Bir şeyi söylemek o şeyi yapmak değildir. Aynı şekilde bir şeyi “bilmek”, “düşünmek” de eylemde bulunmak değildir. Bir şeyi değiştirmek, etki etmek, dönüştürmek için eylem gerekir. O zaman sözün ağırlığı olur, söylenen şey gerçeklik kazanır.
Sözle eylem arasındaki fark ne zaman silikleşir peki? Tabii ki söylediğimizde ama eylemde bulunmadığımızda!
Konya Meram’da bir aile faşistler tarafından katledildi. Üstelik daha önce saldırıya uğrayan ve “mahkemesi” görülen bir aile. Yaşar, Barış, Serpil, Serap, İpek, Metin ve Sibel Dedeoğlu hayatını kaybetti. Silaha karşı savunmasız durumda katledilen bir aile… Bir ay önce İzmir’de kahvaltı sofrasında katledilen Deniz Poyraz gibi…
Medyanın hedef göstermesi, Kürt hareketinin kriminalize edilmesi, haklı taleplerin bastırılması, gerillalara dönük imha operasyonları… Sistematik biçimde örgütlenen devlet saldırısı bu katliamların koşullarını oluşturuyor. Olay devlet tarafından sıcağı sıcağına “bu ırkçı bir saldırı değil” diye yansıtılırken sanal medyada “bizi birbirimize düşman edemezler” nutukları başladı. “Konya’da bir aile katledildi, daha önce faşist saldırıya uğrayan bir aile.” Olay yerine giden gazeteciler engellenirken kamera kayıtları polis tarafından toplandı.
Poyraz’ı katledilmesinden sonra olduğu gibi halkı sessizliğe boğmanın ilk adımı… TV’lerde bu aile için, “Dağ kadrosuna insan götürüyorlardı.” ya da “Manavgat’taki yangını bu aile çıkardı.” da denilebilirdi. Yeter ki şovenizm istenen kıvama gelsin, o zaman gerçekliğin bir önemi yok, her türlü yalan mübah…
Faşizm nedir? En bilindik yalın haliyle “Devletin açık terörist diktatörlüğü.” Devletin, meclisiyle, yargısıyla, polisiyle, askeriyle, medyasıyla halka düşmanlığıdır. Kendi koyduğu yasaları tanımaması, siyasal ve ekonomik hakların ortadan kaldırılması; kadın cinayetlerinin aklanması, doğanın talan edilmesi, şovenizmin yayılması, mezhepçiliğin ve her türlü eşitsizliğin, ayrımcılığın körüklenmesidir. Bunları biliyoruz ama en çok bu zamanlarda hissediyoruz çünkü Kürt olduğu için savunmasız durumda bir aile katledildi. Bildiğimiz bir süreç tekrar ediyor; bir Kürt katledilir, polis bilgiyi toplar, saklar, yargı bilir asıl failleri aklar, burjuva medya üç maymunu oynar, Kürtlere yönelik nefret söylemi artar. Evet biliyoruz ve söylüyoruz. Faşizm budur ama söz ve eylem arasındaki fark ne zaman silikleşir?..
Faşizmi en çok şimdi hissediyoruz, elimiz kolumuz bağlı, katliam haberlerine bakarken… Sözümüzü sakınmayalım ama bununla sınırlı kalmayalım; faşizmin ne olduğunu biliyorsak ona karşı ne yapılması gerektiğini de bilelim. Faşizme karşı mücadelenin, Türkiye Cumhuriyeti’nden isteklerde bulunmak değil onun resmi ve gayri-resmi zor aygıtlarına; Suriye’de eğitim görmüş çetelerine, ocaklarda eğittiği silahlı katillerine karşı düşmanlık etmekle, savaşmakla olduğunu da bilelim. Ancak böyle yenileceklerini, asırlık Kürt düşmanlığının ancak böyle biteceğini de bilelim.
Eylemsizliği koşullayan “Bizi birbirimize düşman edemezler.” söylemi de yeni değil. Kürtlere, Alevilere dönük her saldırıda ortaya atıldı bu söz: “Bizi birbirimize düşman edemezler.” Bu liberal söylem şöyle bir içeriğe sahip: Türkler ve Kürtler kardeştir. Türkiye Cumhuriyeti’nde Türkler de Kürtler de eşit “yurttaş”tır; herhangi bir sorun yoktur, bizi birbirimize düşman edemezler. Zaten “iki aile arasındaki husumetmiş” mesele. Yani eylemsizlik hali devam edebilir. Deniz Poyraz katledildiğinde de “bu bir provokasyondur ” denildi. Bu olaylar bütünün parçalarıdır. Kürt düşmanlığının ve Kürtlere yönelen saldırıların, faşizmin parçalarıdır. Halka bir bütün düşman olan bir devlette “Bizi birbirimize düşman edemezler.” demek bu nedenle liberalizmdir. O liberalizm ki faşizme çanak tutmaktır, onu zihinlerde “normal”leştirmektir görevi. Asırlardır katliamlara uğrayan, hakları gasbedilmiş bir ulusa “kardeşiz”demek bu açıdan hem çarpıtma hem de devletin ekmeğine yağ süren bir yaklaşımdır.
Komünistler, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını Türk hâkim sınıflarına karşı savunmakla, bunun için mücadele etmekle yükümlüdürler. Dahası ezilen Kürt ulusunun hakları ve haklı mücadelesi, bu ülkede asgari demokratikliğin de ölçütüdür. Bu yüzden Kürt ulusunun kolektif haklarından, haklı mücadelesinden bahsetmeyen; yaşanan katliamların tarihsel ve sistematik yönünü görmeyen, bunu öne çıkarmayan her yaklaşım Kürtler için de bir bütün halk için de yararlı değil zararlıdır.
Düşmanlık ayrı bir meseledir. Türkiye Cumhuriyeti halka düşmanlık etmekte ve yıllardır artan saldırıları körüklemektedir. Bunu görmemek için kör olmak gerekir. Bu madencilerin sendikal arayışında da böyle, kadın katliamlarını arttıran politikalarda da böyle, köyleri şirketlere peşkeş çekerken de böyle, Kürtlere dönük saldırılarda da böyle. Faşist saldırılar artarken “bizi birbirimize düşman edemezler” yaklaşımını değil “ortak düşmana karşı ne yapmak gerekir?” sorusunu öne çıkarmalıyız. Buna uygun olarak da örgütlenmeyi, mücadele etmeyi, savunma geliştirmeyi ve savaşmayı tartışmalıyız. Sözle eylem arasındaki fark o zaman belirginleşecektir.