler öncesinde sürüklenmek istendiği kaos ve çatışma ortamı ve bu ortamın yaratılması için hangi araçların devreye sokulduğunun görülmesi bakımından oldukça uyarıcıdır. Öncelikle böylesi provokatif saldırılar, iktidarın Kürt sorununu ‘terör sorunu’ olarak göstermesine ve demokrasi mücadelesini bastırmak için baskı, şiddet ve yasaklara daha fazla sarılmasına alan açıyor. Dolayısıyla en büyük zararı halk güçlerine ve demokrasi mücadelesine veriyor…”
Karadaş’ın tespitlerine baktığımızda bilindik “kaos ve çatışma” kaygısıyla bezeli bir yazı görülüyor. Egemenlerin içerisinde bulunduğu ekonomik ve siyasal kriz, faşizmin tüm gücüyle gelişen mücadelelere yönelmesi için zaten yeterli bir sebepken HPG’nin eylemini bu baskıların nedeni olarak görmek esas olarak faşizm gerçekliğini bilmemek/kabul etmemek anlamına geliyor.
Karadaş, HDP’den gelişen kınamalara da değinerek “HDP bu saldırıları kınasa da kınamasa da iktidarın tutumu değişmiyor. Çünkü iktidarın derdi HDP’nin kınaması ya da kınamaması değil, bu saldırıların her koşulda HDP ve demokrasi güçlerini hedefe koyup baskılamak için bir araç olarak kullanılmasıdır.” diyor. Y. Karadaş’ın iktidarın kınamalarla tutumunu değiştirmeyişine dair vurgusu kuşkusuz doğrudur. Ancak devamındaki ifade Y. Karadaş’ın derdinin ne olduğunu gösteriyor. Y. Karadaş ve beslendiği reformist yapının karın ağrısı silahlı mücadelenin kendisiyle olduğu için eylemin kendisini provokatif parantezinde değerlendiriyor. “Seçim sath-ı mailinde tam da Erdoğan güç kaybetmişken demokratik yoldan iktidarı göndermek varken silahlara ne gerek?”in lafügüzafı yapılıyor.
“Önceki saldırılarda hep Kandil’i adres gösteren Soylu, Akar gibi iktidar sözcülerinin bu kez Suriye’yi işaret etmeleri, bu saldırılardan kimlerin ve nasıl medet umduğunu ortaya koyuyor. Suriye Kürtlerine yönelik operasyonu şovenizmi kışkırtmak ve ülkeyi baskı ve şiddet ortamında seçimlere götürmek için kullanma hesabı yapan iktidar, Suriye’yi adres göstererek son saldırıyı bu operasyon için bir gerekçe haline getirmek istiyor.” tespiti ise salt eylem bağlamında Kürt meselesini ve devletin niteliğini okumanın nasıl yanlış belirlemelere neden olduğunu gösterir niteliktedir. Rojava’daki fiili durum ve Kürt kazanımlarının varlığı TC için zaten “beka sorunu” olarak ele alınıyor. Bu durum Rojava’da kazanımların ortaya çıkmasından itibaren böyle. Dolayısıyla TC’nin Rojava’ya saldırmak için zaten temel bir nedeni var, fiili olarak da SİHA’larla, toplarla her gün o coğrafya bombalanıyor. Bu eylem en fazla içteki şovenizmi köpürtmeye malzeme yapılabilir ki bu da her eylem ve asker kaybında TC nezdinde yapılıyor. Y. Karadaş’ın yazısının sonu reformizmin bu eylemden neden bu denli rahatsız olduğunu gösteriyor: “Demokratik ve barışçıl bir gelecek inşa etme mücadelesinin ilk adımı, ülkenin bu iktidardan kurtarılması olmalıdır.” ifadeleriyle seçime işaret edilerek yazı sonlandırılıyor.
Nuray Sancar’dan devam edelim: “Mersin’de bir polisin öldürülmesiyle sonuçlanan terör eyleminin seçimlere kötü bir başlangıç olduğunu yazan ve düşünen birçok insan tarihin tekerrür edebileceğinden korkmakta haklı. Bir süredir bu tür eylemlere kalkışmayan PKK’nin üstlendiği saldırı şimdi 7 Haziran’da olduğundan daha fazla pazarlayacağı şeye sahip olmayan iktidarın elinde hemen bir koza dönüştü.”
Nuray Sancar da diğer üç Evrensel yazarıyla aynı tonda ve içerikte tespitler yapıyor. N. Sancar’ın yazısında öne çıkardığı “terör eylemi” söylemi kuşkusuz çok cüretli bir tanım. Cüretli çünkü 1900’lerin Rusya’sında değil 2022’de TC’deyiz. Dolayısıyla bu kavramın içerisi Türk hâkim sınıfları tarafından “şiddet” olmasının dışında devrimci-demokratik mücadeleye karşı geliştirilen özel bir söylem olarak içeriklendirilmiştir. Faşist diktatörlükle devrimci-demokratik yurtsever güçlerin “terör” tanımı bu bağlamda aynı olamaz. Nuray Sancar ve Evrensel yazarlarının “devrimci şiddet” bağlamında bir terör tanımı yapmadıklarını yaptıkları kınamalardan anlamak mümkün. Öyleyse buradaki “terör” tanımının doğrultusu TC ile aynı doğrultuda. Bu da dolaylı olarak ezilen ulusun ezen ulusa karşı meşru, illegal-silahlı şiddetinin olumsuzlanması anlamına geliyor. Evrensel yazarları temellendirmedikleri sorunlu “terör” tanımlarıyla eylem özgülünde burjuva-liberal bir hatta yer almışlardır.
Sancar, “HDP’nin PKK ile eşitlenmesi HDP ile temas edenlerin de listeye yazılması kesintisiz devam ediyor.” sözleriyle HDP nezdinde iktidarın söylemlerinden etkilendiğini itiraf ediyor. Benzer eylemlerin bu eşitlenmeyi derinleştireceğine de yazı içerisinde sıkça vurgu yapıyor.
Sancar’ın “Bu bir yana HDP ile Emek ve Özgürlük İttifakında bir araya gelen emek ve demokrasi güçleri, iktidarın HDP üzerinden dizaynını boşa çıkarma konusunda önemli bir adım oldu. Fakat Mersin suikasti Emek ve Özgürlük İttifakının deklarasyonunun tartışıldığı bir gündemi ikinci plana iterek her türlü demokrasi mücadelesinin terör gölgesinde konuşulmasının imkânını çoğalttı.” şeklindeki ifadeleri faşizm gerçekliğinden ne denli kopuk olunduğunu gösteriyor. Evrensel ve ona rengini veren EMEP’in çizgisi faşizmi reddediyor. N. Sancar’ın “faşizme göz kırpan” ifadeleri de buradan geliyor. Bu bağlamda faşizme karşı silahlı mücadele anlamsız görülüyor. N. Sancar’ın halkın meşru şiddetine “gölge etme” deme cesareti de tam da buradan besleniyor.
Evrensel yazıları dört kalemden çıksa da anlayış itibariyle tek kalemden çıkan bir anlayışı ortaya koymaları nedeniyle diğer iki yazardan alıntılama yapmayı gerekli görmüyoruz. Mersin eyleminin reformcu cenah nezdinde önemli bir turnusol işlevi gördüğünü yazılardan görmek mümkün. “Örgütü örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar veya yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir.” diyordu Mahir Çayan. Reformist cenahın niteliğini de görünür kılan Mersin eylemi olmuştur. Hem halkın meşru şiddetinin kullanılmasına yaklaşımlarıyla hem de Kürt Ulusal Mücadelesiyle nereye kadar dost oldukları bu bağlamda ortaya konmuştur. Mersin eylemi bu gerçekliği ortaya çıkarması bakımından da güçlü bir eylem olarak tarihseldir.