[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
14 Mayıs seçimleri geride kalırken bir dizi tartışma ve çelişkiyi de gün yüzüne çıkardı. Seçimlere dair tartışmalar, iç tartışmaların ve sorgulamaların yoğunlaştığı yeni bir düzlemde, uzun bir süre daha gündemdeki yerini koruyacak. Söz konusu tartışmaların yoğun yaşandığı yerlerden biri de HDP oldu. Bu tartışmalarda Kürt Ulusal Mücadelesinin uzun yıllara dayanan parlamento, seçim ve demokratik alan deneyiminin ve son seçim stratejisinin ciddi bir eleştiri ve sorgulamadan geçirildiğini görüyoruz. Seçim sonuçlarının yarattığı yeni tabloya dönük eleştiriler yerini kısa bir süre sonra daha kapsamlı, yapısal tartışmalara bıraktı.
Mevcut iktidarın devrilmesinin başat hedef olarak belirlendiği, “hayat memat meselesi” bir anlamın yüklendiği seçimlere dair kitlelerde yaratılan hava Erdoğan’ın ikinci turda seçimi kazanmasıyla yerini derin bir umutsuzluğa ve karamsarlığa bıraktı. Reformizm, sakal ve bıyık arasında debelenmeyi sürdürdü. Reformlar için mücadele yolunda dümeni Kılıçdaroğlu’na kıran çok sayıda devrimci, demokrat yapı oportünizmde yeni yeni pratiklerin altına imza atmış oldu bu seçimlerde. Sandıktan medet umma hali faşizmin bir kanadında liderlik görevini üstlenmiş Kılıçdaroğlu’ndan demokrasi ummakla bir adım ileriye taşıdı.
Cumhur İttifakı’nın karşısında yer alan Millet İttifakı’nın dümene geçme istemi şimdilik “başka bir bahara” kalırken bu ittifaka “muhalif, demokratik güç” görevi biçen genişçe bir kesimde tartışmalar yoğunlaştı. Kuşkusuz bu kesimlerin başında her iki turda da Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı alan HDP geliyor. “Tek adam rejimine son verme” hedefiyle alınan destek kararı aday çıkarılmayarak Millet İttifakı’nın adayını desteklemek olarak somutlamıştı. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın çerçevesini de bu yaklaşım belirledi. Bu noktada HDP cephesinden tavrın “tarihsel” bir sorumluluk olduğunun altı her defasında kalınca çizildi. Kürt Ulusal Hareketinin desteğinin çıktısı her iki turda da Türkiye Kürdistanı’nda Kılıçdaroğlu’na çıkan yüksek oylar oldu.
Millet İttifakı’nın etrafında hizalanmayla somutlaşan seçim taktiği kitleler tarafından sorgulanıyor, eleştiriliyor. Ehven-i şer bir yönelimle kitlelere bir başka faşist ittifakı adres gösteren HDP’ye tepkiler ve eleştiriler esas olarak da kendi kitlesinden geliyor. Aday belirleme sürecinden adaylara, ittifak politikasından seçim kampanyasına uzanan genişçe bir eleştiri süreci işliyor. Bu yazıda bu eleştirilerden öne çıkanlar üzerinde yoğunlaşacağız.
KÜRT ULUSUNUN ULUSAL HAKLAR MÜCADELESİNİN SİLİKLEŞMESİ
HDP’nin seçim tavrına ve seçim çalışmalarına dair getirilen esaslı eleştirilerden biri Kürtlerin ulusal haklarının seçime ve çalışmalara yansımayışı oldu. AKP-MHP faşist blokunun tüm cephelerde devreye koyduğu imha ve diz çöktürme hamlesi karşısında direnen, bedel ödeyen, tüm baskılara, zorla asimilasyon politikalarına karşı ulusal kimliğini ve mücadeleyi sahiplenen Kürt halkının getirdiği bu eleştiri kuşkusuz özeldir. Bu, seçimlere indirgenemeyecek denli ideolojik-politik bir yönelimin sonucudur. Türkiyelileşme olarak tanımlanan politik yönelim, uzunca bir süredir HDP’nin örgütlendiği ana doğrultudur. Kürt Ulusal Hareketinin paradigmasındaki değişimle oluşan bu doğrultunun bir sonucu olarak HDP yüzünü Türkiye Kürdistanı’nın ötesine çevirmiş, çok bileşenli bir yapı oluşturarak çalışmalarını genişletmiştir. Bu genişlemenin sonucunda HDP’ye çok sayıda liberal katılmıştır. Bu liberallerin çizgiye ve güncel politikalara müdahale alanlarının gelişmesiyle HDP’ye ilgileri daha da artmış eş başkanlık dahil önemli kademelerde görevler alacak denli HDP ile birleşmişlerdir. KUH’un çizgisinin özellikle de legal alanda “en geniş” kesimleri de içerebilecek bir öze sahip olması bu liberallerle yol yürümeye olanak tanımaktadır. HDP’nin politikalarının ana eksenini zaten uzunca bir süredir Türkiye’nin demokratikleştirilmesi sorunu oluşturuyor. Bu doğrultuda “demokratik cumhuriyet”, “ortak yaşam” vb. bir dizi söyleme geçiş yapıldığını gördük. Önce özgürce ayrılma hakkını salt ayrılmak, yani devlet kurmak için mücadele olarak kavrayan KUH hızlı bir değişimle bağımsızlık hedefinden vazgeçip “özgür bir ortak yaşam” idealine sarıldı. HDP de bu idealin kurucu öznesi olarak örgütlenmeye başladı. Seçim kampanyasında öne çıkan anlayış da bu oldu. Kesk, sor û zer’in yerini daha “renkli” bir bayrak aldı.
ADAYLAR VE KİTLE BAĞININ ZAYIFLAMASI
HDP’nin belirlediği adaylara getirilen eleştirilerin bir kısmı aday belirleme sürecine dairken esas kısmı ise belirlenen adayların isimlerine yöneliktir. Hasan Cemal, Cengiz Çandar gibi burjuva liberallerin HDP’den aday gösterilmesi, halkla ilişkisi zayıf kişilerin aday yapılması bu süreçte yoğunca eleştirildi. Bu süreçte kuşkusuz HDP’ye dönük kapatma davası, siyaset yasağı şantajı ve faşizmin tutuklama saldırıları önemli bir etkendir. Özellikle HDP’ye dönük kapsamlı gözaltı ve tutuklama saldırıları seçim arifesinde de devam eden ve yıllardır sistematik olarak sürdürülen bir saldırı politikası söz konusudur. Bu fiziki anlamda tasfiyenin bir kadro kaybı yarattığı, nitelik olarak da HDP’yi etkilediği bir gerçektir. Faşizmin esas olarak bu niteliği hedefe koyduğu da bir gerçek. Ancak fiziki tasfiyenin ideolojik bir aşınma da yarattığı, bu bağlamda halktan yalıtık parlamentoya indirgenmiş dar bir siyasetin uzunca bir süredir HDP nezdinde pratikleştiğini söyleyebiliriz. Bu anlamda yüzünü halka dönen, halkla buluşan, halkın doğrudan katıldığı bir politikadan HDP uzunca bir süredir mahrumdur. Bu eleştiri HDP tarafından da son Parti Meclisi Sonuç Bildirgesi’nde kabul edilmiştir: “Seçim dönemi boyunca bir yandan halkın sahadaki reaksiyonlarının doğru okunmadığı, diğer yandan ise özden ve esas kaynaklarımızdan uzaklaşıldığına dair eleştirilerin bir süredir devam ettiği görüldü. Temsili ve orta sınıf siyaset biçimine sıkışmak yerine siyasetin toplumsallaşmasını merkeze alacağız. Önümüzdeki mücadele döneminde toplumsal dinamikleri açığa çıkarmaya daha fazla yoğunlaşacağız. Parti-halk ve merkez-yerel gibi hiyerarşik ikiliklerle bürokratikleşmiş yapılara, anlayışlara ve yaşamın her alanındaki toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliklere karşı devrimci kolektif mücadeleyi ve anlayışı esas alacağız.”
HDP seçim tavrıyla ve bu süreci örgütleme biçimiyle kitlesinin tüm saldırılara ve baskılara karşı dik duruşunu göz ardı ederek halkı salt oy vermeye yönlendirmiştir. Hedefi “tek adam rejiminin sonlandırılması”na indirgeme politikası kitleyi de bu garabete oy vermeye indirgemiştir doğal olarak. KUH’un legal alan mücadelesinin birikim ve deneyiminin tersine kitlenin oldukça edilgen ele alındığı bir seçim kampanyasına tanık olduk.
DEMİRTAŞ’IN ELEŞTİRİLERİ
HDP’deki seçim tartışmalarına tutsak olan eski HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş da dahil oldu. Demirtaş aktif siyaseti bıraktığını açıklayarak dahil olduğu tartışmalarda HDP’nin seçim kampanyasını eleştirdi. Aday belirleme süreçlerinde halkın katılımını eleştiren Demirtaş, cumhurbaşkanlığı konusunda ise HDP’nin kendi adayını çıkarmayarak hata yaptığını “Cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmaları başlamadan önce ben Genel Merkezimize, Cumhurbaşkanı adayı olmaya hazır olduğumu ve seçimi ikinci tura bırakıp o aşamada demokratik hamlelerle daha fazla katkı sunabileceğimizi belirttim. Ayrıca, benim adaylığım partimizin de oy oranını artırabilir dedim. Aslında siyasi yasağım yoktu ama ola ki Yüksek Seçim Kurulu adaylığımı reddetse bile sonrasında çıkaracağımız adayın tabanımızın sahiplenmesinin daha kolay olacağını belirttim. Fakat bu önerim, herhangi bir gerekçe sunulmadan reddedildi” sözleriyle dile getirdi. Bu noktada ikinci turda tavrın Kılıçdaroğlu’nu destekleme olacağını düşündüğümüzde bu önerisinin kendi adaylığıyla sınırlı bir öneri olduğu, tavizler koparmaya dönük sınırlı bir politik hamle olacağı da açıktır. Demirtaş eleştirdiği noktaların kendi dönemiyle olan bağını kurarak anlatmak yerine mevcut yönetimi suçlayan bir tarz izliyor. HDP’nin mevcut çizgisinin pratikleştirilmesinde Demirtaş oldukça kritik bir süreçte öne çıkmış ve görev almıştır. Bu anlamıyla görev aldığı dönemden taşınan sorunların bugünkü sorunları ortaya çıkardığını kabul etmesi gerekir.
HÜDA PAR’a “dönük” Kürtlerin yanında olun çağrısı da kuşkusuz Demirtaş nezdinde tarihsel deneyimlerden, HÜDA PAR’ın niteliğinden ders çıkarılmadığını gösteriyor. Faşist diktatörlük ile her dönem Kürt Ulusal Mücadelesini boğmaya dönük iş birliği somutta parlamentoda da temsiliyet bulmuşken Demirtaş’ın “giderayak” yaptığı çağrı kuşkusuz talihsiz olmuştur!
İTTİFAK POLİTİKASINDAKİ ÇELİŞİK DURUM
Bilindiği gibi HDP seçimlere TÖP, EMEP, EHP, TİP ve SMF’nin de yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) içinde girdi. İttifakta yer alan TİP’in seçimlere kendi listesiyle girme taktiği seçim öncesinde olduğu gibi seçim sonrasında da eleştirilere konu oldu. TİP’in, bağımsız ulusal oyları kazanmak adına Kürt Ulusal Mücadelesiyle yan yana görünmemeyi seçmesi önemli bir eleştiri konusu oldu. Sahil şeridinde alabileceği oylar üzerinden geliştirdiği ve uyguladığı taktikle ittifakın oylarının düşmesine ve milletvekili sayısının beklenenin altında kalmasına neden olmakla eleştirildi. Bu eleştiri nihayetinde HDP’nin ittifak anlayışına yöneliktir. KUH’un en geniş ortak mücadele olarak tariflediği ancak ilkesel olarak sınırlarını belirlemede krizler yaşadığı irili ufaklı bir dizi ittifak, birlik, platform söz konusudur. Hangi güçle ne düzeyde, hangi çizgide, nasıl bir politikayla bir araya gelineceğinin sınırlarının güçlü tartışılmadığı birlikler kendi içinde bir dizi krizi de beraberinde getirmiştir. EÖİ’nin bir seçim ittifakı olmadığı vurgulanmasına rağmen bu ittifakın tüm gündeminin seçime endeksli olması, parlamento ve milletvekiline odaklı pazarlıkların öne çıktığı bir yapıya bürünmesi temel sorunlar arasındadır.
Diğer bir eleştiri noktası ise HDP’nin TİP konusundaki tutarsız tavrıyla ilgilidir. TİP’in parlamenter ahmaklıkla şekillendirdiği, popülizmle sosladığı seçim politikasında kendi aday listeleriyle girme tavrına karşı ilk anda HDP cephesinden belli eleştiriler getirilmiştir. G. Kışanak net ifadelerle bu taktiğin yanlış ve ittifak anlayışının ruhuna aykırı olduğunu söyledi. HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel ise ilkin TİP’in bu tavrını “hak” olarak değerlendirdi: “TİP ise Yeşil Sol/HDP ile beraber aynı ittifakın bir partisi olarak bazı kentlerde demokratik bir yarış temelinde partimizden hiçbir imtiyaz veya destek istemeden seçime girmek istiyor ve bazı adaylar ile şansı denemek istiyor. Bu onların kendi tercihi ve hakları. Parti kaygısı taşıyan değerli halkımız, yoldaşlarımız ve gönlü HDP ile olan herkes emin olsun ki TİP’li arkadaşlarımız hiçbir yerde bir imtiyaz ve bir temsilci istemiyor. Ayrıca HDP’ye zarar verebilecek yerlerde seçime girmeyip, partimiz olan Yeşil Sol Partiyi destekleyecek.” 12 Haziran’da, Artı Gerçek’ten İrfan Aktan’a verdiği röportajda “hakkını kullanan” TİP’i özeleştiriye davet etti:“Bir kere öncelikle TİP’in, mevcut durum karşısında mücadele ortaklığı zeminini tahrip ettiği için ve iki tabanı birbirinden uzaklaştırdığı gerçeğinden hareketle bir değerlendirme, özeleştiri vermesi gerektiğini düşünüyorum.” HDP’nin TİP meselesinde ciddi bir kafa karışıklığı yaşadığını bu ifadelerden hareketle ileri sürebiliriz. KUH’un ittifak politikasının açmazlarının ciddi bir handikapa dönüştüğünü görüyoruz.
HDP’nin TİP’e dair açıklamaları bu noktada çelişkili bir duruma işaret ederken TİP’in barajı aşma adına parlamento hesabıyla şekillendirdiği pragmatik ittifak politikası da sorgulanmaya muhtaçtır. Bu pragmatizm EÖİ’nin diğer bileşenleri için de geçerlidir.
HDP, seçim sonrası tabloyu başarısızlık olarak değerlendirerek yoğun bir eleştiri-özeleştiri sürecine hazırlandığını, bunun ön sürecinin de başladığını belirtiyor. Tabanın katılımının da sağlanacağı bu süreçte hataların ve seçimle açığa çıkan sorunların giderilmesi hedefleniyor. Bu meselede de HDP nezdinde bir kafa karışıklığının olduğunu söyleyebiliriz. HDP Parti Meclisi, seçim sonrası değerlendirmesinde açığa çıkan sonuçların yapısal sorunlardan kaynaklandığını söylüyor. Ancak T. Temel, yukarıda değindiğimiz röportajında HDP’nin yaşadığı sorunların çizgiden kaynaklanmadığını vurguluyor. Örneğin Erdoğan’a kaybettirme politikasının Kürt Ulusal Mücadelesiyle bağını kurmaya çalıştığımızda Erdoğan’ın kaybetmesiyle Kürtler nezdinde neyin değişeceğine dair ne söyleyebilir HDP? Millet İttifakı’nın niteliğinden devletin kuruluş kodlarındaki inkâr ve baskının süreceğini görmek pekâlâ mümkünken neden Kürt meselesinin çözümünde biricik engel olarak AKP-Erdoğan gösterildi? Kürt meselesi AKP ile başlayan bir mesele değilken TC’nin kurucu partisi CHP’ye demokratik muhalefet gömleği giydirmek çizgi düzeyindeki bir soruna işaret etmiyor mu?
Soruları somut argümanlar üzerinden artırmak mümkün. Ancak tüm bu sorularımızın cevabı aynı ideolojik sonuca çıkar: Kürt ulusal meselesinin çözümünde devrimci çözüm olan Özgürce Ayrılma Hakkını içermeyen her yaklaşım son kertede egemen ulusa verilmiş bir taviz içerir ve ulusların tam hak eşitiğini inkâr eder. Bugün KUH nezdinde seçim vesilesiyle yaşanan durum da bu ilkesel problemden kaynaklanmaktadır. Kürt ulusunun özgürlüğünün anahtarı; direnen, boyun eğmeyen, ulusal hakları için mücadele eden halkın ellerindedir. Esas yoğunlaşılması gereken, kudret sahibi güç budur. Bu gücün inisiyatifini sınırlayan tüm beklentilerin sonucu hüsrandır. Tarih, özellikle de Kürtlerin tarihi bunun örnekleriyle doludur. Egemen ulusun temsilcileri defalarca Kürtlere verdikleri taahhütleri Kürtleri katletmek, mücadelelerini bastırmak için kullanmıştır. Faşist diktatörlüğün sicili bu bakımdan kabarıktır.
KUH nezdinde yürütülen tartışmaların onun uzlaşmacı çizgisini sorgulamaya evrilmesi, Kürt ulusal mücadelesinin sorunun devrimci çözümünü içeren bir muhteva kazanması ulusun inisiyatif kazanmasını sağlayacaktır. Bu bağlamda eleştirilerimiz, Kürt Ulusal Mücadelesinin öne çıktığı, ulusların tam hak eşitliğini temel alındığı bir hattın ortaya çıkarılması içindir.