Proletaryanın politik iktidarı fethetmesi ve orada çakılıp kalmadan komünizme doğru ilerlemesi temel meseledir. Proletaryanın en gelişmiş, en ileri, en savaşçı kesimlerini bünyesinde toplayan, devrim, sosyalizm ve yüce komünizm mücadelesinde öncü müfreze, karargah olan Proletarya Partisi, proletaryanın iktidarı fethinde olmazsa olmaz bir araçtır. Proletarya Partisi saflarında bulunan her kademedeki yoldaş, bu yer alışlarıyla çok temel bir ilk adım atmışlardır. Bu “ilk adım” olumlanmalıdır çünkü, aidiyet ilişkisinin ötesine geçen, tavrını sınıftan, ezilenler katarından yana belirleyen bir duruşu, tutumu anlatmaktadır. Faşist diktatörlüğün tüm varolma ve kendisini üretme biçimleri karşısında çizgisini ve savaşımını en başından itibaren politik iktidara yönelten, komünizmi hedefleyen, ateşten günler içinden geçen, bu uğurda sayısız bedeller ödeyen kolektifin saflarında olma gibi bir adım tabii ki olumlu bir adımdır. Faşist devlet mekanizmasını paramparça etme doğrultusundaki eylemli halimiz bütün gücünü, motivasyonunu proleter bilinçten alır, bunun için bilincin ışıldatılması, güçlü eylemimize yön verecek yoğunlukta büyütülmesi belirleyicidir. Belli sınırlar içinde kalmak, belli bir tarza mahkum olmak, kopuşlar için o gerekli vuruştan, o keskin hamleden kaçınmak ya da engelleyici karakteri nedeniyle sınırları zorlamak, kopuştan korkmamak, kendini aşmanın zorunluluğunu kavramak… Karşı karşıya kalınan bu ikili durum proleter bilincin büyütülmesi ile “dondurulması”na dair sonuçlardır. Başka bir ifadeyle statik bir devrimcilik ve yangınlardan uzak durmak mı, sıçramalı bir devrimcilik ve dolayısıyla yangınlara atılmaktan korkmamak mı? Proletarya Partisi saflarında olmak gibi büyük devrimci hamle, sıçramalı devrimcilik ve yangınlara atılmakla buluşturulmalı, biçimlendirilmelidir.
Kişisel gerçekliğimizin barındırdığı olumlu ve olumsuz niteliklerin her birinin tarihsel ve bugünle birleşen özellikleri, nedenleri bulunmaktadır. Sınıflı toplum yapısı, kolektifin bütün süreçlerinde ortaya çıkan çelişkiler dahil toplumsal yaşama ait tüm çelişki ve çatışmaların kaynağıdır. Toplumun sınıflara bölündüğü, tüm ülke zenginliklerinin komprador burjuvazi ve büyük toprak ağaları tarafından zorla gasp edildiği, faşist devlet aygıtının halk üzerinden baskı ve zor makinesine dönüştürüldüğü, burjuva feodal egemenliğin sömürü ve katliamlardan başka bir gelecek vadetmediği koşullarda başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen emekçi yığınlara mücadele dışında bir seçenek bırakılmamıştır. Burjuva feodal egemenliği sonlandıracak, demokratik, özgür ve eşit bir düzen ve toplum yaratmaya yönelecek dinamiklerin başında işçi sınıfı ve toplumun ezilen, yoksul bırakılan, baskı ve ayrımcılığa tabi tutulan kesimleri gelmektedir. Komünist Partisi’nin önderliği olmaksızın bilimsel ve doğru bir mücadele hattı uygulanmadan, devrimin gerçekleşmesi olanaklı değildir. Emperyalizm ve ona göbekten bağımlı burjuva feodal egemenliğin sonlandırılması, sınıfsız ve sınırsız bir toplumun yaratılması görevi tarihsel olarak omuzlarımızda yükselmektedir. Bu tarihsel görev Komünist Partisi’nin önder ve öncülüğünde gerçekleşebilir. Kitlelerin örgütlenmesi, savaştırılması ve özgürleşmesinden başka bir gayeye sahip olmayan Komünist Partisi’nin dayandığı güç kitlelerdir. Ülkemiz devriminin başından zafere ulaşacağı ana kadar kitlelerin örgütlenmesi, kendi kurtuluşu ve geleceği için savaşa katılması zorunlu ve kaçınılmazdır. Kitleler olmaksızın Komünist Partisi’nin gelişip güçlenmesi; politik iktidar perspektifli bir savaşım olmaksızın kitlelerin mücadeleyi devrimle taçlandırması olanaksızdır.
Devrim mücadelesi belirlenmiş, kesinleştirilmiş bir hedefle yürüyüşün, gelecekle bağı sıkı sıkıya kurulmuş bir amacın ve bu amaç uğruna savaşımın gerçekleşmesidir. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya bu savaşımın tek temel gayesidir. Ülkemiz gerçekliğinde devrimin zorlu ve çetin bir mücadeleyle karakterize olması zayıf ve güçsüz olan burjuva feodal egemenliğin hep aynı korkuyla başını yastığa koymasına sebep olmaktadır. Nasıl bir sabaha uyanacağının tek güvencesi korkusunun kâbusa dönüşmesini engelleyecek baskı, zulüm ve katliam politikasıdır. Halk kitlelerinin sindirilmesi, baskı altında tutulması, mücadelenin ve direnişin kanalına akanların ezilip kıyıma uğratılması, devrimci ve komünistlerin katledilmesi, zindanlara atılması bu nedenle zorunludur.
Faşist diktatörlüğün tüm bu baskı ve zorbalıkları mücadelenin tasfiye edilerek izlerinin silinmesine yetmedi/yetmeyecektir. Bu nedenledir ki faşist baskı ve zor yöntemleriyle atbaşı giden saldırı politikaları siyasal, kültürel ve ideolojik planda kitlelerin yaşamına, devrimci komünist saflara sistemli olarak yönelmektedir. Kitlelerin mücadele direnicinin kırılması, devrimci mücadeleden uzak tutulması, örgütsüz bırakılarak burjuva feodal sistemin eğemenliğine mecbur kalması istenmektedir. Kitlelerin kontrol altında tutulması için düzen partilerinden sendikal bürokrasiye, reformist örgütlenmelere uzanan bariyerler, tepkiyi ve öfkeyi mücadele kanalına akmadan yutacak sarmallar yaratılmaktadır. Devrimci komünist örgütlenmeler faşist baskı, katliam ve saldırılarla zayıflatılmaya, kitlelerden tecrit edilerek politik ömrünü tamamlamaya zorlanmaktadır. Düzen içi her türlü reformist arayışın sınırları burjuva feodal egemenliğe koşulsuz biat etmeyle, komprador burjuvaziyle “kavgayı” sonlardırarak barış içinde yaşamayla yeniden çizilmeye çalışılmaktadır.
Devrim mücadelesinin tüm bu karmaşık yapısı ve özellikleri en başta devrimci komünist bir çizgiyle karşılamayı, yanıt olmayı zorunlu kılmaktadır. Komünist bir çizgiye, dünya görüşüne ve bu yönde savaşım halinde olmaya çalışmaksızın varlık/yokluk sorunu yaşamak, reformizmle aynı akıbeti paylaşmak kaçınılmazdır. Bu nedenledir ki komünist çizgiyi üretmeye, faşist diktatörlüğün geliştirdiği kuşatmayı yarmakla yükümlüyüz. Devrim ve komünizm şehitlerini andığımız günlerde yineleyeceğimiz tek söz devrimin görev ve sorumluluklarını üst düzeyde bir çaba ve yoğunlaşmayla, bilinç ve pratikle yerine getirmek olacaktır.
Behzat gibi yanmalı, Özgüç gibi karanlığın içine direniş şiarlarımızı haykırmalıyız. Kararlılığın, devrimci cüret ve meydan okumanın adı olan şehitlerimizin bizlerden beklediği, uğruna ölümü kucakladıkları ideallerinin yaşam bulması/gerçekleşmesidir.
Şehitlerimiz bu idealin gerçekleşmesi için yaşamlarını feda ederek üzerlerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi. Ardıllarının kavgayı sürdüreceğine, dökülen her damla kanın hesabının sorulacağına duydukları güvenle son nefeslerini komünizm mücadelesi için verdiler.
Sürdürdüğümüz kavga bu nedenledir ki tarihsel sorumluluklarla, görevlerle yüklüdür. Mücadelemizde durağanlığa, atalete, gecikmeye yer yoktur; parolamız şehitlerimize verdiğimiz devrim sözünün yerine getirilmesidir.
Bunun tepeden tırnağa devrimcileşmeyi, politik iktidar mücadelesini kazanmak için savaşım halinde olmayı gerektirdiği açıktır.
*Bu makale Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 14 Şubat tarihli 28. sayısından alınmıştır.