Devlet-mafya iş birliğine dair ifşaatların ardından Alevilere dönük saldırılarında aslında herkes tarafından bilinen “failleri” açıklanmaya başladı. Klikler arasında ortaya çıkan dalaşta Aleviler de bir dayanak olarak kullanılmak istenirken Aleviler üzerinden yeni birtakım siyasi oyunlar ve hakimiyet planları yapılıyor.
Alevilere dönük bu politikaları, Alevilere biçilmek istenen rolü ve Alevilerin sürece bakışını Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Ataşehir Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Hasan Gülüm ile konuştuk.
AKP iktidarının ekonomik ve siyasal kriz ile birlikte yönetim krizinin açığa çıktığını ifade eden Hasan Gülüm, “Bu durum sistemin işleyişinde sorunlar oluşturmaya başladı. Bir yandan işsizlik artarken diğer yandan düşük ücretli ve güvencesiz çalışma adeta çalışma yaşamının kuralı olmaya başladı. Grev, direniş, örgütlenme gibi demokratik haklar siyasi iktidar tarafından oluşturulan ve sürdürülen baskılarla durdurmak ve engellenmek isteniyor. Diğer yandan en temel demokratik hakkı kullanmak isteyen gazeteciler, bilimsel eğitim, güvenceli gelecek talebinde bulunan halk gençliği her türlü baskıyı yaşamaktadır. Yaşamımızın en önemli ayağını oluşturan doğa adeta talan edilmektedir. Tüm bu baskılara rağmen direniş ve mücadele sürmektedir.” dedi.
Mafya, devlet ve yolsuzluk üçgeninde tartışmaların büyümesinin krizin derinleştiğinin bir göstergesi olduğunu değerlendiren Gülüm, “Bu aynı zamanda sistemin (yönetenler) kendi arasındaki klikler çatışmasının (bildiğimiz ve söylediklerimizin) su yüzüne çıkan sonuçlarıdır. Kamuoyunda Sedat Peker’le başlayan bu tartışmalar yeni değildir. Öncesinde benzerlerine tanıklık edilmiştir. Oysa Sedat Peker’in bugüne kadar onlarca katliamda, kirli ilişkilerde kullanılan bir çete olduğu herkesçe bilinmektedir. Bugün, dün birlikte oldukları ile hesaplaşıyorsa kendisi sistem dışına itildiği içindir. Sermayede vaat edilen payı ya azalmış ya da kesilmiştir. Bu nedenle kendine yeni birlikteliklerle yol açmak istemektedir.” ifadelerini kullandı.
‘ALEVİLER SİSTEM İÇİNE ÇEKİLMEYE ÇALIŞILIYOR’
Alevilerin bu süreçte tarafsız kalmasını ve taleplerinden vazgeçmesini hedefleyenlere karşı mücadelenin büyütüleceğini vurgulayan Gülüm, şöyle devam etti: “Aleviler tarihsel olarak yaşadıkları tüm olayların sorumluluğunu sadece kişilere bağlamadı. Kişilerin elbette rolü vardır. Ancak Alevilerin karşısına yüzlerce, binlerce kişiyi örgütlemek sistemin bir özelliğidir ve ideolojiktir. Sedat Peker’in açıklamalarıyla Alevilere dönük saldırılar sadece AKP ile sınırlanmak istenmektedir. Yaşananlar kişilere bağlanmaktadır. Uzun süredir böyle yapılarak Alevilerin inanç ve kimlik sorunu mücadelesinden uzaklaşması istenmektedir. Diğer yandan Aleviler başta CHP olmak üzere sistem partileri içine çekilmeye çalışılmaktadır. Bu yolla aynı zamanda önümüzdeki süreçte kurulacak siyasi iktidar bloğunun en zayıf yanını oluşturan Alevilerin bağımsız bir yapı olması engellenerek kendi taleplerinden uzaklaşması; AKP ile onun karşısındaki blok arasına sıkıştırılması hedeflenmektedir. Çünkü önümüzdeki süreçte kriz daha da derinleşecektir. Bu nedenle yaşanacak krizde Alevilerin toplumsal muhalefetin bulunduğu alandan çekilmesi sistemin yararına olacaktır. Amaçlanan bu şekildedir.”
ALEVİLERE DÖNÜK SALDIRILARDA “CEZASIZLIK” SİSTEMATİĞİ
Yıllardır devam eden Gazi, Ümraniye ve Sivas katliamı davalarında da devletin “cezasızlığı” esas aldığını, göstermelik davalarla süreçlerin geçiştirildiğini ifade eden Gülüm şöyle devam etti: “Aleviler tarih boyunca sürgün edilmiş, katliamlara uğramış, baskılar yaşamış ve asimile edilmek için içten ve dıştan her türlü saldırıya maruz kalmıştır. Bahsini ettiğimiz katliamlar da Cumhuriyet döneminde, yakın tarih olarak bildiğimiz süreçlerde yaşanmıştır. Katliamlar dönemsel farklılıklar gösterse de esas olarak aynıdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Aleviler bir toplumsal sınıfı temsil etmiyor. Ancak yaşam biçimleri ve öğretileri gereği tüm insanlara aynı gözle bakarlar. Tarihsel bakımdan ezilmişlik pozisyonlarına paralel bu inançları onların tarih boyunca hep mazlum olmalarını sağladı. Bu nedenle hep mazlumlardan yana olmuşlardır. Alevilerin bu kültürleri iktidarlar bakımından hep asimile edilmek istenmiştir. Ancak Aleviler bu asimilasyona boyun eğmedikleri için her seferinde toplumsal çatışma kimliği olarak kullanılmak istenmişlerdir. 1980 öncesi Maraş, Sivas, Çorum, Malatya vs. yerlerde yaşanan katliam ve katliam girişimleri devrimci durumu zayıflatmak için halklar arası çatışmada kullanılmak istendi ve şovenizm, bağnazlık körüklendi. 1993 Madımak, 1995 Gazi ve Ümraniye katliamları ise Kürt Ulusal Hareketi ve devrimci hareketler ile Aleviler arasındaki bağın kesilmesi için gerçekleştirilmişti.
Sistem ve onun koruyucusu devlet, her dönemde belli anlayışları, klikleri ve grupları kendi hukukunu aşan “kirli” işlerinde kullanmıştır. Yaşanan katliamları kimlerin gerçekleştirdiği bizler açısından ortadadır. Sivas ve Gazi katliamlarını milyonlarca insan canlı canlı seyretti. Bunları yapanların bulunmaması, sorumluları bilinmediğinden değil yaşanan siyasal çıkarlar gereğidir. Bugün Sedat Peker şahsında ifade edilenler bu gerçeği bizlere bir kez daha göstermektedir. Davalar yıllarca sürer ve sonra zaman aşımına uğrar. Eğer ceza veriliyorsa ya da sorumluları bulunuyorsa kesinlikle devletin bu kişilerle işi bitmiş artık sürecin dışına atılmıştır.”
‘ALEVİLERİ BEKLEYEN EN BÜYÜK TEHLİKE, ‘DEVLETİN ALEVİSİ’ OLMAKTIR’
Alevilere yönelik saldırıların süreçten bağımsız olmadığını söyleyen Gülüm, “Bugün tüm toplumsal kesimler baskı altında tutulmak istenmektedir. Bu durum herkese göre farklılıklar arz etmektedir. Aleviler için bu baskı devletin belirlediği ve gösterdiği alanda olmaktır. ‘Devletin Alevisi’ olarak ifade edilen bu durum Alevileri bekleyen en büyük tehlikedir. Bu tehlike yıllardır uygulanan asimilasyonun sonuç alınmak istenen son basamağıdır. Bu tehlikeli yönelim bir yandan siyasi baskı ve yaşanan katliamların bıraktığı kaygı ile diğer yandan da içeride maddi olarak Alevi kurumlarını destekleyerek yaşama geçiriyorlar. Bunun amacı Aleviler içinde inanç bakımından “iki çizgi” oluşturmaktır. Oysa ortada iki çizgi ya da iki farklı görüş yoktur. Alevilik inancı gereği “yol bir sürek binbir” anlayışı ile farklılıkların ortak noktalarda nasıl tutulacağını açıkça göstermektedir. Ancak bugün ifade edilen Alevi kültürünün asimile edilmesine “evet” demek, devletin Alevisi olmak da Aleviler içindeki ikinci çizgiyi ifade etmez. Bunlar olsa olsa Aleviliği sadece kendi çıkarları için kullanan gerici yaklaşımlardır. Bu yollarla uzun süredir hayal ettikleri gibi Alevileri cemevleri içinde tutarak en temel talepler olan eşit yurttaşlık ve kimlik inşa sürecinden uzaklaştırmak istenmektedir. Bazı Alevi kurumlarının Aleviliği cemevleri ile özdeşleştirmeleri, buna paralel Alevilerin cemevleri üzerinden demokratik muhtevadan, mücadeleden uzaklaştırılma hamlesi asimilasyonun en tehlikeli yanını oluşturmaktadır. Cemevlerini yasal görmeyenlerin, yasal statü kazanmasını engelleyenlerin cemevleri yapılırken yaptıkları yardımlar Alevileri sevdikleri için değildir. Bu yaklaşıma sahip “yardımseverler” iyi niyetli değildir. “Cehennemin yolu iyi niyet taşları ile döşelidir.” sözü yapılan yardımların açıklaması niteliğindedir. Cami-cemevi projesi olarak bilinen ve esasta Türk-İslam sentezinin Aleviler üzerinde uygulanma projesi olan politikalar devam etmektedir. Bu politikaları dün olduğu gibi bugün de bir kez daha bertaraf etmek zorundayız.” dedi.
Gülüm sözlerini şu cümlelerle noktaladı: “Aleviler için bu süreç önemli ve kritik bir yerde durmaktadır. Sürece müdahale etme ile süreci seyretme gibi önemli bir eşikte durulmaktadır. Yaşanan pandemi süreci Alevi kurumlarını olumsuz yönde etkiledi. Kurumlar kendi içinde tartışmalar yürütemedi. Kurumların işleyişi bireyler üzerinden yürüdü. Bu da kurumlarımızda demokratik muhtevayı zayıflattı, kurumlarımızın kitlelerle bağını gevşetti. Şimdi hızlıca bu sürecin örgütlenmesine yönelik çaba harcamalıyız. Bu yapıldığında çözümlere dair atılacak adımlar daha da kolaylaşacaktır.”