“Yoldaşlar! Gerçekten yıkılmaz olan kale nedir? Kitlelerdir, devrimi içtenlikle destekleyen ve milyonlarca ve milyonlarca halktır. Ne olursa olsun hiçbir gücün ezemeyeceği gerçekten yıkılmaz kale işte budur.” (M Zedung, Cilt 1, s. 193)
“Kitlelere gitmeli, kitlelerden öğrenmeliyiz; onların tecrübelerini bir araya getirerek daha iyi, daha berrak ilkeler ve yöntemler çıkarmalıyız; sonra kitleler arasında propaganda yapmalıyız, sorunlarını çözmek, kurtuluşa ve mutluluğa kavuşmalarına yardım etmek için, onları bu ilke ve yöntemleri uygulamaya çağırmalıyız.” (M. Zedung, Cilt 3, s. 164)
“Her yoldaşın şunu anlamasına yardım edilmelidir: Halka dayandığımız, kitlelerin tükenmez yaratıcı gücüne inandığımız, dolayısıyla onlara güvenip kendimizi onlarla bütünleştirdiğimiz sürece, her düşmanı ezebilir ve her güçlüğün üstesinden gelebiliriz; buna karşılık hiçbir düşman bizi ezemez.” (M. Zedung, Cilt 3, s. 330)
Kendimize güven belirleyici önemdedir ama bundan daha önemlisi “kitlelere güven”dir. Bu kavrayış ihmal edildiğinde ya da unutulduğunda bahsi edilenin “içi boş yığınlar” olduğu anlaşılmalıdır. Komünistler, kitlelerin öncüsü ve önderi olma misyonunu, onlardan bağımsız, onlardan soyutlanarak, yukarıdan bir tavırla ve “kurtarıcı” rolüne bürünerek oynayamazlar. Onların önce “öğrencisi” ardından “öğretmeni” olma “desturu” buradan gelmektedir ve “öğretmenlik” durumu “öğrenci” olmanın sürekliliği kavrandığında anlam kazanmaktadır.
YIKICI VE SARSICI GERÇEK KUVVET KİTLELERDİR!
Sınıf mücadelesinin kavranışı, bu mücadelenin içinde nasıl konumlanılacağını, proletaryanın ve ezilen yığınların özgürlük mücadelesine nasıl önderlik edileceğini de belirler. Burjuvazi kendi sistemini ayakta tutmak ve sürekliliğini sağlamak için ezilenleri ne sadece baskı yöntemleriyle ne sadece sömürü yöntemleriyle ne de sadece ideolojik saldırılarla kuşatmakta. Elindeki tüm silahları ezilen kitleleri kendi sistemlerine yedeklemek için çok yönlü ve bütünlüklü devreye sokmaktadır. Bu silahların tümünü dönem stratejilerine uygun olarak şekillendirmekte ve hayata geçirmektedir.
Kitleleri çok yönlü kuşatan egemenler onları zor yöntemleriyle teslim almanın ötesinde esas olarak ideolojik hegemonya kurarak ve hegemonyayı yeniden üreterek egemenlik kurar. Hakim sınıfların ideolojik egemenliği çözülmeye başladığı anda kitleler, kendi yıkıcı gücünün farkına vardığında, önündeki engelleri ve kendisini sömürü sistemine bağlayan ne kadar pranga ve zincir varsa bunları parçalayarak, kırarak geride bırakır.
Kitlelerin bu uyanışı elbette kendiliğinden değil, doğru önderliğin taşıdığı bilinçle mümkün olacaktır. Kitlelerin kendiliğinden bilinciyle, sınırlı bir mücadele ve kazanım elde edebilir. Ve yine bu bilinç onların tarihin akışındaki belirleyici rollerini açığa çıkaramaz. Bu nedenledir ki komünist öncüsüyle, doğru önderliğiyle buluşmayan her kendiliğinden kitle kalkışmaları ideolojik ve politik kazanımlarına rağmen gerçek kurtuluşa yönelen mücadelelere evrilememiştir. Önderliğin tayin edici rolü tam da bu nokta da açığa çıkmakta ve yine öncünün görevlerini de bu nokta da somutlamaktadır. Zira nasıl ki öncüsüyle buluşmayan kitlelerin başarı şansı yoksa, kitlelerle buluşmayan öncünün de aynı biçimde başarı ve kazanma şansı yoktur.
Kitlelerin etrafına örülü duvar gibi duran eskimiş, geleneksel düşünce ve değer yargıları ve zincirleri kırmaları sanıldığının aksine hiç de kolay değildir ve bu değişim süreci hayli meşakkatli ve uzundur. Bu uzun soluklu mücadele ne sıradanlaşan yöntemleri ne ezberlenmiş söylemleri ne klişe cümleleri ne kitlelere rağmen mücadeleyi ne de kitlelere rağmen devrim idealini kabul etmez. Bu noktalar terk edilmediğinde, terk edilmesi için mücadele edilmediğinde devrim mücadelesinin önder ve öncüsü olmak bir yana, ancak o mücadelenin sıradan bir parçası ve akışında sürükleneni pozisyonunda oluruz.
Kitleleri kuşatan ideolojik-politik kuşatmanın yarılması ancak bunu yapacak öncünün, onun kadro ve militanlarının ideolojik- politik yetkinleşmesine, sınıf mücadelesini tüm yönleriyle kavramasına, tüm bu gelişmeleri doğru yorumlayarak bunu kitlelere ulaştırmasına bağlıdır. Bu nokta da KP’nin doğru politikalar belirlemesi tek başına yeterli değildir. Esas olan bu politikanın kitlelere ulaştırılması ve yine kitlelerin örgütlenmesinde etkin bir silah haline getirilmesidir.
Ocak ayında başlayan kampanyamızın politik gündemleri sınıf mücadelesinin yakın dönemi açısından akışın doğru kavrandığının ve kısa vadede yaşanması muhtemel gelişmelerin doğru şekilde öngörüldüğünü göstermektedir. Ezilen emekçi sınıflarla hakim sınıflar arasındaki çatışmanın hangi noktalarda keskinleşeceğinin doğru tespiti beraberinde bu çatışma noktalarına yoğunlaşma görevini açığa çıkarmaktadır/çıkarmıştır.
DEĞİŞİMİN ANAHTARI KİTLELERDİR!
Mücadeleyi belirlenmiş gündemlere ve günlere sıkıştırmak, siyasal iktidar mücadelesini bu biçimde kavramak ideolojik ve politik geriliğimizin bir sonucudur. İçinde siyasal iktidar bilincinde kırılmayı da barındıran bu duruş tüm faaliyetimizi, faaliyetimizin niteliğini, çapını da belirlemektedir. Sınıf mücadelesinin hızlı politik akışı, hakim sınıfların saldırılarının kapsamı ve boyutu faaliyetimizin yönünü, akışını ve hızını belirlemek zorundadır, ancak bu zorunluluk henüz bilincimize kazınmış durumda değildir.
Bundan kaynaklıdır ki, A/P çalışmalarımız sınırlı materyal ve biçimlerde yürütülmektedir, belirlenmiş gündemleri aşamamaktadır. TC’nin Ortadoğu’da ayağına dolanan İdlib çıkmazı, Hatay’da Valilik önünde “çocuklarım aç” diyerek kendini yakan babanın çığlığı ve devamında Meclis önünde “açım, çocuklarım aç” diye yükselen feryadın kulaklarımızdaki ve bilincimizdeki yansıması zayıftır. Bu zayıflıktan kaynaklıdır ki tüm bu gündem ve gelişmeler kitleleri örgütlemenin aktif birer aracı haline gelmemektedir. Halkın mevcut sisteme güvensizliğini, öfkesini ve isyanını ifade eden bu pratikler aynı zamanda bir çözümsüzlüğü ve çaresizliği de göstermektedir. Çözümün mücadeleden, örgütlenmekten geçtiğini halka anlatmak ve kavratmak için koşullar muazzam derecede elverişlidir. Kilit sorun bu elverişli koşulları kavramak ve harekete geçmektedir. Zayıf da olsa harekete geçtiğimiz durumda ise kitlelerden beklediğimiz ya da istediğimiz cevabı alamadığımızda düştüğümüz hayal kırıklığı, inançsızlık ve güvensizlik yine sınıf mücadelesinin andaki gerçekliğini kavrayışımızdan bağımsız değildir.
Devrim mücadelelerinin ivme kazandığı dönemlerde olduğu gibi, en geri dönemlerde de kitle çalışmaları farklı biçimlerde sürecektir. Ve her dönem, bu çalışmaları bulunduğu noktadan ileri sıçratacak dinamikler belirlenerek devam edecektir. Bu bazen durağan bir görüntü ve geri bir biçim arz etse de asıl olan doğru potansiyeller üzerinde yoğunlaşmak ve geleceğe hazırlık yapabilmek olacaktır. Çünkü durağanlık ve gerilik, KP’nin ideolojisi ve çalışma ruhunda değil, kitlelerin bilinç, deneyim ve örgütleme gücünün yansımasıdır.
Ve yine küçük burjuva ideolojisine sahip olanların başka ülkelerde isyan nedeni olan açlık intiharlarının, ülkemizde hiçbir karşılık yaratmadığından dem vurarak “bu halk adam olmaz” sonucuna varmaları, kitlelere güvensizliğin en uç vermiş ifadesidir ve hiçbir anlam ifade etmemektedir. Bu sonuç, egemen sistemin ideolojik kuşatmasının kitlelerde yarattığı dejenerasyonu görmeyen, bu dejenerasyonun yarattığı yıkımı anlamayan, kendisine ve kitlelere güvensizliğin en somut ifadesidir. Bu yaklaşım kitle kalkışmaları döneminde ise tam tersi bir yaklaşım ile kitle kuyrukçuluğu siyaseti yapmalarını içinde taşımaktadır. Çünkü her iki yaklaşımın özünde de sınıf mücadelesinin somut gelişmelerinden bağımsız soyut kitle tanımları ve tartışmaları yürütülmektedir. Kitle hareketinin yükselişte olduğu dönemlerde kitlelere güven duyduğu yine kitleler değil ortaya çıkan harekettir. Mücadelenin gerilediği dönemlerde, çağrılara yanıt alamadığı durumda tıpkı mücadelenin dışına düşenlerin ifade ettiği gibi “bu halktan adam olmaz” sonucuna varır.
En genel ifadeyle ezilenlerin tarihsel bakımdan olduğu gibi bulunulan zaman ve mekana göre toplumu oluşturan dinamikler ve tek tek alanlar bakımından da somut durumu incelenmelidir. Bir KP’nin faaliyet biçimlerini ve onun rotasını belirleyecek olanlar da bunlardır. Bu bilimsel yaklaşımı hâkim kılabildiğimizde “atılım” ve “yenilgilerimiz” kitlelere rağmen ya da onların dışında değil, tamamıyla onların tarihsel atılım ve yenilgilerine bağlı olarak gerçekleştiği anlaşılacaktır.
Buradan da anlaşılacağı gibi bazen bizim tüm çalışmalarımıza ve ısrarlı çabalarımıza rağmen devrim hareketi geçici durağanlıklar veya yenilgiler yaşayabilecektir. Teorik-programatik görüşlerimizi ve oradan hareketle strateji ve taktiklerimizi doğru kabul ettiğimizde açık ki durağanlık ve yenilgiler tamamıyla nesnel gerçeklerin belirleyiciliğinde ortaya çıkacaktır. Bu, bir oranda “doğal” karşılanacak bir durumdur ve yeni duruma uygun olarak faaliyetlerin düzenlenmesinden başka bir çözüm yoktur.
KİTLELERİ ÖRGÜTLEME HEDEFİYLE PROPAGANDA FAALİYETİ YÜRÜTMELİYİZ!
Tüm diğer faaliyetlerimiz gibi propaganda faaliyetimizin esasına oturması gereken nokta kitlelerin örgütlenmesi olmak zorundadır. Kitlelerin bilinçlenmesi ve örgütlenmesi amacıyla yürütülen savaşın bir parçası olarak propaganda faaliyetini kavramalı ve ele almalıyız. Faaliyetimizi bu biçimde ele almadığımızda, ona salt propaganda ya da salt ajitasyon misyonu biçtiğimizde istediğimiz sonucu almak mümkün olamayacağı gibi, bu faaliyetin en genel ifadeyle devrim hedefine hizmet etmeyeceğini de bilmemiz gerekir.
Kitleleri somut sorunlar etrafında örgütleme anlayışı ancak kitlelerin somut yönelimini kavramakla, bu yönelimin özelliklerini açığa çıkarmakla ve doğru müdahaleler geliştirmekle mümkündür. Propaganda faaliyetimiz de bu anlayışla şekillenmeli ve elimizdeki olanakların tümü bu anlayışa uygun kullanılmalıdır.
Kitlelerin somut sorunlarının anlaşılması ancak bu sorunlarla ilgilenmek, bu sorunlara kafa yormak ve faaliyetin her anını bu anlayışla örmekle mümkün olacaktır. Güncel politikayı takip etmediğimiz, güncel politikayla ilgilenmediğimiz ve tüm bunları politikleşmenin bir aracı haline dönüştüremediğimizde, faaliyetlerimizin sınırlı ve birbirini tekrar eden bir niteliğe bürünmesi kaçınılmaz olarak yaşanacaktır. Sıradanlaşan ve kendini tekrar eden faaliyetin bir süre sonra tıkanması ve mevcut koşullarda kitlelerden yanıt alınamadığı durumda karamsarlık yakamızı bırakmayacaktır.
Hali hazırda reformizmin kitlelerde tarattığı bilinç bulanıklığının yanı sıra, sistem partilerine yedeklenen kitlelerin bu etki sahasından kurtulması, mücadelede kararlı ve doğrulardaki ısrarla mümkün olacaktır. “Kitleleri, onların çıkarlarını temsil ettiğimize, hayatlarımızı onların hayatlarıyla sıkıca birleştirmiş olduğumuza ikna etmeliyiz. Kitlelerin bu nokta da hareket ederek, ortaya koymuş olduğumuz daha ileri görevleri, devrimci savaş görevlerini kavrayacak düzeye ulaşmalarına yardımcı olmalı ve böylece devrimi destekleyip bütün ülkeye yaymalarını, siyasi çağrılarımıza gerekli tepkiyi göstermelerini ve devrimin zaferi için sonuna kadar mücadele etmelerini sağlamalıyız.” (M. Zedung, Cilt1, s. 192) Mao yoldaş komünistlerin görevini tayin ediyor ve bu görev tayinini bir dönem ve bir koşula indirgeyerek yapmıyor.
Hakim sınıfların ekonomik ve siyasi krizi derinleşirken, ülke her gün gözünü yeni yoksulluk intiharlarına açarken, işsizlik ve yoksulluk tüm istatistik kandırmacaya rağmen büyümektedir. Ardı arkası kesilmeyen zamlarla yoksulluk daha da artmaktadır. “Bulunamayan” ve “haber alınmayanların” sayısı her gün artmakta, dün Toros arabalarla yapılan kaçırma ve katletme görevi plakasız arabalara devredilmiş durumda. İki günde 450 HDP üyesi gözaltına alınmış, yapılan ev baskınlarında 90 yaşındaki analardan, çocuklara “gereği yapılmıştır.” Hapishaneler uygulanan tecridin yanı sıra işkence merkezleri olmaya devam etmektedir. Ülke içinde yapılan “şaşalı” operasyonlar, İdlib çıkarmalarıyla taçlandırılmaktadır. Bu tablo egemen sınıfların iflasının tablosudur ve yaklaşan sonları tırda asılı bulunan işçinin çığlığı kadar yakındır. Onların tüm saldırı ve baskı politikaları can çekişen sistemin ömrünü uzatmak içindir. “Burjuvazi istediği kadar kudursun, çıldırasıya öfkelensin, aşırılığa kaçsın, aptallıklar yapsın… burjuvazi böyle davranmakla, tarihin yok olmaya mahkum ettiği bütün sınıflar gibi davranmaktadır. Komünistler geleceğin her halükarda kendilerine ait olduğunu bilmelidirler; ve o nedenle büyük devrimci mücadelede en büyük coşkuyla, burjuvazinin kudurma krizlerini en soğukkanlı ve en aklı başında değerlendirmeyi birleştirebiliriz ve birleştirmeliyiz.” (Lenin, Cilt 10, s. 162)
Ezilenlerin sefaleti, açlığı, yoksulluğu, çaresizliği bize sadece ve sadece daha kararlı yürümeyi emrediyor. Halkın acıları, acılarına sarılı çaresizlikle ürettiği “çözüm” görevimizin ve ulaşmamız gereken milyonların varlığını işaret ediyor. Bu yoksulluğu bilincimizde, çaresizliği yüreğimizde öfkeyi bilincimizde hissettiğimiz ve yaşadığımız oranda görevlerimizin bilincine varacak ve tayin edeceğiz. Sistemle bağlarımızı koparacak, bizi ezilenlerle buluşturacak yegane şey bu bilinç, bu inanç olacaktır. Ve yine bu bilinç ve inanç cesaretimizi, halka ve kitlelere bağlılığımızı, umudumuzu ve güvenimizi koşullayacaktır. Kopacak olan fırtınaya hazırlanmak ancak böyle mümkün olacaktır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 20 Şubat 2020 tarihli 55. sayısından alınmıştır.