[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Komünist enternasyonal ile komünist partinin inşasını dogmatikçe, birini olanaksız kılacak tarzda birbirine bağlamanın yanlışlığına değinirken yurtseverlik kavramının komünistler için de geçerli olduğunu ve komünist partiyi inşa etmenin bir ilk görev olduğunu açıkladık. Bu yurtseverlik enternasyonal bir içeriktedir ve nihayet yurdu belirleyen sınırların sınıfsız, sömürüsüz dünya düzenine geçilerek ortadan kalkmasıyla tarihe karışacağını açıkladık. Buradaki temel vurgumuz komünist partisinin inşasının bir ülkede gerçekleşmekle birlikte enternasyonal bir görev olduğuydu. Enternasyonal görevin komünist partinin inşasıyla başladığını, komünizm fikrini ilkin bulunduğun ülkede kurmanın ve gene ilkin o ülkede yaymanın ancak bütün dünyada ya da bütün dünyanın önemli bir kısmında yaşama geçirilebilecek komünizm için bir ilk ve zorunlu adım olduğuna dikkat çekmek istedik. Dolayısıyla enternasyonalizmin ulusal olmakla çelişmediğini, komünist partinin inşasının da komünist enternasyonal örgütlenme ile çelişik olamayacağını savunduk. Bunların her biri önemli belirlemelerdir ve mutlaka tartışılarak kavranmalıdır. Komünist fikrin ne ulusal olmaktan azade olacağı ileri sürülebilir ne de onunla sınırlanabileceği. Komünist ancak dünya devriminin bir neferi olarak komünist olabilir ve bunu o ancak ve esas olarak yaşadığı ülkede gerçekleştirme olanağına sahiptir.
İlkeye Bağlılık
Komünistler ilk elden yaşadıkları ülkenin somut şartlarına uygun olan devrimin ve dolayısıyla devrim yolunun inşasıyla görevlidirler, dedik. Enternasyonal görev burada bitmez, devamla aynı nitelikteki, yani komünist çizgideki devrimlere de tam olarak destek vermek sorumluluğunu da taşırlar. Elbette bu demek değildir ki “farklı” nitelikteki devrimci hareketlere, süreçlere destek olmayacaklardır. Hiç kuşkusuz komünistler özel olarak ülkelerindeki ve tabi olarak tüm dünyadaki devrimci hareketlere ve süreçlere destek verirler. Ne var ki bu destek “komünist enternasyonal” bir görev olarak değil uluslararası devrimci bir görev olarak tanımlanır. Çünkü bu görevi omuzlayan, inşa eden, yerine getiren hareketlerin hepsi için komünist denemez. Devrimlere sadece komünistler önderlik etmez ya da katılmazlar; bununla birlikte çağımızda sadece komünistlerin önderlik ettikleri devrimler başarıya ulaşabilecektir: burjuvazinin tamamen alt edilmesi sadece proleter hareketle, dolayısıyla proletaryanın ideolojik-politik hattının kurucusu olan komünistlerin önderliğiyle mümkündür.
Komünist enternasyonalin görevlerini başarıyla gerçekleştirmek bu ilkesel düzeyde ve Lenin tarafından belirlenmiş görevlere sadık kalmakla başlar, ki bu yetmez bu görevleri her somut durumda, en ileri seviyede yerine getirmek de gerekir.
Enternasyonal Birlik İçin Sorumluluk
Komünist enternasyonali örgütlemek, daha önce de belirttiğimiz gibi somut durumdan, ilişkilerden ve gelişmelerden bağımsız değildir. Tarihte iki defa komünist enternasyonalin ilga edildiğini, biri Marks önderliğindeyken ve diğeri de Stalin önderliğindeyken üstelik, biliyoruz. Komünist enternasyonal, komünist hareketin gelişimi önünde engel olduğu anda komünist ustalar ondan örgütsel olarak vazgeçmekte tereddüt etmediler. Bu tereddütsüz vazgeçmenin daha güçlü bir komünist hareket için olduğu bizim için su götürmezdir.
3. Enternasyonal’in ilga edilmesindeki temel sebebin her bir ülkedeki devrimlerin diğerlerinden farklı özellikler içermesi, “hareketin gelişmesi ve ayrı ayrı ülkelerdeki sorunların karmaşıklığı nedeniyle tıkan”ması, “hatta ulusal işçi sınıfı partilerinin daha fazla güçlenmelerinin önünde bir engel haline gel”mesiydi. Başka bir yorumla bu, 3. Enternasyonal’in kurulmasıyla gelişen ve kendi içinde bir handikap da taşıyan “devrimlerin bir merkezden yönetilmesi” anlayışının koşulunun olmadığının da kabulüydü. Enternasyonalizmin ilkesel düzeydeki birinci görevinin ihmaline ya da daha geçerli bir ifadeyle zayıflamasına neden olan “devrimleri tek merkezden yönetme” anlayışının terk edilmesi sadece o günün haklı bir tavrı değildir. Bu tavır bugün de geçerlidir, haklıdır. Bu tavrı geçerli kılan koşul bugün de geçerlidir: Her ülkenin devrimi ortak değerlere, ölçütlere, ilkelere sahip olmakla birlikte özel değerlere, ölçütlere ve ilkelere de sahiptir. Özel olan her şey için ülke devriminin önderliği “özel” olarak yetkilidir. Bu yetkinin daraltılmasına, taşınmasına, ihmal edilmesine kesinlikle izin veya olanak verilmemelidir. Komünist enternasyonal bu belirleyici derecedeki dersi deneyimlemiş ve bilgi hazinesine özel olarak Stalin’in tespit ve tutumuyla katmıştır. Komünistler komünist enternasyonale “tek tek ülkelerdeki devrimlere önderlik etmesi” için ihtiyaç duymuyorlar. Komünist enternasyonalin tek tek ülke devrimleriyle ilişkisi bu devrimleri, buralardaki komünist hareketler proleter niteliklerini korudukları ölçüde desteklemek, uluslararası komünist hareketin parçası olmaları nedeniyle de emperyalizme, uluslararası düzlemde egemen burjuvaziye karşı komünistlerin birlikte hareket etmelerini sağlamaktır. Gün geçmiyor ki emperyalizm ezilen uluslara savaş koşullarını dayatmasın, ekonomik olarak bu ulusları boğacak ekonomi politikaları uygulamasın; gün geçmiyor ki uluslararası düzlemde egemen burjuvazi kendi ülkesindeki proletarya da dahil olmak üzere tüm dünyaya ekonomik krizin faturasını ödetmesin, gün geçmiyor ki emperyalist devletler kendi aralarındaki çelişkileri saldırganlık yoluyla çözmeye kalkışmasın ya da bu yolda kararlar almasınlar. Bunların her birini her gün çok çeşitli iletişim kanallarından izliyoruz, kendi hayatlarımızda birebir yaşıyoruz. Komünist hareketin bu sorunlar karşısında olabildiğince ortak davranması, olabildiğince bilgi alışverişinde bulunması ve karşı hamlelerin zeminini oluşturması bir zorunluluktur. Proletaryanın uluslararası bir sınıf olma özelliğiyle tam uyumlu bu zorunluluk her bir devrimin yetkili önderliklerinin görevleriyle, sorumluluklarıyla çelişmez. Aksine burada esasen bir uyum söz konusudur. Kendi ülkesinde devrim yapmak ve aynı çizgideki başka ülkelerdeki devrimleri desteklemek bu yolla olanaklıdır.
Enternasyonal Komünist Birlik buradaki ayrımın bilincinde hareket etmekle yükümlüdür. Dolayısıyla her ülkedeki komünist partileri kendi ülkelerindeki devrimden birinci dereceden sorumlu olduklarını, ancak bu görevi yerine getirdiklerinde enternasyonal proletaryanın gerçek bir parçası olarak davranmış olacaklarını, dünya devrimine esas olarak bu yolla hizmet edeceklerini bilmelidir. Bu uzun bir süredir yerleşmiş ve ilke düzeyinde savunulmakta olan bir komünist görüştür.
Bu görüşü en berrak biçimde şöyle ifade edebiliriz: Enternasyonal Komünist Birlik ülke devrimlerinin önderliklerinin özerkliğiyle çelişen kararlar almazlar ve hatta alamazlar. Devrimlerin zengin çeşitliliği ve somut koşulların somut tahlili ile iç içe olan “somut önderlik” anlayışı bu yaklaşımın temelidir. Komünist partilerinin kurulması için komünist enternasyonal birliğin örgütsel varlığı nasıl ki bir şart değildir, aynı şekilde ülke devrimlerinin geliştirilmesi için gerekli olan her bir görev için de bu şart yoktur ve dolayısıyla böyle bir birlik varken de bu tür bir görevin somut taşıyıcısı o ülkenin komünistleridir.
Şimdiye kadar savunduklarımızdan anlaşılacaktır ki komünist enternasyonal birliği gerekli kılan koşullar tek tek ülke devrimlerinin yönetilmesi değildir. Hiç kuşkusuz enternasyonal çalışmalar ve kararlar ülke devrimlerine ışık tutacak özellikte olacaktır. Ne var ki bu, doğrudan bir biçimde olmayacaktır, dolaylı olacaktır. Örneğin Maoizm’in Marksizm ve Leninizm halinde gelişen komünist bilincin, proletaryanın bakış açısından kaynaklanan tarih biliminin 3. aşaması olduğu gerçeği doğrudan bir ülke devriminin somut sorunu, çelişkisi, gelişimi hakkında değildir. Bununla birlikte biliyoruz ki günümüzde Maoizm savunulmadan hiçbir ülkede devrim başarıya ulaşamaz veya başarıyla sürdürülemez. Her bir ülke devrimi için vazgeçilmez bir zorunluluk olan Maoizm enternasyonal hareketin bir kazanımıdır. Devrimci Enternasyonal Hareket (DEH) içindeki çalışmaların ve tartışmaların bir sonucu olarak Maoizm bugün komünist niteliğin önemli bir ölçütü olarak değerlendirilmektedir.
Kuşkusuz enternasyonal komünist hareketin Maoizm’i dünya devrim hareketinin kumandasına geçirmek yönündeki adımını onun revizyonizme karşı mücadelesinden ayrı düşünemeyiz. Bugün bu mücadele devam etmektedir. Revizyonizme karşı mücadelede enternasyonal hareketin varlığı büyük önemdedir. Diyebiliriz ki revizyonizme karşı mücadele ancak uluslararası ölçekte düşünülebildiğinde ve hareket edilebildiğinde gerçek bir ilerleme kaydedebilmektedir. Bunu Marks ve Engels’in mücadelesinde de Lenin ve Stalin’in mücadelesinde de ve nihayet Mao’nun mücadelesinde de görüyoruz. DEH’in de katkısı benzer bir özelliğe işaret etmektedir. Ulusal ölçekteki mücadelenin önemini ve katkısını yadsımadan uluslararası ölçekteki mücadelenin üstün önemine vurgu yapmamız şarttır. Uluslararası düzlemden bakmaksızın revizyonizmi kavramak ve en önemlisi alt etmek neredeyse olanaksızdır. Komünist enternasyonal birliğin son buluşması bu gerçeğin altını bir kez daha çizmiş bulunmaktadır.
Revizyonizme Karşı Enternasyonal
Marksizm’in Leninizm’e ve sonra da Maoizm’e ilerlemesi -ki bu ilerlemeler nitelikli değişim içeren ilerlemelerdir, bunlardan ayrı olarak bilim birçok nicelik ilerleme de kaydetmiştir- mücadele içinde gerçekleşmiştir. Revizyonizm tam da bu ilerlemenin karşıtı olarak vücut bulmuş ve her defasında önemli ayrışımlara, kopmalara neden olmuştur. 3. Enternasyonal’in ilgasında da revizyonizmin alt edilmesi görevinin somut biçimlerini görürüz. Kendi ülkelerindeki devrimlerin özelliklerine karşı sekter bir tutum içinde olup devrimlerin önündeki engellere dönüşmüş olanlar bu ilga kararından sonra kendilerini gizleyemez hale gelmişlerdi. Kısa bir süre sonra ciddi bir ayrışmanın gerçekleştiğini, Stalin’e getirilen suçlamaların ne derecede haksız olduğunu, bu ülke komünist partilerinin kendi görevlerini bile isteye reddettiklerini, yerine getirmediklerini gördük. Revizyonizmin sadece Marksist-Leninist-Maoist hareket içindeki tartışmalardan, farklı fikirlerden ibaret olmadığını, kimi zaman böyle görünmekle de birlikte onun aslında bir burjuva sınıf tavrı olarak gerçekleştiğini unutmamak gerekir. Onun varlık nedeni Marksist hareketin kendisidir ve bu hareketin gelişimini durdurmak revizyonizmin temel amacıdır. Dünya devrimini engellemek, kapitalizmin sürgit devamını sağlamak revizyonizmin özüdür. İşçi sınıfı hareketinin ilk zamanlarından itibaren burjuvazi onu kendi sisteminin, daha somut bir tanımla sömürü çarkının bir parçası olarak kalması için elinden geleni ardına koymamıştır.
Tarihsel bir öğreti olarak Marksistler farklı kılıklar içinde ama sürekli olarak komünist harekete meydan okuyan revizyonizmden kaçınmak tavrında olmamış, aksine onunla amansız bir mücadele yürütmeyi benimser. Bu nedenle revizyonizme karşı uyanık olmak komünist hareketin temel sorumluluklarından biridir. Lenin’in Bernstein ve Kautsky’e karşı geliştirdiği teori ve politika alanlarındaki üstün mücadele sadece “içteki” bir mücadele olmadı; Lenin’in isabetli tespitiyle “dönek”liğe karşı mücadeleydi. Burjuva saflara geçmiş eski Marksistlerin saldırılarının doğrudan burjuva saflardan gelen saldırılardan özde hiçbir farkının olmadığını Lenin’in bu mücadelesi bize öğretmiştir.
Lenin’in mücadelesi Marksizm’in Leninizm’e doğru gelişmesini getirmiştir. Lenin’in buradaki mücadelesi kapitalizmin yeni bir aşamaya geçmesiyle, burjuvazinin daha üstün bir stratejiyle saldırmasıyla, ulus devletler arasında kapitalist ekonominin artan çelişkilerinin ve krizlerinin neden olduğu uluslararası düzlemdeki çıkar çatışmalarıyla ilgiliydi. Revizyonizm tam da bu şartlarda proletaryanın çıkarlarını burjuvaziye tabi kılan bir rotaya sarılıp Marksist hareketi zaafa uğratan, onu yenilgiye mahkûm etmeyi amaçlayan bir strateji oluşturduğunda Lenin bu rotayı ve stratejiyi güçlü darbelerle alt etti. Lenin’in, proletaryanın çıkarlarıyla uyumlu bilimsel bakış açısı gerçekliğin doğru bir analizini içermekle birlikte zafere giden yolu da ortaya serdi. Birçok 2. Enternasyonal üyesi komünist parti uluslararası burjuvazinin çıkarlarına tabi olurken Leninizm’in izinden gidenler ezilen ulusların çıkarlarını proletaryanın çıkarlarına tabi kılan rotada ilerlediler. Tarih bu rotada elde edilen zaferlerin yarattığı büyük kitlesel coşkuya tanıklık etti.
Ezilen uluslar ile emperyalizm arasındaki çelişkinin keskinleşmesine paralel kapitalizmin içine girdiği derin ekonomik bunalım, sosyalizmin inşasındaki büyük ilerlemelerle beraber emperyalizmi bir kez daha azgın bir saldırganlığa ittiğinde 2. Dünya Savaşı’nın koşulları da olgunlaşmıştı. Bu savaş hiç kuşkusuz özü itibarıyla bir paylaşım savaşı olarak gelişti. Ancak onun bundan ibaret olmadığı, büyük ilerlemeler gösteren sosyalizmin inşasına emperyalistlerin düşmanlığının da bu savaşın gelişmesinde önemli bir etken olduğu açıktır. Bu nedenle bu savaş için sadece bir paylaşım savaşı demek nihai olarak karşı karşıya gelen farklı sınıflara hizmet eden, ideolojik ve politik olarak zıt iki büyük gücü temsil ettiklerini tam olarak kavramamak anlamına gelir. Alman emperyalizmi sadece Alman burjuvazisini değil, aynı zamanda uluslararası tekelci burjuvaziyi temsil ediyordu. Almanya’nın Avrupa’yı işgaline gizliden destek veren diğer ezen ulus burjuvazileri, başta ABD burjuvazisi olmak üzere savaşın SSCB topraklarına yayılması için ısrarla ve insanlığı kahreden bir pasiflikte beklediler. Nihayet bu savaşta Alman faşizminin de Japon faşizminin de yenilmesinden çıkarları vardı; bununla birlikte onlar sosyalizmin büyük kalesindeki tahribattan da son derecede memnundular.
Savaşı nihayet SSCB’nin faşizme karşı halkları birleştiren rotası kazandığında Amerikan burjuvazisi ve İngiliz burjuvazisi için de dünya yeni sömürü ve hegemonya olanakları sunuyordu. Modern revizyonizm hakkında yorumlar yapılırken bu gerçeklik göz ardı edilmemek zorundadır. Daha özelde Amerikan; ama aynı zamanda İngiliz devletine, burjuvazisine övgüler de içeren tutumuyla modern revizyonist akım daha başlangıçta ulusal olmakla birlikte (Yugoslavya Komünistler Birliği) uluslararası bir nitelikteydi. Tito’da somutlaşan “yeni” akım kendinden önceki revizyonizm gibi egemen burjuva sınıfın çıkarlarına tabiydi. Onun anti Marksist-Leninist görüşlerini ilk elden eleştiren Stalin yoldaşla aynı rotada ilerleyen komünistler, bu görüşlerin emperyalizmden ayrı değerlendirilemeyeceğini de tespit ettiler. Ondan önce olduğu gibi Tito revizyonizmi de uluslararası bir nitelik gösterdi. Bunu revizyonizmin emperyalist burjuvazi ile olan ilişkisine ya da revizyonizmin uluslararası burjuvazinin çıkarlarına tabi olmasına dikkat çekmek için özellikle vurguluyoruz. Zira bugün de revizyonizm aynı özelliğe sahiptir. Yeni şartlar oluştuğunda, emperyalizmin politikalarının bir ürünü olmakla malul revizyonizm önce ulusal çapta zuhur etmekte ve ardından uluslararası gericiliği gün yüzüne çıkmaktadır. Bunun sağcı veya “solcu” bir görünümde olması önemli değildir. Önemli olan proletaryanın çıkarlarına karşı çıkması, nihayet proletaryanın zaferiyle sonuçlanacak sınıf savaşımını reddetmesi, devlet aygıtının proletaryanın eline geçmesini ya da proletaryanın sınıf mücadelesini devlet aygıtını da kullanarak yürütmek zorunda olmasını inkâr etmesidir. Tito’nun yolundan giden Togliatti (İtalya Komünist Partisi) de benzer görüşleri savundu ve İtalyan komünistleri burjuvazinin yeni salvoları altında dağılmaya yüz tuttu.
Revizyonizmin, elbette ulusal olmakla birlikte uluslararası nitelikte olduğunu iyi kavramak gerekir ki komünistlerin ona karşı mücadelesinin de uluslararası nitelikte olacağı anlaşılsın.
Revizyonizm her şeyden önce emperyalizmden bağımsız bir akım değildir; onun geliştirdiği fikirler tüm dünya üzerindeki somut şartlardan ileri gelir. Bu özelliği onun nesnel olarak emperyalizmle olan bağının kaynağını açıklar. Örneğin günümüzde revizyonizm emperyalizmin “yeni” özelliklerini, geliştirdiği strateji ve taktikleri, teknolojiyi, yeni pazar arayışlarını ve sorunlarını içermeyen bir görüş oluşturamaz. Zira fikirlerin kaynağı somut ihtiyaçlardır. Fikir üretenler kendi çıkarlarına göre hareket edip koşullardan azami derecede faydalanma yoluna giderler. Revizyonizmin en tanındık görüntüsü “öznesiz” süreç tanımlarıdır. Buna göre sınıf savaşımında proletarya tüm insanlığın çıkarlarını savunduğunda bunu burjuvazi için de gerçekleştirir. Dolayısıyla karşıtların uzlaşmazlığı sorunu sınıf savaşımında, yerinde ve akıllıca yürütülecek fikir mücadeleleri sayesinde yerini uzlaşmaya bırakabilir. Herkesin çıkarına olan “sömürüsüz, baskısız, özgür” bir dünyaya herkes ikna edilebilir. Proletaryanın tarihsel olarak vermek zorunda olduğu “kanlı” bir mücadeleye gerek duyulmayabilir, proletarya diktatörlüğünün “başarısızlığa uğramış” deneyimi de gözetilerek ve özellikle proletaryayı gereksizleştiren teknolojiden de faydalanarak “ortak çıkarlarda birleşen” bir sınıflararası birlik mümkündür. Sistemin çıkmaza girdiğini, ekonomik krizlerden kurtuluş olmadığını, kendi halkını ve genelde dünya halklarını artık yönetemez hale geldiğini gören burjuvazi de “doğru düşünme” yoluyla bu birliğin öznesi olmaya adaydır.
Revizyonizm son kertede bu türden fikirlerin mucididir. Yıllar önce Fukuyama “ideolojiler öldü, tarihin sonu” derken de “aynı” sonuçları dile getirmişti. Revizyonistler ondan sadece proletaryanın çıkarları adına konuşarak farklı bir söyleme sahipler. Fukuyama proletaryanın çıkarları adına değil, doğrudan burjuvazinin çıkarları adına tahlil yapıyordu. Liberalizmin açıktan savunucusu olarak proletarya adına hareket etmek onun için olsa olsa bir işkence olabilirdi. Oysa revizyonistler bir tür ihanet hançeri olduklarından proletarya adına ama onu hançerlemek üzere konuşmaktalar…
Tarimizde Enternasyonal
Tarihimizde İbrahim’in bütün mücadelesi açık ve net bir biçimde revizyonizme karşı mücadeledir. Onun bu mücadeleyi güçlü bir biçimde geliştirmesinde enternasyonal bir bilinçle hareket ediyor olması belirleyicidir. Böyle olduğu için o, neredeyse istisnasız bütün büyük tartışmalarda, olaylarda belirgin bir tavra sahiptir. Mao Zedung Düşüncesi’ni (MZD) sosyalizmde sınıf savaşının sürdürülmesi teorisini, uzun süreli halk savaşı teorisini, yarı feodal ülkeler gerçeğini o, dünya komünist hareketinden öğrendi ve revizyonizme karşı mücadelede komünist saflarda yer alarak bunu gerçekleştirdi. Ondan sonra da revizyonizmle mücadele uluslararası ölçekte devam etti ve gene uluslararası ölçekte büyük ayrışımlara yol açtı. Mao Zedung Düşüncesi’ne yönelik revizyonist saldırılar uluslararası alanda gerçekleşti, sınıf iş birlikçiliğiyle malul Üç Dünya Teorisi de aynı ölçekte yaygınlaştı. Bu ölçekteki yayılış revizyonizmin uluslararası niteliğine işaret eder. Bu revizyonist görüşler karşısında enternasyonalizm bayrağını taşımakta zorlananların genellikle mücadeleden geri kaldığını kendimizden görebiliyoruz. İbrahim’de gördüğümüz neredeyse istisnasız bütün tartışmalarda tavır alma hali özgülümüzde ondan sonra önemli ölçüde zayıflamıştır. Bu da enternasyonal bilinçle hareket etmenin hem önemini hem de gereğini açıklar. Zayıflıktan kastımız tartışmalardan habersiz olmak değildir elbette. Kastımız, bu tartışmalarda mücadelenin başarıyla, komünizm fikrinin gelişimi ve yaygınlaşması bakımından yürütülememesidir. MZD’ye yönelik saldırıların bir yanda MZD formülasyonunun kullanılmasından imtinaya yol açtığını (3. Konferans’ta eleştirilip düzeltilmekle birlikte 2. Konferans kararı) diğer yanda ise MZD’nin Maoizm seviyesine taşındığını (Gonzalo önderliğindeki PKP’nin tutumu) görüyoruz. Sadece bu bile teoriyi geliştirmek için mücadelenin belirleyici olduğunu gösterir. Bir tür sınıf iş birlikçiliği olan Üç Dünya Teorisi’nin reddedilmesi kuşkusuz önemli bir tutumdur; fakat bu tutumun Halk Savaşının kavranışında ve Maoizm seviyesine ulaşmada bir katkıya varamaması mücadeledeki pasifliğin, yetersizliğin bir sonucudur. Bu deneyimler bize enternasyonal çalışmaların ve tartışmaların yadsınamaz önemini gösterir.
Prachanda’nın ve Avakian’ın teorileri revizyonizmin yeni türleri olarak mücadelemizin karşısındadır. Açıktır ki komünist hareketin gelişmesi için bu mücadele amansız bir biçimde sürdürülmek zorundadır. Enternasyonal Komünist Birlik’in önemini öncelikle burada görmeliyiz. Onun deklarasyonu bu yönde atılmış güçlü adımları içerdiği derecede büyük önemdedir. Hiç kuşkusuz bu güçlü adımların somutlaşması, ete kemiğe bürünmesi, tavizsiz ve amansız bir anti revizyonist mücadele için çok sıkı çalışılması gerekmektedir. Atılmış bir adıma katılması gereken daha yüzlerce adım vardır. Bu adımların hayat bulması ülkemiz devriminin kavranması bakımındanda da gereklidir. Komünistler uluslararası olanın ulusal açılıma neden olacağını bilirler. Ülkemiz topraklarındaki komünist partisinin Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin bir ürünü olması bu görüşün gururlandırıcı bir ispatı olarak hatırlanabilir.
Revizyonizme karşı mücadelede enternasyonal bağların önemini güçlü bir biçimde hissettiren birlik çalışmalarını takip etmek özel bir görev, bir sorumluluk olarak görülmelidir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde ulusal görünümle başlamakla birlikte uluslararası bir nitelik taşıyan revizyonizme karşı mücadelede Enternasyonal Komünist Birliğin saflarında dalgalanan bayrağımızın sıkı bir takipçisi olalım…