“Partinin tarihi, bize yığınlarla geniş bağlara sahip olmayan, bu bağları sürekli olarak güçlendirmeyen, yığınların sesine kulak vermeyi ve acil gereksinimleri kavramayı bilmeyen, yalnızca yığınlara öğretmeye değil, yığınlardan öğrenmeye de hazır olmayan bir işçi sınıfı partisinin, işçi sınıfının milyonlarına ve bütün emekçi halka önderlik etme yeteneğine sahip gerçek bir yığın partisi olamayacağını öğretiyor.” (Lenin)
“… ezilenlerin en geniş yığınlarıyla –esas olarak proletaryayla, ama aynı zamanda proleter olmayan ezilen yığınlarla da – bağlar kurmayı, onlara yakınlaşmayı ve bir ölçüde kaynaşmayı başarabilen bir parti, yenilmez olur.” (Lenin)
“Her militan halkı sevmeyi, kitlelerin sesine dikkatle kulak vermeyi, her gittiği yerde kendini kitlelerin bir parçası olarak görmeyi ve kendini kitlelerden üstün tutmak yerine onların bir parçası olarak görmeyi ve kendini kitlelerden üstün tutmak yerine onların içinde erimeyi, kitlelerin bulunduğu düzeyi göz önünde tutarak onları uyandırmayı ve onların siyasi bilincini yükseltmeyi, kitlelerin kendi rızalarıyla tedricen örgütlenmelerine ve belli bir zaman ve yerdeki iç ve dış şartların elverdiği bütün mücadeleleri yürümelerine yardım etmeyi öğrenmelidir.” (Mao)
Devrim, iktidarın silah zoruyla ele geçirilmesi, yani toplumsal yapının zor yoluyla yıkılması ve yerine yeninin inşa edilmesidir. Bizim gibi yarı sömürge-yarı feodal yapıya sahip ülkelerde bunun gerçekleşmesi başından sonuna kadar silahlı savaşımın örgütlenmesi ile mümkündür. Bu bir anlamda devrimin başından sonuna silahlı mücadele içerisinde örgütlenmesi anlamına gelmektedir. Ülkemizde devrimin örgütlenmesi meselesinin silahlı savaşımın örgütlenmesi meselesiyle kopmaz bağı vardır; bu bilinçle Proletarya Partisi önderliğinde devrimci ordunun örgütlenmesi başarılmadan “büyük tarihi sorun” çözülemez. Ordu örgütlenmesi sınıf düşmanlarını yenebilmek için kaçınılmaz olarak başvurulması gereken silahlı örgütlenmedir. Bunun önemini kavramayan bu örgütlenmeyi savsaklayan bir anlayış düşmanını yenemez. Lenin yoldaşın deyimiyle; “büyük tarihi sorunları çözecek olan tek şey silahlı bir kuvvetin örgütlenmesinin başarılmasıdır.” Ancak bütün devrimlerde olduğu gibi devrimin bu örgütlenme aşamasının temel sacayağını da kitlelerin örgütlenmesi oluşturmaktadır.
Kuşkusuz devrime ideolojik-politik-örgütsel-askeri yol gösterecek, ona önderlik edecek olan Proletarya Partisi’dir; ancak devrimi yaratacak, gerçekleştirecek yegane güç ise kitlelerdir. Eğer her devrimin temel sorunu kitleleri örgütlemek ve düşmanı yenmek ise silahlı savaşımın ana kaynağı, yaşam suyu olan kitleler örgütlenmeden kitleleri kendi somut talepleri etrafında toparlamadan ve onları bu talepler uğruna mücadeleye sevk etmeden, onların devrimci inisiyatifini açığa çıkarıp harekete geçirmeden, onların destek ve güvenini sağlamadan, onların sahiplenme ve savunma gücünü geliştirmeden sınıf düşmanları alt edilemez. Bundandır ki kitlelerin devrimdeki gücüne inanmayan, onların kapısını yalnızca gereksinim halinde çalan, onun devrimci inisiyatifini açığa çıkarmaya, örgütlemeye çalışmayan, buna uygun bir pratik hat ve örgütleme çizgisi oluşturmayan ve bu çizgiyi temel bir çizgi haline getirmeyen ve süreklileştirmeyen anlayış da bir o kadar kitlelerin devrimdeki rolüne, onun yaratıcı, değiştirici devrimci gücüne güvenmiyor, inanmıyor demektir.
Başkan Mao’nun “Devrim kitlelerin eseridir” temel doğrusundan yola çıkarak söylenmesi gereken ilk nokta; devrimin örgütlenmesi esas olarak kitlelerin örgütlenmesidir. Bütün devrimci faaliyetimizin temelinde bu genel önerme yaşam bulduğu oranda faaliyetimizin başarı ya da başarısızlığının ölçütü ortaya çıkacaktır.
Proletarya Partisi’nin ihtilalci kitle çizgisi tam da bunun üzerinden formüle edilmektedir. Nedir bu ihtilalci kitle çizgisi?
En genel tanımıyla Proletarya Partisi’nin ihtilalci kitle çizgisi; “kitlelerle ilişkilenme, bilinç taşıma, örgütleme, harekete geçirme ve savaştırma perspektifi çerçevesinde en ileri kitleleri örgütleme, orta kitleleri ileriye doğru taşıma ve geri kitleleri tarafsızlaştırma” anlamı taşımaktadır.
Kitle çizgisinin yaşam bulması bir anlamda devrimin gelişim aşamasını tarifler. Bir bütün devrim süreci boyunca geçerli olan bu kitle çizgisinin elbette anda somut mücadele biçimleri içerisinde nasıl yaşam bulacağı oldukça önemlidir. Parça bütün ilişkisi içerisinde devrimci mücadele belirli süreçlerden geçerek, belirli mücadele biçimlerine bürünerek toplamda bir süreci ifade eder.
Bugün ülkemizde devrimci mücadelenin şekil almış hali gerilla savaşıdır. Halk Savaşı’nın stratejik savunma aşamasının temel mücadele biçimi olarak gerilla savaşı, düşmanla arasındaki güç dengesinin düşman lehine olduğu bir süreci tarifler. Ancak bir diğer önemli mesele ise henüz kitlelerle güçlü bağların olmadığı anlamına da gelir. İşte tam da bu anlamda gerilla savaşı devrimi örgütlemenin ilk aşamasının mücadele biçimi iken bu savaş içerisinde kitlelerin önemi, kitlelerle ilişkilenme, onları örgütleme, harekete geçirme ve savaştırma anlayışı kendi özgünlüğü içerisinde anlam kazanmaktadır. En nihayetinde gerilla savaşı; zayıf bir gücün düşmanı parça parça yıpratması, imha etmesi anlamına gelse de bu gücün gelişip güçlenmesi, iktidara aday olacak bir örgütlenmeye dönüşmesi, kitlelerle kurduğu bağla ölçülür.
Bu temel mücadele biçiminin KP’ye yüklediği anlam savaşçı bir parti olma özelliği taşımasıdır. Zira gerilla savaşına önderlik misyonu esas olarak KP’ye aittir. Tam da burada KP, kitleleri temel alan bu mücadele biçimine göre örgütlemek ve konumlandırmakla yükümlüdür. Yani savaş ve kitleler arasındaki diyalektik bağ, KP tarafından doğru ele alınıp, yaşam bulmadığı oranda devrimci mücadele sekteye uğramaktadır. Proletarya Partisi’nin 47 yıllık tarihinde dönem dönem bu konularda belirli adımlar atılsa da, esas olarak başarısız bir tablodan bahsetmek yanlış olmayacaktır.
Halk Savaşı tam da kitlelerin sınıf mücadelesindeki konumunu yerli yerine oturtan bir savaş stratejisidir. Halk Savaşı’nı savunan ve uygulamaya çalışan bir komünist partisinin kitle çizgisi doğru olmak zorundadır. Mao yoldaş; “devrim kitlelerin eseridir”, “savaş vermek için gerekli gücün en zengin kaynağı kitlelerdir” derken, devrimin bir kitle seferberliği ilanı olduğu gerçeğine uygun olarak hareket etmiş, milyonların bir kaç on yıllık devrimci savaş pratiğinin ateşinde sınanmış devrimci kitle çizgisi anlayışını ve buna uygun devrimci pratiği geliştirerek başarı kazanmıştır. Bundandır ki komünistler kitle mücadelesine ve örgütlenmesine gerekli önem ve hassasiyeti göstermiş; “askeri bilginin halka mal edilmesi”nde ısrar etmiş ve bunu tüm ülke için acil, ertelenemez görev olarak sınıf bilinçli proleterlerin önüne koymuştur. Devrimci savaş pratiğinden süzülerek gelen bu temel ilke ve yasaları yaşamın canlı gerçeği haline getiremeyen bir gerilla savaş pratiği, özünden ve üzerinden yükselmek istediği kitle zemininden, devrimci teoriden kopmuş demektir. Şu bir gerçektir ki, savaşçı bir partinin önderliği, partinin tüm kademesiyle ve kitlelerle onları kavrayıp ileriye taşıyabileceği ölçüde kaynaştığında başarılı olur. Savaşçı bir parti en ileri kesim başta olmak üzere orta kesimin düzeyini yükseltme ve geri kesimi kazanmayı başardığı oranda kitle seferberliğinde başarılı olur. Ve referans aldığı devrimci teoriye uygun tarzda devrimci pratiği örgütlemeye başlar.
Savaş ve özel olarak ülkemizde şekil almış hali olan gerilla savaşı, öz itibariyle politikanın yaşam bulduğu en üst mücadele biçimidir. Savaşla ilişkilenme, savaşı geliştirme ve kurumsallaştırma meselesi devrimle kurduğumuz bağın kendisidir aslında. Devrimin merkezinde de kitleler vardır. Yani savaşla kurduğumuz her bağ aynı zamanda kitlelerle kurduğumuz bağ anlamına gelir. Nitekim savaş, devrimin örgütlenmesi için bir araçtır. Nasıl ki kitleleri örgütlemeden devrim gerçekleşmeyecekse, kitlelerle doğru ve politik bağlar kurmadan, onları örgütleme ve harekete geçirme kabiliyetini göstermeden bir araç olarak savaş da gelişmeyecek demektir.
Gerilla savaşını salt düşmanla yürütülen bir muharebe olarak ele almak, bu gerçek gücü doğru olmayan bir yaklaşımla ele aldığımızı gösterir. Oysa gerilla savaşının, bir muharebe olmanın ötesinde, nihai muharebelere hazırlık süreci içindeki bir mücadele yöntemi olarak kavranması gerekir. Yani gerilla savaşı, kitlelerin adım adım, giderek artan bir şekilde iktidar savaşına her düzeyde katılımının sağlanmasını amaçlamak durumundadır.
Silahlı mücadele politik mücadelenin en üst biçimidir. Silahlı mücadeleyi politik mücadeleden kopartıp, onu salt “silah ve şiddet” derekesine indirgeyen, kitleleri örgütleme, parti etrafında kenetleme perspektifinden uzaklaştıran her anlayış ve yaklaşım küçük burjuvazinin anlayış ve yaklaşımıdır.
Kitleler olmadan savaşın gelişemeyeceğini, yerinde sayacağını, dağda gezen bir öncü grubunun ötesine gidemeyeceğini tarih defalarca ispatlamıştır. Kitleler, özelde de köylü kitlesi, savaşın en büyük insan kaynaklarından biri olma özelliğini hak eden bir pozisyondadır. Savaşımızın en temel müttefiki olan köylüleri örgütlemeden en basitinden atılacak adımların, yapılacak eylemlerin, üslenim çalışmasının başarılı olmasının ve en nihayetinde kızıl siyasi iktidarların kurulmasının ve buradan devrimin örgütlenmesinin mümkün olmadığı ortadadır.
Gerilla savaşının başlangıç aşaması, kitle desteğinin zayıf, katılımın az olduğu süreçtir. Uzun süreli, sabırlı bir silahlı propaganda ve ajitasyon ve sıkı bir kitle çalışması sonucu gerçekleşen örgütlemeyle birlikte kitlelerin desteği yavaş yavaş artar, katılımı adım adım gerçekleşir. Bu gerilla savaşının doğası gereğidir. Savaş zamanla doğru politik çizgisi, devrimci kitle çizgisi sonucu kitle desteği kazanarak yaygınlaşır. Gerilla savaşının başlangıç aşamasında kitlelerin savaşacak ve güçlü destek sunacak düzeyde olmadığı bilinmelidir. Kitle desteğinin kazanılması ve bu desteğin yaygınlaşması süreci ülkemizde kısa bir süre içinde olmayacaktır. Ülkemizde savaşın ve genel olarak devrimin uzun soluklu olması bununla direkt alakalıdır.
KİTLELERİ TANIMAYAN, KİTLELERİ SAVAŞTIRAMAZ!
Devrimin ve savaşın belirleyici öznesi kitlelerdir. Bu anlamda kitleleri örgütlemek ve savaştırmak için öncelikle kitleleri tanımak gerekmektedir. Diyalektik materyalizm bize müdahale etmeye, değiştirmeye çalıştığımız her şeyi önce tanımamızı emreder. Sonuca varmak için öncelikle ne ve kim ile ilişkilendiğimizi bilmemiz gerekir.
Devrim politik bir eylemdir. Ve politikanın belirlenmesi için öznelerin tanınması gerekmektedir. Bu tanıma süreci olmadan kitlelerin istem ve talepleri açığa çıkarılmaz, özel genelle birleştirilemez ve kitleler seferber edilemez. Mao yoldaş kitle çizgisini ifade ederken temel bir ilkeyi vurgulamaktadır. “Kitlelerden kitlelere çizgisi” yani kitlelerin somut, dağınık fikirlerini almak, onları sistemli hale getirmek ve tekrar kitlelere götürmek… Ta ki kitleler bu düşünceleri sahiplenip harekete geçene kadar bu ilke uygulanmak zorundadır.
Gerilla savaşı en nihayetinde kitlelerin istek ve taleplerine, sistemle yaşadıkları çelişkilere müdahale eden bir mücadele biçimi olarak, kitlelerin çıkarlarını savunsa da başlangıçta kitlelerin bu savaşa aktif katılımı birden olmayacaktır. İşte tam da bu noktada savaşın aynı zamanda bir ajitasyon propaganda eylemi olduğu devreye girmektedir. Yani gerilla savaşı, kitlelerin istem ve somut taleplerine temas edebildiği ve kitleler onu görebildiği oranda kitlelerden karşılığını bulacaktır. Lenin yoldaş; “şikâyetleriyle bize ancak şikâyetlerinin etkili olduğunu gördüklerinde, bizim politik bir güç oluşturduğumuzu gördüklerinde başvuracaklardır. Dışımızdakilerin gözünde böyle bir güç olabilmek için bilincimizi, inisiyatifimizi ve enerjimizi yükseltmek amacıyla çok ve inatla çalışmak zorundayız.” (Lenin, Ne yapmalı) derken öncelikle bu şikayetlerin ne olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Bunun temel yolu en geniş kesimlerle ilişkilenmekten geçmektedir. Kitlelerle ilişkilenmek, onları tanımanın ilk adımıdır.
Bu nedenle savaş içerisinde atılması gereken en temel adımlardan bir tanesi, temas ettiğimiz ve etmek zorunda olduğumuz kitleleri tanıma meselesidir. Bu tanıma evresi kitlelerin bir anlamda somut politik yönelimlerinin verilerini oluşturacaktır.
Kitlelerin kendi aralarındaki çelişkilerine, ekonomik, sınıfsal, sosyal, kültürel sorun ve durumlarına hâkim olmak… Diğer taraftan dostumuzu, düşmanımızı ayırt edebilmek… Tüm bu tanıma faaliyetlerinin bir sonuca ulaşması için sistemli, plan ve programlı, ne yaptığını, ne hedeflediğini, ne istediğini, ne için yaptığını bilen bir çalışma yürütmeliyiz.
‘SAVAŞ AYNI ZAMANDA BİLİNÇ TAŞIMA EYLEMİDİR!’
Savaşın bir diğer özelliği de kitlelere bilinç taşıma eylemi olmasıdır. Kitlelere bilinç dışarıdan çeşitli yol ve araçlarla taşınır. Savaş bu araçlardan bir tanesidir aynı zamanda. Kitlelere taşınan bu bilincin en başında özel olarak savaşın ve genel olarak devrimin öznesi olduğu bilinci gelir. Buradaki temel mesele öncelikle bilinç taşıma görevi yüklenenlerin bu konuda kafa açıklığı içerisinde olmasıdır. Bunun temel düsturu, kitlelerin yıkıcı ve yapıcı rolüne inançtır. Bu bir anlamda kitlelere güven olgusudur. Bu güveni taşımayan bir anlayış, kitleleri bir özne olarak savaşa kanalize etmek yerine idameci mantıkla destekçi pozisyonda görür. Halk savaşının doğasına aykırı olan bu küçük burjuva kitle çizgisinin adı ihtilalci değil, geçinmeci kitle çizgisidir.
Kitleleri devrimin sahibi, savunucusu, değişim ve dönüşümün öznesi haline getirmeyen hiçbir çalışma ve yaklaşımla proletaryanın devrim öğretisi olamaz. Bunun ilk adımı; kitle inisiyatifinin açığa çıkarılması ve örgütlenmenin, bunun üzerinde oluşturulması anlayışının mevcut gerilla örgütlenmelerinde geçerli hale getirilmesidir. Gerilla savaşı devrimci kitle çizgisine uygun olarak kitlelerin sorunlarına, taleplerine, çelişkilerine yanıt ve çözüm olmayı, onların politik olarak eğitilmesini amaçlamalıdır.
Devrimi kitlelerin gerçekleştireceğini temel alarak ona örgütlü bir güç olarak önderlik edecek, örgütleyecek, harekete geçirecek ve savaştıracak bir araç olarak KP ve onun önderliğinde yürütülen savaşın özneleri, kitlelerle bu bakış açısıyla ilişkilenmiyorsa, orada devrim iddiası sorgulanmak zorundadır. KP kitlelerin devrimdeki rolü hakkında ortaya konulanları yadsımadan, kendi rolünü de açıklığa kavuşturmalıdır. Genel olarak denilebilir ki, ancak kitlelerin devrimdeki rolünü kavrayanlar kendi rollerini doğru oynayabilirler. Çünkü ancak bu durumda kitlelerin devrimci mücadeleye kazandırılması, onların politik bir savaş örgütünün bileşeni haline getirilme çabası doğru bir biçimde, aynı zamanda olmazsa olmaz bir görev olarak ele alınabilir. Bu yüzden oluşturulacak tüm örgütlülükler, belirlenecek tüm politikalar, kurulacak tüm ilişkiler, tüm incelemeler kitleleri politik savaş örgütünün bileşenleri haline getirmeyi amaçlar. Gerilla savaşının ülkemizdeki devrimci mücadelenin başarısı için mümkün tek temel mücadele biçimi olarak saptanmasının nedeni, gerilla birlikleri ile halkın bu biçimde örgütlenmesinin sağlanabilecek olmasından ileri gelir. Yoksa birkaç gerilla birliğinin, kendinden kat be kat güçlü bir orduyu genel olarak yenebileceğinin, gerileteceğinin, etkisiz kılabileceğinin vs. düşünüldüğünden değil. Gerilla savaşı ile bunlar kısmen, geçici düzeyde gerçekleşir; gerilla savaşı askeri açıdan esas olarak düşmanın devrimci mücadeleyi ezmesine karşı bir önlemdir. Gerilla savaşına nihai muharebe misyonu yükleyerek hareket edenler de olmuştur elbette; ancak bunlar kitlelerin devrimdeki rolünü yadsıyanlardır.
Kitle faaliyetinde ortaya çıkan en önemli sorunların başında, kitlelerin devrimdeki rolünü kavrayamamak gelmektedir. Bu durum kitlelerle aramızda engeller oluşturmakta, onlarla devrimci temelde ilişkiler kurmanın önüne geçmektedir. Kitlelerle kurulan her yanlış ilişkilenme onların savaşın öznesi yerine, nesne olarak görülmesine; sahibi yerine destekçisi pozisyonunda yaklaşılmasına, neden olmaktadır. O halde ilk olarak başlayacağımız yer, kitlelerin devrimdeki yerini bilince çıkarmaktan geçmektedir. Bilinç taşıma görevi de üstlenen gerilla savaşı, kendi misyonunu ancak bu bilinci kendisinde somutlaştırdığı oranda oynayabilir.
KİTLELERİN, EN ÜST MÜCADELE BİÇİMİ OLARAK GERİLLA MÜCADELESİNE KANALİZE EDİLMESİ
Kitlelerin yıkıcı gücünden bahsederken onarın tek tek bir güç olmadığının, birlikte, örgütlü bir araya geldiğinde bir güç olduğunun anlaşılması gereklidir. Bu nedenle kitle çalışmasında atılacak her adımda kitlelerin örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi hedeflenmelidir. Bugün “diğer örgütlenmeler içinde silahlı mücadele biçimleri esastır” ilkesine bağlı olarak özellikle savaşın yürütüldüğü kırsal alandaki kitlelerin potansiyelinin savaşa kanalize edilmesi, KP örgütlenmesi dışında esas bir yerde durmaktadır.
İnsan kaynağı olarak savaşa aktif katılımı başta olmak üzere, kitlelerin tüm olanaklarının bu mücadele biçimine göre örgütlenmesi, savaşın ve genel olarak devrimin gelişimi için olmazsa olmazdır. Yine savaşa önderlik eden bir KP’nin kırsal alan dışında bütün alanlarındaki faaliyetlerinde de kitle faaliyetini yürütürken bu mücadele biçimini esas alarak konumlanması ve tüm olanakları burayı esas alarak harekete geçirmesi savaşın doğası gereğidir.
Bugün kır-şehir çalışması, illegal-legal, gerilla-kitle çalışması, işçi-köylü sendikaları, şehir, kasaba kitle örgütleri çalışmasıyla gerilla çalışmasının dünden daha fazla birlikte örgütlenme zemini vardır. Çünkü yaşanan sorunlar dünden daha fazla ortaklaşmakta ve sorun dünden daha fazla birlikte ele alınarak çözülmektedir. Bu tespitler, parti örgütlenmesinin esasını, diğer örgütlenmeler içinde silahlı mücadele örgütlenmesini esas almayı, illegal çalışmayı esas almayı kesinlikle ortadan kaldırmayan gelişmelerdir. Ancak bölgedeki parti komitesi başta olmak üzere, gerilla içinde parti komiteleri, örgütleme çalışmasına sadece kırsal alandaki köylülerin yaşadıkları sorunlara çözüm üzerinde yoğunlaşmakla sınırlı bir çalışma içinde kalamazlar. Aynı zamanda kırların bağlandığı şehir ve kasabalardaki halkın, işçi ve emekçilerin sorunlarına ve örgütlenmesine yönelik de çalışma içinde olmalıdır. Çünkü şehirlerle pazar temelinde bağı olan toplumsal yaşamın bir dizi ihtiyacını giderme, karşılama gibi zorunluluk kaynaklı ilişki, kasaba ve şehir yaşamını köylerle daha güçlü hale getirmiştir. Köylük bölgedeki her olumlu devrimci pratik en fazla ve etkisini en yakınındaki kasaba ve şehirdeki emekçi ve ilericiler üzerinde gösterecektir. Aynı şekilde şehirlerdeki küçük çaplı fabrikalardaki her devrimci kıpırdanma ve hareketlilik en başta yakın kasaba ve köylüleri etkileyecektir.
Yakın zamanda 1. Kongresi’ni gerçekleştiren Proletarya Partisi’nin ortaya koyduğu genel yönelimi, savaş ve kitleler arasındaki bağın güçlenmesine, bu konuda geçmiş hatalı ve zaaflı pratiklerin, kitlelerin devrimdeki rolüne dair hatalı yaklaşımların, kitle çizgisindeki sorunlu yanların düzeltilmesi ve müdahale edilerek ihtilalci kitle çizgisinin yaşam bulmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu konuda yönelim olarak ortaya koyduğu çizgiye uygun olarak ifadelendirdiği; “Örgütlenirken savaşmak, savaşırken örgütlenmek. Örgütlerken savaşmak, savaşırken örgütlemek” sloganı savaşın kitleler içinde kök salması, bütün çalışmaların savaş-kitleler diyalektiği içerisinde ele alınmasının ifadesidir.
Bu konuda; “Partimiz savaşa göre şekillenme politikasını tüm faaliyetlerinde esasa oturtacaktır. Tüm çalışmalar ve yönelim, savaşı besleyecek ve onu güçlendirecek şekilde ele alınacaktır. Kuşkusuz halk savaşının geliştirilmesi demek, bulunduğumuz her alanda en yaratıcı ve zengin devrimci çizginin ve politikaların uygulanması, kitlelerin bu temelde de örgütlenmesi ve seferber edilmesi demektir.
Geniş kesimleri örgütlemek, savaşı yeniden üreteceği gibi gerilla mücadelesine dayalı savaş çizgisi, aynı zamanda tüm örgütlenmelerin kendini yeniden üretmesi anlamına gelmektedir. (…)” (1. Kongre belgelerinden) yaklaşımı temel referans noktası olmalıdır.
Bu demektir ki faaliyetimizin merkezinde gerilla savaşı vardır. Ve kitle faaliyetimizin temelini de kitlelerin savaşa göre konumlandırılması, örgütlenmesi ve savaşa kanalize edilerek, sınıf savaşımının öznesi haline getirme çabası oluşturmalıdır. İşte savaş o zaman gerçek işlevini oynayacak, gelişip güçlenecektir.
*Bu yazı Yeni Demokrasi gazetesinin 39. sayısından alınmıştır.